‘Tüm Emekli Hekimler Dayanışma Derneği (TURHED)’ üyeleri arasından, mezunu olduğumuz Ankara Tıp Fakültesinde 15 Nisan’da gerçekleştirilecek olan ‘Fidanlarla Çınarlar Elele’ aktivitelerinde bulunmak üzere İstanbul’dan biz dört kişi olarak, bir gün önce hızlı trenle başkentimiz Ankara’ya doğru yola çıktık. Ekibimizde dernek başkanımız Dr. Erdinç Köksal ağabeyimiz başı çekiyor. Fakülteyle, bölümle ve dekanlıkla gerekli yazışmaları önceden yaparak kalacağımız üniversitenin misafirhanesini önceden belirlemiş. Kalacağımız yer aslında büyüklerim için yabancı değil. Onların fakülte birinci sınıfta iken, FKB eğitimini aldıkları Fen Fakültesi yerleşkesi içinde.
Sabah erken saatlerde kaldığımız üniversite misafirhanesinden fakültemizin Sıhhiye’deki ana morfoloji binasına ulaştık. Tıp Tarihi ve Deontoloji Ana Bilim Dalı sağdan ikinci katta, eskiden Hijyen kürsüsü olan koridorda. Grubumuza, eski mezunlardan, Ankara’dan iki ve Adana’dan bir kişi daha ilave olarak toplamda yedi eski mezun olduk. Fakülteden 1957, 58 mezunu olanlarımız arasında grubun en genci benim. Nasıl gençsem, ben de kırk dört yıl önce mezun olmuşum. Büyüklerimiz mezun olduklarında, 1967’de açılan morfoloji binası henüz inşa hâlindeymiş. Hatta aramızdan bir büyüğümüz, evi yakın olduğu için, inşaatta çalışan işçilere nasıl su yetiştirdiğini bile anlattı.
Kürsüde geniş bir salonu tıp tarihi kütüphanesi yapmışlar. Yasemin hoca, bölüm eski yerinden buraya taşınırken tarihsel değeri olan belge, cihaz ve dokümanları yeni yerlerine getirmeden önce bir gün, nasıl duymuşlarsa (!), Kültür Bakanlığı yetkililerinin gelip tüm antika kitap, belge ve cihazları aldıklarını, ‘siz bunlara sahip çıkamıyorsunuz’ diyerek el koyduktan sonra Bakanlık depolarına kilitleyip kapattıklarını, onca yazışmaya hatta fakültede ‘tıp tarihi müzesi’ kurmak istediklerini belirtmelerine rağmen fakültemiz için çok değerli olan tıbbi cihaz, alet, kitap ve belgeleri geri alamadıklarını, hatta zamanın dekanının bu işlere ön ayak olduğunu, sonra da konuyla hiç ilgilenmediğini üzülerek anlattı. Başta hocalarımız ve bizler olmak üzere hepimizin yüreği burkuldu. Bu işler böyledir işte, kokusu ve acısı yıllar sonra ortaya çıkar. Zamanın dekanı kendi çorabını deldirmiş de farkında bile olmamış. Fakülte açısından gelecekte olayın nelere mal olacağını bilememiş ya da kestirememiş.
Tanışma ve çay faslından sonra, ikişerli olarak birinci sınıf öğrencilerinin dört ayrı gruptaki deontoloji derslerine katıldık. Derste, önce hocamız fakültenin kuruluş öyküsünü; daha sonra bizler fakültedeki öğrencilik yaşantımızı ve ilginç anıları anlattık, öğrencilerden gelen soruları yanıtladık. Öğle yemeğinde, eskiden hayvan laboratuvarı iken restore edilerek yeni konumuna kavuşturulan, dördüncü kattaki öğretim üyeleri yemekhanesinde, aramızda en kıdemlimiz olan Dr. Ülkü Sema ablamızın anı pastasını aramızda dilek tutarak paylaştık.
Öğleden sonra, ana binanın tam ortasında yer alan fakültemizin kurucusu Ord. Prof. Dr. Abdülkadir Noyan Konferans Salonu’nda, bu kez tüm fakülte öğrencileriyle buluştuk. Öğrenciler neredeyse salonun tamamını doldurmuşlardı. Hocalarımız, 1945 yılında fakültenin kuruluşunu ve günümüze kadar geçirdiği evrimi slaytlar eşliğinde demonstratif bir şekilde anlattılar. Bizler, fakültemizden mezun olan yedi kişi sahnede yan yana oturduk. Sırayla herkes fakültedeki öğrencilik yaşamında başından geçen ilginç olayları, öğrenciler ve öğretici olan hocalarıyla olan ilişkilerini anlattı. Sıra bana geldiğinde sözlerime, kendimin kırk dört yıllık bir hekim olmama rağmen, buradaki emekli hekimler arasında en gençleri olduğumu söyleyerek başladım. “Gençlik ya da yaşlılık, aslında bunlar bulunduğunuz yere, ortama ve aralarında bulunduğunuz gruba göre değişkenlik gösterir. Lise son sınıftayken okulun en yaşlısı iken, ertesi yıl üniversiteye başladığınızdaysa birden okulun en genci oluverirsiniz” şeklinde devam ettim. “2014 yılında meslekte kırkıncı yıl plaketini alacağız. Tabip odası tarafından yine bu salonda toplantı düzenledi. Çoğunluk bizim sınıfta. Kırk yıldır birbirini görmemiş olanlar hasret gideriyor. Arada bir salona bizden yaşlı birileri giriyor. Kimi torununun kolunda kimi bastonla. Onlar meslekte elli, hatta altmışıncı yıl plaketini almaya gelen büyüklerimiz. Bazıları sahneye çıktı bazıları ise sahneye çıkamadıklarından, onlara plaketleri bulundukları yerde saygıyla verildi. Bizler de bu sayede meslekte kırkıncı yıl plaketlerimizi alırken, aslında salondaki en genç grubu oluşturduğumuzu da öğrenmiş olduk” diyerek, öğrencilik yıllarında aklımda kalan ilginç anılarımı öğrencilerle paylaştım.
Son konuşmayı Erdinç ağabey yaptıktan sonra, öğrencilerden de soru soranlar oldu. Elimizden geldiğince onları yanıtlamaya çalıştık. Toplantının sonunda sayın dekanımız, hocalar ve öğrencilerimizle birlikte hatıra fotoğrafı çektirdik. Duygulanan bazı öğrencilerin sahnede elimizi öpmeleri ve bizlere sarılmaları ayrıca görülmeye değerdi.
Ankara Tıp Fakültesi, benim fakültem, Cumhuriyetimizin Anadolusunda kurulan ilk tıp fakültesi. Kırk dört yıl aradan sonra yine aynı heyecanla, yine aynı koridorlarda, aynı dershanelerde hümanizmi, insan sevgisi ve deontolojiyi öğrendiğimiz aynı sıralardayız. Bize bu olanakları veren fakültem, başta sayın dekanımız olmak üzere tüm bölüm hocalarımız ve geleceğin doktorları, sevgili öğrencilerimiz sizlere sonsuz teşekkürler.