12-15 Ekim 2017 tarihleri arasında, ülkemizin Türk Nöroşirürji Derneği ile birlikte, iki beyin cerrahisi derneğinden biri olan Sinir Sistemi Cerrahisi Derneğinin “Tecrübenin Işığında, Gençlerin Yanında” mottolu ve sloganlı, her zaman olduğu gibi sıra dışı 13. Bilimsel Kongresi yapıldı.
Tecrübeli hocaların, gerek deneyimlerini gerekse sosyal ve sanatsal faaliyetlerini genç meslektaşlarına aktarması ile birlikte, genç beyin cerrahlarının akademik hayatlarının önemli merhalelerinde, farklı kazanımlar elde edebilmeleri için geniş bir perspektifte ilmi program icra edildi.
Ben de beyin, omurilik ve sinir cerrahisinin (nöroşirürji) en kıdemli hocalarından biri olarak, “Felsefe, Musıkî, Sanat, Hekim ve Cerrah” isimli bir konferans verdim.
Bu çerçevede konferansımı özetlemek istiyorum: Dünyada iki kutsal mesleğin olduğunu (Tıp Bedeni korur ve Hukuk Malı korur.), sanatın, insanlığın doğuşundan beri süregen, tıbbın sanat ile ilişkisinin çok eskiye ve mitolojik çağlara dayandığını, mitolojik olarak tıbbın nasıl doğduğunu izah ettim. Efsanevi boyutta, “Sağlık Tanrısı da olan Apollon’un oğlu Asklepios, hem sağlık hem de hekimlik tanrısıdır. Asklepios, tabiatın sırlarını ve ölüleri diriltmeyi de öğrenir. Bunu Zeus öğrenir ve ondan korkar, sonra da yıldırımları ile Asklepios’u öldürür. Asklepios’un cansız bedeni göğe yükselir ve yıldızların arasına yerleşir. Asklepion, ilk çağ hastaneleridir. En büyüğü ve en ünlüsü Bergama’dadır. Zeus, Asklepios’u yıldırımları ile öldürünce, bu sırada hekimin yazmakta olduğu reçete, oradaki bir otun üzerine düşer, yağan yağmurla kâğıttaki yazı toprağa karışarak her derde deva sarımsak meydana gelir. Lokman Hekim için de benzer hikâye anlatılır.” odaklı bir girişle, “Sağlık, hastalık ve sanat nedir?” sorularına cevap aradık.
Sağlığı “İnsanın bedensel, anatomik, kültürel, çevresel, psikolojik, duygusal ve ruhsal olarak bir denge ve iyilik hâli içinde bulunmasıdır.”; hastalığı ise “Bu dengeyi, armoniyi, ahengi, estetiği, ‘feed-back’ ve hemostazı bozan her şey!” diye yorumladık.
Peki, sanat nedir?
Thomas Munro için; “Sanat, doyurucu estetik yaşantılar oluşturmak amacıyla dürtüler yaratma kabiliyetidir.”
Kant’a göre; “Sanatın kendi dışında hiçbir amacı yoktur. Onun tek amacı kendisidir. Güzel sanatı, ancak DEHÂ yaratabilir!”
Hegel’e göre; “Sanattaki güzellik doğadaki güzelliklerden daha üstündür. Sanat, insan aklının ürünüdür. Kendisine doğanın taklidinden farklı amaç ve hedef bulmalıdır.” Marks’a göre ise “Yaratıcı eylem, insanın ve doğanın karşılıklı etkileşiminin bir merhalesidir. Bu, toplumsal bir karakter taşır. Sanat, hayatı İNSANİLEŞTİREN bir olgudur. Sanat, ancak araştırıcı, yaratıcı, çok yönlü tümel(!) insan çabası içerisinde gelişebilir.”
B. Croce’e göre de “Sanat, sezginin ve anlatımın birlikteliğidir. Bireysel ve teorik bir olaydır. Tabiat, sanatçının yorumu ile güzellik kazanır.”
Bana göre ise sanat; hayatı yaşanılabilir ve insanileştiren, âdemi ADAM ve İnsan-ı Kâmil yapabilen haslettir.
Hekimin gayesi de hastaları sıkıntılarından kurtarmak, dengeli hâle getirmek, armonik, estetik, hemostatik ve ‘feed-back’ düzeyini muhafaza ve restore etmektir. Amansız bir ağrısı, acısı geçen hasta; “Dünyaya yeniden gelmiş gibiyim.” der. “SEDARE DOLOREM, OPİS DİVİNUM ARTEM.” ve “ARS LONGA, VİTA BREVİS” özdeyişleri de bu çerçevede izah edilir.
“CERRAHİ, BİR TIP DALI OLMASINA KARŞIN, SANATIN TAM DA KENDİSİDİR.”
Cerrah mutlak bir sanatkârdır. Her ameliyat ayrı ve o hastaya münhasırdır. Her ameliyat bir bestedir. Bir ameliyatı, her cerrah kendinden de bir şeyler katarak farklı farklı yapabilir. Bir besteyi, farklı hanendelerin farklı icra etmesi, yorumlaması gibi… Ameliyatta katiyyetle estetik bir unsur vardır. Cerrah, ruhundan ve sanatından o bedene bir parça aktarır. İnsan, Allah’ın yeryüzündeki temsilcisidir. Mukaddes bir varlıktır. Onunla iştigal edenler de bu sırra vakıf olmalıdırlar!
HEKİMLİK VE SANAT, BİRBİRİNDEN AYRILMAMALIDIR.
Rembrandt’ın “ANATOMİ DERSİ”, Dr. Nicolaes Tulp’un “Anatomi Dersi”, Bruegel’in, “KÖRLER” konulu tabloları, Molier’in, “HASTALIK HASTASI” ve Peyami Safa’nın, “DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU” ve Leonardo da Vinci, St. Pietro Katedrali’nin kubbesini inşa ederken, KRANIUM’u model olarak alması, tıbbın sanata yansımasıdır.
Hekimde olması gereken hasletler ise; inanç ve duyarlılık, hassas bir kalp, erdem, nezaket, zarafet, güçlü ve engin bir hafıza, ummani bir ruh, derin bir sezgi, geniş kültür, bilgi birikimi, değerlendirme ve ani karar verme kabiliyeti, dikkatli bir gözlem ustalığı, iyi bir araştırıcılık, usta bir yorumculuk ve mahir bir kompozitörlüktür.
Uğraş alanları ve hedefleri insan ve hayat olan tıp ve sanat iç içedir. Bu sebeple diğer mesleklere oranla hekimler sanatla daha fazla haşır neşir olmaktadırlar.
Cerrahide usta-çırak ilişkisi, sanatta rahle-i tedristen geçmek gibidir.
Hekim, faniliğine nispet kalıcı eser bırakmakla, sanatla ebedi kalabilme arzusunu yerine getirmektedir.
Doğuştan var olan genetik kodlardaki sanat şifreleri mi hekimleri musikîye, sanata yönlendiriyor, yoksa hayatı ve sağlığı armoni, estetik ve balans olarak gören hekimlik mi doktorları musikî ve sanata yönlendiriyor? Bu bir muamma… Nitekim, hangisi hangisini tetiklemiş, bilmiyoruz.
İYİ BİR HEKİM, İYİ BİR CERRAH OLABİLMEK İÇİN SANATÇI RUHUNA SAHİP OLMAK GEREKİR.
Tıpta çok önemli bir çığır açan Laennec başarılı bir flütçü olmasaydı, musıkî ile olan münasebetini hekimliğine yansıtmasaydı, basit fakat temel bir muayene aleti olan STETOSKOP’u keşfedebilir miydi? Prof. Dr. Bülend Tarcan, uluslararası düzeyde birçok beste yapmış, Türkiye’de modern nöroşirürjinin kurulmasına ve gelişmesine çok önemli katkılarda bulunmuştur. Viyolonselist, Cerrah Theodor Billroth, yakın arkadaşı Bramhs’ın eserlerini dinlemeseydi, düzeltmeseydi, müzik ile dinlenmeseydi, o muhteşem ameliyatları yapabilir miydi? El-Kindî (İlk Türk musikîsi nazariyatını yazdı. Musikî ile tıbbi bilgileri sentezleyip, musikî ile tedavinin çok önemli olduğunu ortaya koydu.), Farabi (Hekim, filozof, âlim, astronom, müzikolog. Kanun sazının prototipini yaptı. Musikâ ile tedavi üzerinde durdu), İbn-i Sina (Hipokrat ve Galen ile tıbbın abidevi temel üçgeni, musikînin insan bedeni üzerindeki etkilerini ilmi kurallara bağlamış ve tedavide kullanmıştır.), Ebû Bekir Râzî (hekim, filozof,), İbn Meymun (hekim, filozof), İbn Rüşd (hekim ve filozof) ve çağdaşları ile daha niceleri…
Organizasyonda emeği geçen tüm meslektaşlarıma teşekkürlerime birlikte, çok yeni bir rubâimizi karilerimizle paylaşalım!
HİCRAN SENİN!
Bir güzel aklın alıp gitmiş sonun hüsran Senin.
Aldatır hep nazlı dilber, sanma ki devran Senin.
Yazmış olsan da rubâîler ona yüzbin defa,
Yok bu Âlemde tahayyül ettiğin Hicran Senin!