Üniversiteler, bilimsel araştırmaların yanı sıra düşüncenin de üretildiği yerlerdir. Düşünce, aslında bilimin ve yaratıcı zekânın da başlangıcını oluşturan en önemli olgudur. Düşünmek hiç şüphe yok ki insanı diğer canlılardan farklı kılan eylemdir; en azından mevcut bilgiler öyle olduğunu düşündürüyor. Düşüncenin gelişmesi, yeni yaratıcı fikirlerin ortaya çıkabilmesi sadece özgür ortamların varlığında olabilir. "Özgür ortam" dedim, ama tarih boyunca hep böyle olmadığını hatırladım. Sokrates’ın trajik ölümü öyle olmadığını hatırlattı; kaldı ki örnekler oldukça uzun bir liste oluşturabilir.
Düşünmek, soru sormakla başlayan bir süreçtir. Soracak bir sorumuz olmalı.
Soru sormak bir kültür işidir. Soru sormak hem bilgi hem de düşünme kültürünü birlikte gerektiren bir süreçtir. Bilim ve felsefe soru sormakla başlar. Eğer Newton " Elma neden yere düşüyor?" sorusunu sormasaydı, mevcut fizik bilgimiz hâlâ ilkel çağlardaki düzeyde kalabilirdi. Sorulan her soru, bir yanıt arayışı gereksinmesi yaratmaktadır. Her bulunan yanıt da yeni sorular sorulmasını teşvik etmektedir. Soru sorma geleneği olan toplumlarda bilimsel gelişim beraberinde toplumsal gelişim süreçlerini de getirebilmektedir.
Tıp öğrencisi ve asistanlarımız soru soruyor mu? Burada kastedilen, araştırmaya yönelecek neden-sonuç ilişkisi arayışıdır. Kişisel kanaatim, yeni yanıtlar arayan soruların sorulmadığı yönündedir. Bunun nedenlerini merak ediyorum! Üniversitede derslerin anlatılış veya tartışılış şekli bir gerekçe olabilir. Bir diğeri, soru sormayı kınayan veya aşağılayan bir tutumdan kaynaklanan ürkütücü tavır olabilir. Belki daha da önemlisi, sorunun nasıl sorulacağının bilinmeyişi söz konusudur? Ya asıl mesele akıllarımıza sorulacak soru gelmemesi ise? Bu çok ürkütücü olur. Eğitim sistemimiz yıllar içinde düşünmeyi ve soru sormayı neredeyse yasak kılan bir zihniyete bürünmüştür. Okullarda felsefe derslerinin olmayışı ya da yeteri kadar önemsenmeyişi bu durumdan sorumlu olabilir mi? Üniversitede bilim felsefesi dersleri tıp öğrencilerine de okutulsa iyi olmaz mı? Gerçi bir öğretim üyesi, "Bırakın felsefeyi, bunlar boş işler." derken şaka yapmıyordu!
Bir sorunun birden fazla yanıtının olması çoğu kez mümkün olabilir. Bu durumda eğer bir fikir karşısında bir başkasını buluyorsa, bunun bir zenginlik olduğunu özellikle yaşça ve kıdemce büyük olanların hatırlaması gerekli. Fikir ve ifade farklılıklarının zenginlik olduğu ve yeni yeni sorular sormak, yeni yanıtlar aramak için en önemli yollardan biri olduğu hatırlanmalıdır. Benim bu bağlamdaki sorum "Gençleri soru sormaya, düşünmeye ve araştırmaya nasıl yöneltiriz?" şeklinde olacak. Neleri eksik yaptık ve neler yapmalıyız? Bir öğretim üyesi olarak belki de öğretici kimliğimiz, sorgulayıcı ve sorgulatıcı tarzlara da bürünebilir mi? Genç insanlar soru sormaktan ve kendilerini ifade etmekten çekiniyorlarsa, düşünmemiz gereken önemli sorunlarımız var demektir.
Üniversiteler şüpheciliğin merkezleri olmalıdır. Eğer üniversite genç insanların merak duygularını kışkırtmıyorsa burada bir sorun var! Bu sorunun sahibi yazık ki aktörlerden sadece birisi olamaz. Eğitim sistemi içerisinde yer alan tüm aktörler bu durumdan sorumludur. Bugün tüm ilerleme çabalarımıza karşın tıp fakültelerinden yeteri kadar yeni fikir çıkmıyorsa bunu herkesin düşünmesi gerekmez mi? Araştırma ve buluşlar ancak yeni fikirlerin varlığında ortaya çıkabilir. Yeni sorular ve yeni fikirlerin birbirini kovaladığı bir geleceğin aydınlık ve güzel olacağından kim şüphe edebilir?