Keşke her şey bu güzel şarkıdaki gibi olsa idi. Fikri üretmemize değil (bu zaten imkânsız) ama onu ifade etmemize, düşüncemizi anlatma, bildirme, terennüm etme hürriyetimize kimseler engel ol-a-masa idi. Bülbül gibi şen şakrak şakısak, güle olan hislerimizi (fikirlerimizi) rahatça ifade edebilsek, “yaktın ah yaktın beni” diye feryadı figan etmeyip ‘dut yemiş bülbül’ durumuna düşmese idik.
Edebiyat gül ve bülbül ilişkisi üzerine şiirler, şarkılarla dolu iken; tarih, tefekkür edip fikri üretme cüretinde bulunup üstelik bir de bunu cesaretle ifade etmeye çalışan mütefekkirlerin birçoğunun acı, hüzünlü biten öyküleriyle doludur. Bu fikirlerin çoğu tutanaklara, kitaplara geçmiş, tarihe not düşülüp insanlara mâl olmuşken; bir kısım insanlar da ya fikirleri yüzünden katledilmişler ya da fikirleriyle birlikte zindanlarda kaybolup gitmeye mahkûm edilmişlerdir.
“Beni hapsedebilirsiniz ama fikirlerimi asla” diyen birine zamanın despotu, “biz seni o fikirleri başkalarına aktaramayasın diye hapsettik” diye cevap vermiştir. Zira insan yoksa fikir de yoktur ve üretilse dahi ifade edilebilme, yayılabilme hürriyetinden mahrum olan fikirler başkalarına ulaşabilme, etkileyebilme olanağından da yoksundurlar. O yüzden mümkün mertebe başkalarının duymaması ve bilmemesi için her türlü tedbir alınır. Fikrin üretme hakkına engel olmak için her yol ve yöntem uygulandığı gibi, fikir üretilse dahi baskı ve yasaklar devreye sokulur, fikrin özgürce ifade edilmesine yarayan her türlü araç, denetim ve kontrol altında tutulur.
Akıl muhakeme ve mukayese aracı, fikir de onun ürünüdür. Sadece aklı olmayanın fikri yoktur. Farklı fikir, görüş ve kanaatlerin olmadığı bir yerde ise, şayet baskıcı ve totaliter bir ortam yoksa, akıl ya donmuş ya devre dışı kalmış ya da biri/leri’ne teslim edilmiş, kiralanmış, satılmıştır. Bu nedenle bir devlet, topluluk, teşkilat, kurum, yapı fertlerinin düşüncelerini kayıtsız şartsız rahatça ifade etme özgürlüklerini en ufak bir endişe ve korkuya kapılmadan kullanabilmelerine ve organize olup örgütlenebilmelerine izin vermek bir yana böyle bir vasatı, ortamı sağlamakla yükümlüdürler, üstelik bu bir lütuf da değildir. Elbette sağlıklı, başarılı, huzurlu, umutlu bir toplum istiyorlar ve başkalarından çekinecek, korkacak gizlisi saklısı, suçu, günahları yoksa ve sistemlerine güveniyorlarsa. Yoksa neden çekinsin, etrafı yasaklarla donatsınlar ki? Kendisine, düşüncesine ve kadrosuna güvenemeyenler, herkesi susturma ve muhalefetsiz bir ortam yani bir nevi dikensiz gül bahçesi oluşturmaya çalışırlar.
Her türlü fikrin rahatça, özgürce, korkusuzca ifade edilemediği topluluklarda ve devletlerde bir canlılık, yenilenme, değişim ve gelişim olmadığı, tarihe ve günümüze bakıldığında gün gibi aşikârdır. Ne zamana kadar farklı düşünen insanları susturup muhalefeti sür git kapalı mekânlara ve yer altına itebilirsiniz. Gerçeklerin, doğruların günü geldiğinde ortaya çıkmak gibi bir özelliği vardır. Fikre fikirle, silaha silahla karşılık verilir. Bir fikir kendini rahatlıkla ve korkusuzca ifade etme, örgütlenip başkalarına arz etme imkânı bulabildiği halde başkalarını cebren ve şiddetle (silahla, terörle) ikna yoluna gidip tahakküm kurmaya kalkıyorsa o zaman elbette hukuk dairesi içinde gereken yapılabilir. (1)
Zor, ikrah yolu dışında her türlü fikrin alabildiğince ve olabildiğince üretilebilme ve ifade edilebilmesine azami dikkat ve riayet etmek şarttır. Allah, kullarından akletmeyenleri “davarlar” olarak nitelerken ve kulunun aklından geçtiği halde fiiliyata dökülmeyenlerinin, fiiliyata dökülmese bile iyi, helâl olanlarına sevap yazıp kötü, haram olanlarından da sorumlu bile tutmazken biz kullarına ne oluyor ki, aklın ürünü olan fikirlerin ifadesine, dile getirilmesine dahi türlü türlü yasaklar getirip engeller çıkartıyoruz. Şayet fikirlerimize güvenimiz yoksa ve “çiğ yiyip de karnımız ağrımıyorsa” yani duyulmasını, konuşulmasını istemediğimiz, hesabını başkalarına veremeyeceğimiz gizli kapaklı işler de yapmamışsak ne diye başka fikirlerden korkup çekinelim ki? Tıpkı düşünmenin farz oluşu gibi, insanların bilinçlenip seviyelerinin, kalitelerinin artması için de hiçbir şeyi yedeğe bırakmadan bütün olanakların seferber edilmesi farzdır, vaciptir, şarttır, olmazsa olmazdır.
Yeri gelmişken ve fikrin ifade hürriyetinden bahsederken din yani inanç hürriyeti konusunda da aynı düşündüğümü belirteyim. Kişinin inancı sadece o kişiyi ilgilendirir. Bir dine, mezhebe, akıma inanıp inanmadığı veya gereklerini yerine getirip getirmediği bir başkasını ilgilendirmez. İsteyen bir dine, inanca, mezhebe inanıp inanmamakta özgürdür. Bir dine, inanca, mezhebe girer, çıkar, değiştirebilir, vazgeçebilir, fert/ler ya da devlet karışamaz. Aynı fikir bahsinde olduğu gibi diğer insanları, toplumu, kamuyu ilgilendiren yönü cebir ve şiddet olup olmadığı, hak ve hürriyetlerin ihlal edilip edilmediğidir. Devlet, iktidar, hukuk -halk dahil- herkes fikir ve inanç özgürlüğünün en geniş, en müspet, en özgür biçimde icra ve ifasını sağlamakla yükümlüdür. Devlet hiçbir ferdine ideoloji (Atatürkçülük, kemalizm dahil) ve din & mezhep (İslam ve sünnilik dahil) empoze ve dikte edemez. Tarafsız, hakem, adil ve herkesi kapsayıcı, kuşatıcı olmak zorundadır. Hiçbir fikir ve inanç sahibine öz üvey, birinci ikinci sınıf, iç tehdit düşman muamelesi çekemez, buna hakkı yoktur.
Bir insanın herhangi bir konudaki fikri, görüşü, kanaati onun “zann-ı galibi”, “hâkim görüşü, kanaati”dir. Bu nedenle herkese fikren muhalefet hakkı yine herkesindir. Devlet, iktidar, hukuk o toplumdaki hiç kimseyi bir diğerinden ayırmadan fikir üretme ortam ve olanaklarını sağlama, ilaveten ne kadar aykırı, sıradışı, tehlikeli!, anarşist! bile olsa üretilmiş fikirlerin herhangi bir mazeret gösterip hiçbir bahaneye sığınmadan, hiçbir baskı ve engelle karşılaşmadan ifade edebilme hürriyetini kullanabilmesini sağlamakla vazifelidir, sorumludur, mecburdur. Fikirleri ve ifadesi nedeniyle hiçkimsenin canı, malı, ırzı, özgürlüğü en ufak bir tehlikeye uğramaması gerektiği gibi bu konuda bütün yasal ve hukuki güvenceler, garantiler sağlanmalıdır. En başta devletin, cumhurun başı bunu sağlamalı, fikirlerinden dolayı asla bir kişiye bile -hakaret dahi olsa, zira eleştiri ile hakaret arasında bazen ince bir çizgi vardır- bir tane bile dava açmamalıdır. Ülke yönetiminde görev alan ister seçilmiş ister atanmış olsun hiçbir devlet memurunun (cumhurbaşkanı dahil) eleştirilememesi diye bir şey olmamalı, eleştirinin şekli ve şiddeti ne olursa olsun sineye çekilebilmeli, olgunluk, sabır ve hoşgörü gösterilebilmelidir. Bu konuda adalet, hukuk, yargı; devleti, devlet görevlilerini değil, ‘adına’ diye başladığı ve hüküm verdiği milleti, halkı, sokaktaki sade insanı korumalı; güvencesi, savunucusu, sığınağı olmalıdır. Her ne suretle olursa olsun Türklüğü, cumhuriyeti, devletin kurum ve organlarını tahkir ve tezyif (hakaret ve küçük düşürme), falan kişinin/kişilerin hatırasına saygısızlık (Atatürk aleyhine işlenen suçlar gibi), devlet sırrı, dini & kutsal değerlere hürmetsizlik, devletin bekası, milli güvenlik, olağanüstü hal ya da başka sebepler gösterilerek, eleştiri ve fikri ifade hürriyetinin kullanılmasının önüne asla set çekilmemeli, engellenmemeli, yasaklanmamalı, kısıtlanmamalı, fikirler susturulma yoluna gidilmemelidir.
Sizi duyar gibiyim ve elbette ben de biliyorum fikri üretme hakkı ve ifade hürriyetinin mutlak anlamda dünyanın hiçbir yerinde tam manasıyla olmadığını, hatta yaşadığımız ülke dahil avrasya ve ortadoğu coğrafyasında ve özellikle müslümanım diyenlerin çoğunlukta olduğu ülkelerde olmadığını veya olması gereken düzeyde olmadığını; düşünen ve üstelik bir de bunu söyleyip yazıp çizip paylaşmaya çalışanların türlü baskı ve yaptırımlara uğratıldığını, yalnızlaştırma, dışlama, sürgün, işinden aşından etmek, işkence, hapis ve ölüm dahil ağır bedeller ödemek zorunda bırakıldığını. Ama aklımdan, gönlümden geçen, inandığım, hayal ettiğim, normal, tabii, fizyolojik olduğunu düşündüğüm şey budur ve olması gerekenin tam da bu olduğu fikrindeyim. O sebeple ettim onca lafı şu ana kadar, varın siz de ‘hadi oradan, bütün yazdıkların laf-ı güzaf, hayal mahsülü, senin düşün-düşüncen işte’ deyin sayın okuyucu. Fakat bilin ki fikrinize katılmasam da, ifade edilmesine saygı duyar ve ifade hürriyetinizi savunurum. Bugüne kadar kadar bu yüzden gerektiğinde kendi mahallemi, içinde bulunduğum çevreyi, camiayı, meslektaşlarımı, dostlarımı, arkadaşlarımı bile karşıma almaktan çekinmedim, türlü sıkıntı ve sorunlarla da karşılaştım. Bu yüzden bir meslektaşım benim hakkımda “İrfan yalnız gezer, yoktur şurekası” diyebilmiş, yazabilmiştir. (2)
Nâmık Kemâl’in meşhur sözlerinden “Bârika-i hakikat, müsâdeme-i efkârdan doğar – Fikirlerin çatışmasından, hakikat güneşi doğar” sözünü hatırlatıp meramımın hasıl olduğunu düşünerek yazımı bitiriyorum.
Kaynaklar
- Arif Kaya, İç muhalefet tartışması: Müslümanlar arasında muhalefetin imkânları, Nasihat ve Bozgunculuk Arasında Muhalefet (Ortak Çalışma), Editör: Levent Çavuş, Tashih Yayınları, 2018, İstanbul, Sh. 184-99 / http://arifkaya06.blogspot.com/2020/12/ic-muhalefet-tartsmas-muslumanlar.html
- Benim Yolum / Tababet san’atının icrası ile geçen 33 yıl, Prof. Dr. İrfan Yalçınkaya, Kitapyurdu Doğrudan Yayıncılık, 2021, İstanbul, Sh. 117-23 / https://profdrirfanyalcinkaya.blogspot.com/2021/11/benim-yolum-tababet-sanat-ile-gecen-33.html
17 yorum
Güncel olması hasebiyle, değerli ve nadide sanatçı Sezen Aksu’nun 5 yıl önce seslendirdiği “şahane bir şey yaşamak” şarkısındaki (binmişiz bir alamete, gidiyoruz kıyamete, selam söyleyin o cahil Havva ve Adem’e) sözü nedeniyle medya tarafından (Yeni Şafak gazetesi) hedef gösterilip bir nevi protesto ve lince maruz bırakılması kutsal değerlere, peygambere hakaret olarak takdim edildi. Gündem değiştirmeye yönelik istihbari bir operasyon olduğu her halinden belli olan bu hadise bile fikir (ve sanat) üretme hakkı ve fikri (sanatı icra) ifade etme özgürlüğünün hangi gerekçe ile olursa olsun kısıtlanmaması gerektiğine güzel bir örnek teşkil etti. Cahil kelimesi asla bir hakaret ve saygısızlık olmayıp bir tespit ve nitelemedir. Ki cahil sözcüğünü de en çok Yeni Şafak zihniyetine sahip olanlar, kendileri gibi olmayanlar için kullanırlar. Beğenelim beğenmeyelim mütefekkirler ve hele sanatçılar, şairler, edebiyatçılar, mizah ustaları bu tür edebi sanatları çok kullanır. Katılalım katılmayalım herkes fikrini özgürce ifade etme hak ve hürriyetine sahip olmalıdır, bu konuda ama, istisna ya da yasaklamak için haklı bir mazeret olamaz.
Ayın konusu, bir anda güncel bir konu oldu çıktı, yazı daha bir önem ve anlam kazandı.
Erdoğan, Sezen Aksu’yu hedef aldı: O dilleri koparmak bizim görevimiz
Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir şarkısı nedeniyle tehdit edilen şarkıcı Sezen Aksu’yu hedef aldı: “Hz. Adem efendimize kimsenin dili uzanamaz. O uzanan dilleri koparmak bizim görevimizdir.”
https://kronos34.news/tr/erdogan-sezen-aksuyu-hedef-aldi-o-dilleri-koparmak-bizim-gorevimiz/
Selamün aleyküm Değerli gardaşım.
Emeğine yüreğine sağlık düşüncelerine ,fikirlerine canî gönülden katılıyorum.
Fakat bu yollar aileden başlıyor.
Gider gide nesiller mide ve tâhâret derdinde.
Projesiz ve hep dünyalık derdinde.
Eğer analar,babalar manevi duyguları evlatlarına öğretirlerse,maddiyat devamında gelir.
Batı toplumları maddiyat içinde yüzüyorlar,ama maneviyat olmadığı için toplumlar huzursuz.
Saadet ve âhlak yoksunluğu içindeler.Alemlerin sahibi bize Rad Suresi 11.âyeti olumlu olarak yaşatmayı ve Ali İmran Suresi 110.Ayeti yaşamayı nasib eylesin.
Allah’ın selamı rahmeti ve bereketi üzerinize olsun inşaallah gardaşım
*Firavun haykırdı: “Ben size izin vermeden ona inandınız ha! Anlaşıldı, o sizin hepinize sihirbazlığı öğreten büyüğünüz. Yakında bileceksiniz. Yemin olsun, ellerinizi, ayaklarınızı çaprazlamasına keseceğim ve yemin olsun sizi toptan asacağım.” (Şuara, 49)
Bu ayette, sihirbazlarının Hz. Musa karşısında yenik düşüp “iman ettik” demeleri firavunu çileden çıkardığı ve onları böyle tehdit ettiği belirtiliyor. Mümin olan sihirbazlar ise bu tehdide rağmen seve seve ölüme gidip şehadete yürüdüler.
*Allah ve resulüyle savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuk yapmaya çalışanların cezası şudur: Öldürülürler yahut asılırlar yahut elleriyle ayakları çaprazlamasına kesilir yahut bulundukları yerden sürülürler. Bu onlar için dünyada bir rezilliktir. Âhirette de onlara büyük bir azap vardır. (Maide, 33)
Bu ayette de benzer bir ceza var, tek farkı sürgün de eklenmiş. Bu ayetten hareketle İslam şeriatı (hukuku) ile yönetilen Suudi Arabistan, 1979 yılındaki Kabe’nin basılması (isyan, kıyam, işgal ne dersiniz deyin) suda boğulmayıp da canlı yakalanan kişilere uyguladı. Hepsinin çaprazlama kol ve bacakları kesilip asılarak günlerce teşhir edildiler.
Firavun’un eleştirilen zalimce ve dehşetengiz uygulamasının (kol ve bacakların çaprazlama kesilmesi) hangi gerekçe ile olursa olsun aynıyla alınıp kabul edilmesi, Kur’an’da başka bir yerde zikredilmesi, İslam şeriatı(hukuku)nın bir parçası haline getirilmesi ve aradan 14 asır geçtikten sonra aynı topraklarda uygulanması ne yalan söyleyeyim beni dehşete düşürdü ve düşün-dürttü. Bir şarkıdaki bir ifade yüzünden “dillerin koparılıp hadlerin bildirileceği” sözlerinin sarfedildiği bir zamanda, sahi biz nereye doğru gidiyoruz? Sizi bilmem ama ben ürkmeye, korkmaya başladım, dehşet içindeyim.
En fazla hakaret davası açan cumhurbaşkanı açık ara Erdoğan
https://kronos34.news/tr/en-fazla-hakaret-davasi-acan-cumhurbaskani-acik-ara-erdogan/
Makalemden bir bölüm:
“…Fikirleri ve ifadesi nedeniyle hiçkimsenin canı, malı, ırzı, özgürlüğü en ufak bir tehlikeye uğramaması gerektiği gibi bu konuda bütün yasal ve hukuki güvenceler, garantiler sağlanmalıdır. En başta devletin, cumhurun başı bunu sağlamalı, fikirlerinden dolayı asla bir kişiye bile -hakaret dahi olsa, zira eleştiri ile hakaret arasında bazen ince bir çizgi vardır- bir tane bile dava açmamalıdır. Ülke yönetiminde görev alan ister seçilmiş ister atanmış olsun hiçbir devlet memurunun (cumhurbaşkanı dahil) eleştirilememesi diye bir şey olmamalı, eleştirinin şekli ve şiddeti ne olursa olsun sineye çekilebilmeli, olgunluk, sabır ve hoşgörü gösterilebilmelidir…”
Şahane bir şey yaşamak
https://youtu.be/xdzO8q_d7Ns
İlahiyatçı değilim ama bu bildiriye ben de imzamı atıyorum https://www.sozcu.com.tr/hayatim/magazin-haberleri/sezen-aksuya-ilahiyatcilardan-destek/
konunun dini (islami) kesime bakan yönü için şu konuşmayı dinlemenizi öneririm
“islami kesimde aforoz devri” – ruşen çakır / https://www.youtube.com/watch?v=PYmBx5yL_x8
İKİ BUÇUK SAYFA – MEHMET ÇOBAN – ARTUKLU YAYINLARI
KİTAP DEĞERLENDİRMESİ
1985 yılında bir dergide yazdığı 2.5 sayfalık bir yazı nedeniyle 163. maddeden hüküm giyip 2.5 yıl hapis yatan yazar, tahliye olduktan 25 yıl sonra cezaevi notlarını kaleme almış. O kadar doğal, içten, yürekten yazmış ki, sanki onunla birlikte mahkum ve tahliye oluyorsunuz. Oldum olası başka insanların hayat hikayelerine ilgi duymuşumdur. Şu kısacık hayatımızda her şeyi yaşamaya ne imkanımız ne de vaktimiz yeter. Ama eğer birileri anılarını kaleme alırlarsa biz de okuma ve faydalanma olanağına öyle kavuşuyoruz. Mehmet ağabey iyi ki hayatının o yıllarına ait duygu, düşünce ve gözlemlerini kaleme almış ve çok da güzel etmiş. Biraz uzun bir hatırat olmuş belki ve ayrıca bir iki eleştirim de olmadı değil. Devlet daima o günkü hakim paradigma ne ise ona göre iç tehlike, düşman olarak gördüklerini bir bahane ile cezalandırma yoluna gitmiştir. Zira suç ve ceza tespiti ve infaz yetkisi elinde, kim engel olabilir ki? O dönem piyango Çoban’a ve binlerce insana çıkmış. Fakat her ne kadar yazar, fikrini ifade ettiği için işkence ve hapisle cezalandırılma yoluna gidilmiş ise ve de kitabının sonunda fikir ifadesi suç olmamalı dese de ne bileyim ben yine de pek ikna olmadım. Zira bu ülkede düne kadar bu yönde düşünenler, devlet erkini ele geçirdiklerinde dönüşüveriyorlar. Günümüze, yakın ve uzak tarihe bakın görün. Bir umut, zamanla toplum değişirse belki.
TBMM’nde iktidar partilerinin, kamuoyunda sosyal medya yasağı diye bilinen “Türk Ceza Kanunu’nun 127’nci maddesine yapılması öngörülen eklemede, “Halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır” denilmektedir. Aslında masum ve mazur gibi gösterilen bir gerekçe ile kanaatimce, yazılı ve görsel medyanın % 90’dan fazlasının iktidar tarafından kontrol edildiği bu ülkede, henüz kontrol altına tam alamadıkları sosyal medyayı da bu yasa vesilesi ile kontrol altına almak suretiyle fikir ifade özgürlüğünün köküne kibrit suyu ekilmek istenmektedir. İstiyorlar ki gazetelerde, televizyonlarda, radyolarda, internette ve sosyal medyada yalnız iktidarın bilinmesini, duyulmasını, görülmesini istedikleri şeyler olsun, rahatsız olabilecekleri hiçbir şey olmasın, medya tam bir dikensiz gül bahçesine dönsün, muhalefet aracı, vesilesi olan şeyler toptan iptal olsun. Böyle ülkeler dünyada yok değil, ama üzücü ve kahredici olansa cumhuriyetin 100. yılında bu ülkede de yasa, kanun, hukuk eliyle böyle bir faciaya yol açılmak istenmesi. inşallah muvaffak olamazlar, fırsat bulamazlar. olurlarsa artık ben de “coğrafyanın kader ve aynı zaman da keder” olduğuna inanmaya başlayacağım. Ört ki ölem.
Müslümanların geçmişi ve bugünü de fikir üretme hakkı ve ifade hürriyeti açısından bir ortaçağ avrupası kadar olmasa da pek parlak ve hayırhah değil maalesef. Fikirleri ve inançları yüzünden pek çok alim, fakih, aydın her türlü eza ve cafayı çekmiş, hayatını bile yitirmiştir. Bu konuda Prof. Dr. Mehmet Azimli’nin çok kıymetli (Müslümanların Engizisyonu 1-2-3 / Ölümcül Kovuşturmalar / Mihneler) çalışmasını (ki 1. cildini okumuştum) hararetle tavsiye ederim. https://www.kitapyurdu.com/index.php?route=product/search&filter_name=m%C3%BCsl%C3%BCmanlar%C4%B1n%20engizisyonu
Basın özgürlüğü, iktidar ve basın ilişkisi, etik ve ahlaki ilkeler, fikir üretme ve ifade özgürlüğü ile ilgili ibretlik bir hadise yaşandı geçtiğimiz günlerde, konu ile ilgili cuk oturdu.
https://www.dailymotion.com/video/x8e25f6
Seçimler yaklaşırken yazılı ve görsel medya büyük ölçüde RTÜK, hükümet ve sermayenin kontrolünde olup “gereğini yaparken”, jet hızıyla dezenformasyon yasası adı altında henüz kontrol altına alınamayan sosyal medyayı hizaya sokma kararı yürürlüğe TBMM tarafından sokuldu. İktidar kanadının tek taraflı hazırladığı yasaya göre “sosyal medyada halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılacak.” Bu belirsiz, esnek ve muğlak ifadelerle yargı sopası kimin elinde ise karşı, muhalif olan kesim arasında pbir endişe ve korku ortamı oluşacak, oluşturulacak. Fakat unutulan bir şey bu yasanın gün gelip bu yasayı çıkaranlara da zarar verebileceği gerçeğidir. Ömrümüz kifayet ederse yaşayıp göreceğiz. İnsanları özgür kılıp “susan değil, konuşan bir Türkiye” yerine nereye kadar ve nasıl susturup dillerini lal edeceksiniz. Gerçeklerin günü gelince ortaya çıkma ve bilinme gibi bir özelliği vardır. Bu dünyada olmazda öte dünyada, ahirette.
Bu konuda güzel ve kaliteli bir makale
Ülkemizdeki rejim ne kadar demokratik?
https://www.eskisehir.net/m/yazi-makale,831.html
Diyanet’in mahkemeye başvurup yasaklatıp toplattırma kararı aldırdığı kitabı (Yaşayan Kuran – Meal ve Tefsir) yıllar önce okumuştum. İhsan Eliaçık hocaya destek ve bu yasakçı karara itiraz sadedinde kitapla ilgili yazımı paylaşmak istedim. İnanç ve fikir ifade hürriyeti asıldır, önemlidir, hayatidir ve vazgeçilmezdir. Bunu bu ülkede her geçen gün ve her vesileyle görüyor ve daha iyi anlıyorum.
http://arifkaya06.blogspot.com/2014/06/ramazan-ve-kuran.html?m=1
“Gerçek İslam” lafazanlığı yapanlar şu yapılanlara (olan bitene) iyi baksın.
İslam, egemenin kabul ettiğidir.
Şeriat güzellemesi yapan dindarlar da aklını başına devşirsin.
Şeriat, egemenin kabul ettiği Müslümanlık dışındaki tüm Müslümanlar için cehennemdir.
Laiklik dindarların da garantisidir.
(https://twitter.com/LeoCanSrpp/status/1628372309542162434?t=zXxAcpqYSIgd72VOhQ4mBw&s=03)
“BENİM YOLUM – Tababet San’atının İcrası İle Geçen 35 Yıl” KİTABIMIN “GÖZDEN GEÇİRİLMİŞ VE İLAVELİ 2. BASKI”SI ÇIKTI.
İKİNCİ BASKIYA ÖN SÖZ’Ü OKUMAK İÇİN;
https://profdrirfanyalcinkaya.blogspot.com/2023/09/benim-yolum-tababet-sanatnn-icras-ile.html