Felsefe, ta en baştan itibaren kendisini bir varlık bilimi ve varlığın bilgisinin bilimi olarak kurmaya yönelmekle, kendisini aslında bir özgürlük bilimi olarak kurmak ve temellendirmek istemiştir. Aristoteles’in Metafizik adlı eserine giriş olarak, insanın doğası gereği bilgi edinmeyi amaçladığını belirten bir cümleyi seçmiş olması elbette bir rastlantı değildir. Eski adıyla metafizik, bugünkü adıyla ontoloji veya varlık felsefesi, Aristoteles’i takiben Alman filozofu Christian Wolff tarafından “ilk felsefe” olarak adlandırılmıştır. Bu bakımdan konusu gereği bir bilim sistemi olarak ontoloji, felsefenin en temelinde olan felsefi bir disiplindir.
Eğer ilk felsefenin, yani eş deyişle felsefenin en temelinde olanın amacı varlığa dair bilgiyi mümkün kılmak ise, felsefenin en temeline erek olarak varlık bilgisinin edinilmesi yerleştirilmiş demektir. Bu durumda bilgi, her zaman için bir şeyin bilgisidir. Somut durumda talep edilen bilgi, varlığın bilgisidir. Bilgi her zaman gerçek ve geçerli olmak zorundadır. Zira bir şeyin bilgisini edinmek demek, aslında aynı zamanda o şeyin kendisini edinmek demektir. Bir şeyi edinmek demek ise, her şeyden önce bilgisi edinilene karşı doğru davranmayı şart koşmaktadır. Bu durumda, felsefenin temelinde aynı zamanda hem ontolojinin, hem epistemolojinin, hem de etik ve ahlakın olduğunu ileri sürebiliriz. Mantık, nesnel ve öznel mantık olarak hem teker teker bu alanların kendi içinde, hem de bu alanlar arasında bütünlüğü sağlamakla yükümlüdür.
Felsefenin en temeline, “arkhe nedir?” sorusundan da görüldüğü gibi, varlığa dair bilgi talebinin yerleştirilmiş olması, insanın bunun aracılığıyla varlıkta kendi özgürlüğünü temellendirmeyi amaçladığını göstermektedir. Zira bilgi, bize her durumda doğruyu ve yanlışı birbirinden nasıl ayırt edeceğimizi göstermekle, bize aynı zamanda her durumda doğru davranmanın ne olduğunu gösterir. Her durumda doğru davranmanın ne olduğunu bilmek özgür olmak demektir. Bu nedenle insanın bilgi talebinin amacı, insanın özgürlüğüdür.
İnsanların özgürlüğü her zaman ancak somut bir bağlamda somut olarak tesis edilebilir. İnsanın özgürlüğü, bir tür olarak doğada ve bir birey olarak toplumda veya toplumsal ilişkilerinde temellendirilmeye çalışılmaktadır. İnsanın özgürlük alanlarını keşfetmesi ve belirlemesi tarihsel bir olgudur. İngiliz filozofu Thomas Hobbes’tan beri, insanın özgürlük meselesini insanın etkinlik alanı olarak belirlemiş bulunuyoruz. İnsan, doğada ve toplumda etkinlik alanı kadar özgürdür. İnsanlık tarihinde Rönesans ve reform hareketleri, birçok bakımdan yeni bir evrenin başlangıcı anlamına gelmektedir. İnsanlığın özgürlüğüne dair kavrayışımızı da köklü bir şekilde değiştirmiş olması bakımından da bu böyledir. En geç 16. yüzyıldan beri, insanın dış ve iç özgürlüğü arasında ayrım yapılmaya başlanmıştır. İnsanın dış özgürlüğü doğayı ve toplumsal ilişkileri kapsarken, iç özgürlüğü onun düşünce, ifade ve inanç özgürlüğünü kapsamaktadır ve buna kısaca vicdan özgürlüğü de denebilir. Öyleyse, ontoloji veya varlık felsefesi, adı üzerinde, bir bütün olarak varlığın bilgisini edinmeyi amaçlamakla insanın insan olarak varlıkta özgürlüğünü temellendirmeyi amaçlamaktadır diyebiliriz. Bu durumda felsefeyi özgürlük bilimi ve felsefenin varlık nedenini ve amacını da insanı varlıkta özgürleştirmek olarak belirleyebiliriz. En nihayetinde insan, özgürlüğünü varlıkta temellendirebildiği oranda doğada ve toplumda da temellendirmiş olur ve ancak bu durumda da insanın iç özgürlüğü talep edebilir. Felsefenin varlık nedeni ve en temelde amacı budur: İnsanlığın evrende özgürlüğünü, varlığın bilgisi dolayısıyla temellendirmek. Bu bakımdan felsefe elbette bir özgürlük bilimidir.
Fakat insanlık tarihi, katlanılmaz ezici toplumsal sorunlar karşısında insanların gerek teker teker, gerek gruplar halinde, gerekse de kitlesel olarak duygusal öfkelerini ifade ettikleri eylemlerle doludur. Fakat sıkça isyana varan bu öfkelenişler, ya tarihsel nedensellik ve nesnellik yeterince kavranamadığı için gereğine uygun eylem geliştirilemediğinden, ya da karşısında öfke duyulan sorun yeterince algılanıp tam olarak kavramlaştırılarak ve böylece teorik olarak halledilemediği için sıkça başarısızlığa uğramıştır. Bunun en önemli nedenlerinden birisi, özgürlükçü pratik hareketin en önemli teorik silahı olan felsefeyle buluşamamış olmasıdır. Felsefe ne kadara teorik olursa olsun, sonunda hep pratiği temellendirir ve onun önünü açar, bilimsel araçlarla onun erekselliğini gerekçelendirir. Hatta felsefe, tam da teorik olduğu için pratiği temellendirebilir diyebiliriz.
Pratiğin başarısının garantisi ve amaçlanan hedefe başarıyla ulaşılmasının teminatı, pratiği mümkün kılan felsefedir. Bu nedenle pratiğin doğru kavranabilmesi için felsefenin de doğru kavranması gerekmektedir. Son yıllarda dünya çapında gözlenen adaletsizliklere karşı kalkışma dalgaları felsefeyi ihmal ederse, tarihte gözlenen sayısız başarısızlık örneklerine yenileri eklenebilir. Zira felsefe, en genel temel kavramlarla dünyaya bakmayı, onu düşünmeyi ve tasarlamayı, dünyada çalışmayı ve eylemeyi öğretir. Bu nedenle felsefesiz eylem, karanlıkta görmeden hedef almaya çalışmaktan başka bir şey değildir aslında.
Fakat felsefe bunu koşulsuz olarak yerine getiremez. Bunu herhangi bir felsefe de yerine getiremez. Bu nedenle herhangi bir şeye felsefe diye sarılıp pratiğimizin önünün açılacağını beklemek, kelimenin olumsuz anlamında safça bir yaklaşım olur. Felsefenin, burada söz konusu olan bu tarihsel misyonunu yerine getirebilmesi için tutarlı ve ayrıntıyı gören, tümeli tasavvur eden ve tikeli kavrayan bütünlüklü bir dünya görüşü ortaya koyabilmesi gerekir. Bu söylediklerimizi Hegel ile belirtecek olursak; felsefenin geneli kavraması ve tikeli kendisinde pratiğe serbest bırakmak üzere barındırması gerekmektedir. Diğer bir deyişle, bu dünya görüşünün geneli kendi zengin içerik dolu somutluğunda ortaya koyabilmesi ve bu somut genellikte tikeli kavrayabilmesi gerekir.
Felsefe, ortaya konan bu bütünlüklü dünya tasarımı içinde insanın yerini kavramaya çalışır ve bu bakımdan kendisini tüm insanlara, kendilerinin evrendeki yerlerini kavramaları ve yaşamın anlamını sorgulamaları için gerekli düşünsel araçları sunar. Felsefi olarak temellendirilmiş tutarlı ve bütünlüklü bir dünya görüşüne sahip bir insan, dünyanın ve insanlığın haline dair bir hakikat iddiası olan ve bu hakikatin içinde kendisini tarihsel yükümlülüğü ve özgürlüğü ile kavrayabilen bir insandır. Bu açıdan felsefe, insanın görme ve algı gücünü, dolayısıyla dünyaya karşı hassasiyetini inanılmaz bir şekilde artırır ve geliştirir. Ve bu nedenle felsefe, insanların hemen her şeye karşı duygusal ve zihinsel hassasiyetini artırarak, onların gözlerinin görmesini eğitir, böylelikle bakışını temel yapısal ilişkilere ve kimsenin görmediği ayrıntılara yönlendirir.
Fakat felsefe sadece bunu yapmakla kalmaz, aynı zamanda algılanan, tanımlanan ve kavranan sorunun teorik halledilişi için de gerekli mantık, kavram, düşünme yöntem ve teknikleri gibi düşünsel araçları sunar –ki bu, sorunun kalıcı pratik çözümünün de önkoşuludur.
Toparlayacak olursak, pratik sorunların teorik halledilişi ne demektir öyleyse? Felsefe, ilkesel düşünme yöntemiyle gündemde olan sorunu her şeyden önce nedenleriyle kavramayı öğretir. Bir şeyi kendi nedenleriyle öğretmek, o şeyi kendi özüyle, yani oluşum süreciyle birlikte kavramak anlamına gelir. Başka bir deyişle bir şeyi kendi özüyle öğretmek, o şeyi kendi içkin hareket ettireni, eş deyişle iç çelişkisi veya çelişkileriyle birlikte kavramak demektir. Bu, zorunlu olarak söz konusu şeyi kendi oluşum, gelişim ve kendi sonu ile birlikte düşünmek, öngörmek ve kavramak demektir. İşte, sorunun teorik halledilişi, burada söz konusu olan şeyi kendi bütünlüğü içinde bir bütün olarak, kendi oluşum, var oluş ve yok oluş süreciyle birlikte ortaya koymakla gerçekleşir. Felsefenin tesellisi, eğer bir tesellisi var ise, o da budur. Gerisi pratiktir, sanattır, eylemdir, siyasettir.
8 yorum
Felsefe bu teorik bakış açısını yine pratik olandan beslenmektedir..
Elbette en teorik bilginin kökeninde pratik deneyim vardır. Fakat toplumların ve bilimlerin bugünkü gelişmişlik düzeyini dikkate aldığımızda teorik bilgiye göreli bir kendi başınalık atfedebiliriz.
Felsefe insanın ölümü öğrenmesidir; Montaigne
Felsefe insanın ölümü öğrenmesidir; Montaigne.
felsefe insanı kendi beyin kabuğunun içinden çıkarır. ve dünyanın tüm sorumsuzluklarını, adaletsizliklerini vs.. dert edinir.
Sorumsuzluk ve adaletsizlikleri dert edinmeniz için felsefe bilmenize gerek yok biraz vicdanınızın sesini dinlemeniz yeterli..
Felsefe yaşlıların avuntusudur aynı zamanda çünkü ölümü öğrenmek ister vakit yaklaşmaktadır .İyi ki felsefe var yaşlılık günlerim güzel geçiyor; Çiçero.
yaşınız kaç olursa olsun iyi ki felsefe var demek bu dünyada katlanamadığınız şeyler var demektir. felsefe ölüme karşı bir avuntu değildir. [ vicdan ise çok ayrı vicdanın sesini dinleyen her insan bu dünyadaki tüm mazlumların yanında durur ve dert edinir.] Felsefe okumak ,düşünmek kişiyi yalnız kılar.