İslam hukukçuları tarafından kurumsallaştırılamayan müesseselerden biri̇ de karz müessesesidir. Tarihten günümüze insanların birbirleriyle yardımlaşma ve dayanışma yolları aramışlardır. Bu yardımlaşma ve dayanışma yöntemleri, hem dini hem de insani ve iktisadı bir sorumluluktur. Karz müessesesi de bunlardan biridir. Borç verme ile ilgili Kur’ân’da geçen nassları iki kategoride değerlendirebiliriz.
BİRİNCİSİ; karz-ı hasendir ki, bu bir teberru amaçlı “yardımlaşmadan” ibarettir. Yani maddî karşılık gözetilmeyen “sosyal yardım amaçlı” bir iyilikten ibarettir. Bu ayetler, “Eğer siz Allah’a güzel bir borç verirseniz Allah onu size kat kat öder ve sizi bağışlar…!”, “Allah’a güzel bir borç verecek o kimse ki, Allah da o borcu kendisine kat kat ödesin.” (Mâide 5/12; Bakara 2/245) gibi ayetler teberru maksatlı ayetler olup karşılığı yüce Allah tarafından verilecektir. Bu hususta Kur’an ve hadislerde pek çok nass bulunmak mümkündür.
Bu ayetlere ve hadislere bakıldığında “karz-ı hasen” diye ifade edilen, sırf yardım ve teberru karakterli bir borç verme işleminden bahsedildiği görülür. Zira bu bağlamda karşılıksız yardım güzel bir davranış olduğu gibi ihtiyacı olanlara ödünç vermek faziletli bir davranıştır. Bu tür borç vermenin hukukî dayanağını, hem “karz-ı hasen” hem de “kazandıklarınızda fakirlerin ve muhtaçlarında haklarının olduğu” ayetleri oluşturur.
Bu bir kültür ve inanç meselesidir. Borç vermek suretiyle fakir ve muhtaç duruma düşenlere yardımda bulunmak, paranın kendi kullanım hakkını devretmek, böylece mümin kardeşimizin sıkıntılarına çare olmak, İslâm ahlakından sayılmıştır. İnanç yapılarının zayıfladığı toplumlarda sosyal yardımlaşma da azalabilir. Sosyal yardım ve sosyal dayanışma kavramları farklı farklı kavramlardır. Çoğu kez bu kavramlar bile birbirine karıştırılır.
Keza ilk dönemlerden itibaren dinimizin gerektirdiği kardeşlik ve dayanışma ruhu bunu öğütlemiştir. Bu nasslardan daha çok karz-ı hasenin gönüllü bir tür sosyal yardım olduğu anlaşılmaktadır. Kur’ân’da ifade edilen karz-ı hasen’in, Allah rızası için dünyada herhangi bir karşılık beklemeksizin vakıf, sadaka ve ihsan gibi sosyal yardım amaçlı oluşumlar bu anlamda örgütlenmiş müesseselerdir. Sosyal yardım ise sosyal güvenliğin bir branşıdır. Kavramlar iyi anlaşılamadığından çoğu kez birbirine karıştırılmıştır.
Keza karz-ı hasen; maddi sıkıntıya düşmüş bir kimseye, ihtiyaç duymuş olduğu meblağı borç verip ondan hiçbir menfaat temin etmeden, verilen meblağı ayniyle geri almak, “paranın kullanım hakkını” kardeşine bağışlamak olarak da görülmüştür. Bugün bu tür karza “âdi karz” denilmektedir. Bu yönüyle karz vermek, sadaka vermekten üstündür.
İKİNCİSİ; ise bir karz sözleşmesi diye ifade edilen “mudâyene ayeti” olarak da bilinen “sosyal dayanışma” amacına yönelik olan nasstır: Bu ayetle, borç ve alışveriş işlemlerinde anlaşmazlık çıkmasını önleyecek, tarafların haksızlığa uğramamasını sağlayacak belgelendirme, şahit tutma ve rehin gibi önlemlerin alınması istenmektedir. Bu uygulamaların ne şekilde gerçekleştirileceği konusunda ayrıntılara kadar inilmiş olması konuya verilen önemi göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Ancak prensip, işlemin garantiye alınması olmakla beraber karşılıklı güven duygusunun da önemli bir unsur olduğu ve bunun kötüye kullanılmaması gerektiği devurgulanmaktadır. Bu ayetten birçok hukukî sonuç çıkarılabilir.
Bu ayetin bizi doğrudan ilgilendiren yönü “karz müessesesine” işaret edilerek bu kurumsal araçla karşılıklı sosyal dayanışmanın hedeflendiği söylenebilir. Çünkü “yazın, yazdırın, yazıcı adaletle yazsın, tanık tutun, tanıklar tanıklığı adaletle yapsın, yazıcı ve tanıklara zarar verilmesin” (Bakara 2/282.) emirleri bu işin bir yönüyle muhasebe yönünü bir yönüyle de borcun kurumsal bir organizasyonla garantiye alınmasına işaret etmektedir. Borçlar hukuku terimi olarak buna ise ticari karz denilir:
Öte yandan bu sosyal yardımlaşma ve dayanışmayı engelleyen nedenlerden biri de zamanın getirdiği konjonktürel durumlardır. Bu durum, ödünç verilen paranın değerindeki değişmelerin bu dayanışmayı engellediği bunun da birtakım tartışmaları beraberinde getirdiği bilinmektedir. Karz müessesesinin daha işlevsel olabilmesi ve sosyal yardımlaşma ve dayanışmaya katkı sunabilmesi için ödünç verilen karzın değerindeki değişme konusunun açıklığı kavuşturulması da önem arz eder.
Genellikle insanlar ellerindeki paradan bu değer kaybı sebebiyle çoğu kez vazgeçmek istemezler. Hatta karşılıksız vazgeçmek istemezler. Yani ellerindeki akışkan parayı ödeme vaadi ile değiştirmeye çoğu kez yanaşmazlar. Tasarruf ettiği parayı bizzat kullanamıyorsa, âtıl tutmayı isterler. Bu bağlamda paranın değer kaybı olan enflasyon ve devalüasyon meselesi önem arz eder. En azından hukuken paranın satın alım gücünün korunmasını talep ederler.
Paranın satın alım gücünün korunması şartıyla geliştirilebilecek karz müessesesinin sosyal yardımlaşma ve dayanışmaya katkı sağlayacağı da kuşkusuzdur. Ödünç alınan paranın menfaati kime aitse, bu satın alım gücündeki değer kaybı da ona ait olması kuraldır. Bu konunun ilk dönemlerden itibaren tartışıldığı görülmektedir. Nitekim Ebu Hanife ile klasik dönem fakihlerin çoğunluğu, her halükârda ödünç alınan paranın mislen iadesi gerektiğini söylerken; Ebu Yusuf ödünç alınan paranın kabz günündeki kıymetinin verilmesi gerektiğini savunmuş, Hanefi mezhebi içinde de Ebu Yusuf’un görüşü ağırlık kazanmıştır.
Ebu Yusuf’un bu görüşü bilginlerin bir kısmının ödünç alınan para iade edilirken ödünç süresi içinde satın alma gücünde meydana gelen değer kaybının da telafi edilmesi gerektiği tezinin önemli dayanaklarından birini teşkil etmiştir. Haksız kazanç ve sebepsiz zenginleşme konusunda üretim faktör gelirlerinin kaynak açısından yeniden ele alınması ve bu konuda ekip halinde doktora çalışması yapılmasını hararetle öneririm. Günümüzde iktisadi alanda söylenen ve yazılanların pek çoğu sosyal gerçeklikten uzak olduğu kanaatindeyim. Umarım bilimsel bir ortam hazırlanması halinde bu alanda ciddi çalışmaları organize edebileceğimi düşünüyorum.
Diğer taraftan günümüz sosyal güvenliğin temininde kredi tehlikelerine karşı çeşitli yöntemler geliştirilmiştir. Bu bağlamda günümüzde kredi teminatı olarak organize edilip sunulan ürün ile İslâm’ın sosyal güvenlik fonundan borçlular için verilen teminatın mukayesesi önem arz eder. İslâm’ın zekât müessesesi ile teminat altına aldığı tehlikelere bakıldığında bu tehlikelerden birinin de borçlular olduğu görülecektir. Zekât müessesesinin borçlular için ayrılan fonundan belirlenmiş alanlarda borç rizikosuna uğrayanlara teminat verildiği gibi kredi sigortası sonucunda rizikoya uğrayanlara da verilen bir teminat bulunmaktadır.
Bu teminatlarda da hiç şüphesiz borcun miktarı kadar bir ödeme olmaktadır. Her iki müessese ve oluşturdukları fonlar, gayeleri bakımından benzerlik arz ederler. Yani zekâttan borç rizikosuna uğrayanlara fon ayrılırken günümüzde bu boşluk kredi sigortası ürünü ile kapatılmaya çalışılmıştır. Konu hakkında tartışmaları bir yana bırakacak olursak, hiç kuşkusuz her iki müessese de kredi tehlikesine karşı geliştirilmiş bir tür sosyal güvenlik aracı olarak görülebilir.
Sonuçta karz bir yönüyle “sosyal yardım” bir yönüyle “sosyal dayanışma” olup kapsamlı bir sosyal güvenlik müessesesi gibi durmaktadır. Sosyal yardımlar, genellikle gönüllü ve karşılıksız, sosyal dayanışma ise karşılıklı bir mahiyet arz etmektedir. Karşılıklı dayanışma karşılıklı menfaati içerirken; karşılıksız yardım tek taraflı menfaat içerir. Karz bir yönüyle dünyada tek taraflı menfaati, bir yönüyle de karşılıklı menfaati ve dayanışmayı kapsamına alır.
Ancak günümüzde karz müessesesi yeteri kadar geliştirilemediğinden banka kurumlarının boy arttığı da görülmektedir. Bugün “fâiz” kavramı yerine “kâr” kavramını yazdığımız gibi “banka” kavramı yerine “karz” kavramını yazsak bu kültür problemini halletmiş mi oluruz bilemiyorum. Sosyal yardım ve sosyal dayanışma, sosyal güvenliğin iki kanadını oluşturduğu da anlaşılmaktadır. Saygılarımla.