Şu bizim arkadaşlar da bir alem. Her gün yeni bir fıkra anlatıyorlar. Nereden bulurlar, nasıl adapte edip anlatırlar bilemiyorum. İnterneti açıyorsunuz, gün geçmiyor ki yeni bir fıkra gelmesin. Kimileri için, ‘Artık işleri deliliğe vurdu’ derler de, böylelerine pek bulaşmak istemezler ya, işte öyle bir şey. Son durumlardan sıkılan çoğumuz, deliliğe vurmasa da, fıkralara vurdu bir kere. Anlatılan fıkraların çoğu, hiç aklımda kalmaz, hemen unuturum. Bu nedenle, başkalarına da anlatacak fıkram pek olmaz. Fıkraları ezberlemek de, yeri geldiğinde anlatmak da, başka bir zanaat.
Nedendir bilinmez, son anlatılanlardan ikisi aklımda kalmış. Unutmadan sizlere de aktarayım.
Efendim, ormanın kurnaz tilkisi, bir gün etrafta gezinirken, birden, etraftan bir et kokusu almış, hemen kokunun geldiği yöne seğirtmiş. Bir bakmış, ağaçlardan birinin dalında, nefis bir geyik butu sallanıyor. Kurnaz tilki bu, yaş tahtaya basar mı? Bir terslik olduğunu düşünüp, hemen yakındaki bir tepeciğin üstüne çıkarak, etrafı kollamaya başlamış. Bir süre sonra kokuya bir kurt gelmiş. O da etrafa bakındığında tilkiyi görmüş. -Tilki kardeş sallanan butu gördün de neden yemiyorsun? diye sormuş. Tilki, – Kurt kardeş ben niyetliyim sen ye.- der demez, aç kurt daldaki buta bütün hışmıyla saldırmış. O esnada, buta sarılı bomba patlamaz mı. Yaralanan kurt bir yana, but bir yana savrulmuş. Bunu gören tilki olduğu yerden kalkıp, düşen butun üzerindekileri sildikten sonra başlamış afiyetle yemeye. Yaralı kurt, – Ulan sen oruçlu değil miydin? diye sorduğunda, uyanık tilki: – Top patladı kurt kardeş, sen duymadın mı? – deyivermiş.
İkinci fıkra da şöyle.
Zamanın birinde padişah, atlarına iyi bakılmadığını söyler dururmuş. Bir gün iyice sinirlenip, atlarına nasıl bakıldığını görmek için, etrafıyla birlikte ahırların yolunu tutmuş. Ahıra geldiğinde, bir de ne görsün, atları bakımsız, pislik içinde, seyislerse bir kenarda tembel tembel oyun oynuyorlar. Bu hale iyice sinirlenen padişah emrindeki üç seyise bağırıp çağırdıktan sonra, cellatlarına – Alın bunları götürün, boyunlarını vurun! – diye emretmiş. Cellatlar seyisleri götürürlerken, içlerinden biri, – Padişahım, siz benim boynumu vurduracaksınız ama, ben sizin şu beyaz atınıza bir yıl içinde uçmayı öğretirim deyince aklı yatan padişah, – Bir sene sonra göreceğiz diyerek seyisi diğerlerinden ayırmış. Ölüme gideceklerden biri, – Ulan sahtekâr hiç at uçar mı? – diye kalan seyise söylenince, bizimki pişkin pişkin. – Oğlum burası Osmanlı, burada her şey olur. Bir yıl çok uzun bir süre. Bakarsın padişah ölür, bakarsın ben ölürüm, belki de at ölür. Bakarsın padişah sözünü unutur, kimbilir belki de at uçar, kim bilir, deyivermiş.
Burası Türkiye arkadaşlar. Bizde, her yıl değil, her gün gündem değişir. Yaz olur kolerayla, kış olur domuz gribi aşısıyla yatar kalkarız. Kuş gribi dediler, fakir fukaranın geçim kaynağı olan tavuklarını telef ettiler, olan tavuklara oldu. Hatırlayan var mı? Unutuldu gitti bile.
Gün olur, falanca ilacı falanca uzmanlar yazamayacak denir. Bir de bakarsın değişivermiş. Falanca tetkikleri şunlar yapmasın, denilir. Ertesi gün, anında kararlar değişir. Uzmanlık sürelerini indirdik derler. Bakarsın bir yerler, olmaz arkadaş eskisi gibi olacak deyiverir.
Artık bu durumda, kurt mu olmalı yoksa tilki mi, seyis mi, at mı, ya da padişah mı? En iyisi, siz kendiniz karar verin. Bakarsınız, işi sağlam tutmak için, cellat olmaya bile özenenlerimiz vardır.
Aklıma geldi de sorayım. Bu kış ne gribi gelecek acaba? Belki tilki belki de gribi gelir. Artan domuz gribi aşılarını ne yaptılar acaba? Gelecek kışa kadar mıatları geçmese bari. Yoksa kışın neyi konuşacağız?