Bu ayın konusu, ‘fikri; üretme hakkı ve ifade hürriyeti’. İşte size bir netameli konu daha. Ülke vatandaşları olarak kendimizi, ya sözle ifade ederiz, ya da şimdi benim yaptığım gibi, yazdıklarımızla. Sözler, iki ya da daha çok kişi arasında söylendiğinden, dinleyenler daima kendi fikir ve görüşlerine göre yorumlarlar. Kimisi, karşılık olarak her konuşulana anında tepki verir. Bazısı, o şöyle dedi, bunları konuştu diye orda burda dedikodusunu yapar. Kimileri de gidip resmen savcılığa şikayette bulunur.
Ülkede fikir hürriyeti var diye, kendini kaybederek söylenen küfür ya da sözle muhatap alınan kişi, çoğu zaman söylenildiği konumda değildir. Örnek vereyim, birine kızarak, ‘p.., k… ya da o….’ dediğinizde, çoğu zaman karşınızdaki kişi, gerçekte öyle olmayıp, toplumda yeri ve değeri olan muteber bir kişidir. Ancak uluorta ve kızgınlıkla sarf edilen her söz, daha çok onu söyleyeni bağlar ve tıpkı bir bumerang gibi bir gün kendisine döner. Atalarımız ‘kem söz sahibine aittir’ diye ne de güzel söylemişler. Uganda eski diktatörü İdi Amin’e, yabancı gazeteciler ülkede demokrasi olup olmadığını soruyorlar. Cevap, -‘Tabii ki, ülkemizde demokrasi vardır. İsteyen istediğini özgürce söyleyebilir, ama sonrasında ne olur işte onu bilemem’.
Söz uçar, yazı kalır derler. Söylediklerinizi ve yaptıklarınızı, ‘çok içkiliydim hatırlamıyorum, ona çok sinirlenmiştim, beni tahrik etti’ şeklinde savunabilirsiniz. Hele de, takım elbise ve kravat takıp, arkanızda da sıkı bir savunma avukatınız varsa, yaptıklarınızdan az bir cezayla yırtabilirsiniz. Ancak yazılanlar, öyle değildir. Her bir sözcük başlı başına kaybolmaz bir delildir. Sinirliydim, içkiliydim, kızgınlıkla yazmışım o yüzden ne yazdığımı hatırlamıyorum gibi savunmaları, hiç bir hakim yutmaz. Yazılan ve söylenenlerin yanında, internetten paylaştıklarımıza dahi dikkat etmeliyiz. Bugün sorun çıkmaması, ileride de sorun çıkmayacağının garantisi değildir.
Ülkelerin çok önemli temel direklerinden başta geleni, ‘hukuk ve adalet’tir. Adaletin terazisi, her ne olursa olsun, nerede ve ne konumda olursa olsun, asla şaşmamalı, ve herkesi eşit şekilde tartmalıdır. Görünürde her zaman çok net olmasa da, ülkelerin adalet düzeyleri birbirlerinden farklılıklar gösterebilir. Gelişmiş ülkelerde adalet çok yükseklerde, demokrasisi gelişmemiş, antidemokratik ülkelerde ise çok aşağılardadır. Adalet daima, ‘kapsamı içinde kalıp, altında olanlara’ işler. Adaletin üstünde olan gurup ise, adaleti keyfine göre işletir. Üstteki grupta olanlar, ne kadar fazla olursa, o ülkede adaletin düzeyi de o kadar düşük olur. İşte yine aklıma takıldı, Adil Öksüz’ü kimler kaçırdı, Zindaşti nerede, Sezgin Baran Korkmaz neden bizde değil de Avusturya’da, Rıza Sarraf neden ABD de yargılanıyor. Bizim polisimiz, onları ülkedeyken, neden yakalayamadı, adaletimiz onları neden yargılayamadı. Neyse buna da şükür, Çiftlikbank dolandırıcısı 1991 doğumlu ‘tosuncuk’ Mehmet Aydın, Brezilya’da kendisi başvurdu da, sonunda yurda getirebildik. Kendi geldi ama, dolandırdığı paralar henüz ortada yok.
Konumuz fikir hürriyetiydi değil mi. O halde yine çekinmeden yazayım, bir ülkede siyasiler ve gazeteciler, söyledikleri ve yazdıkları yüzünden hapsediliyorsa, belli davalara bakan hakim ve savcılar 3-5 ayda bir, hallaç pamuğu gibi oradan oraya tayin ediliyorlarsa, o ülkede adalet düzeyinin oldukça aşağı düştüğü söylenebilir. O ülke, Uganda, ya da Patagonya olmuş hiç fark etmiyor.
Yazdıklarım nedeniyle, beni de mahkemeye verdiler. Davayı kazandım ama, biz siz fark etmiyor, kendimizi günün birinde tekrar hakim karşısında bulabiliriz. Duyarlı okuyan ve yazarlar olarak, söylediklerimiz ve yazdıklarımıza dikkat etmeliyiz. Sizi bilmem, en azından ben öyle yapıyorum. Arkamda beni savunacak avukatlar ordusu yok. Bu yüzden yazılarımda kimseyi direk olarak suçlamam ve mecbur kalmadıkça isim vermem. Sadece olayları, bilimsel doğrular ve gerçekleriyle tartışırım.
Eski atışmalarla yazımı bitireyim. Son mesnevihanlardan meşhur Tahirül-mevlevi, kuleli askeri lisesinde edebiyat ögretmenidir. Bir gün aynı okulda öğretmen olan Sadık bey, Tahir efendiye ‘köpeğin tahir olduğunu söylüyorlar efendim’ der. Tahir efendi de ‘bu, mezhepler arasında ihtilaflı bir konudur ama sadık olduğunda herkes hemfikirdir.’ diye cevap verir. Tahir efendi bir gün, bir olaydan ötürü şair Nefi’ye kelp (köpek) der. Bunu işiten Nef’i ise söz konusu dörtlüğü kaleme alarak hem köpeğin tahir (temiz) bir hayvan olduğunu, bu yüzden bu kelp sözünü bir iltifat olarak kabul ettiğini, hem de ufak bir kelime oyunuyla kendisine göre de, Tahir efendinin köpek olduğunu söylemiş olur. Nef’i’nin, dili kullanma ustalığı, şairlik ve ayar verme yeteneğine şapka çıkartmamak imkansızdır. Şairin, Tahir efendiye verdiği cevap:
‘Tahir efendi bana kelp demiş.
İltifatı bu sözde zahirdir,
Meliki mezhebim benim zira,
İtikadımca kelp tahirdir’.
Bakınız büyük halk ozanımız Yunus Emre ne söylemiş :
Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı
Söz ola, ağılı aşı bal ile yağ ede bir söz.
‘Arkadaş, ağzından çıkanı kulağın duysun’ derler. Yazdıklarımızı da, kulağımız duysun, gözlerimiz daha dikkatlice görsün. Bazıları her ne kadar, ‘burası Uganda değil, Türkiye, burada demokrasi ve özgürlük var’ derlerse de, biz yine de dikkatli olalım arkadaşlar. Aramızda dokunulmazlığı olan var mı, yok. Öyleyse, söylenen ya da yazılanlar, kör gözüne çomak sokar gibi, direk olarak zülf-yare dokunmamalı. Bir dokunursa, eyvahlar olsun, yandı gülüm keten helva.
2 yorum
Bilgece yaklaşımız için teşekkürler.
Maalesef artık böyleyiz