( Kâr ve Zarar Ortaklığı)
İktisadi hayatımızdaki kâr ve zarar ortaklığı, bir kardeşlik ortaklığı olduğu söylenir. Bugün ki yazımda kâr ve zarar ortaklığı konusunda bir analiz yapmak istiyorum. Neden herkes kâra ortak olmak ister de zarara ortak olmak istemez. Sözde kâr ve zararı kardeş görürken; pratikte zarara ortak kimseyi bulamazsınız. Desene herkes cennete gitmek istiyor. Konuya geçmeden önce iktisadi ve sosyal ilkelerimize, izledikleri sosyal siyasetle, bizleri isyana sürükleyenlerin hakkında birkaç cümle yazmak istiyorum.
Gerçi sözün ve yazının bittiği noktadayız. Sözün ve yazının ruhuna fatiha okusak da biz yine bireysel ve toplumsal akletme bilincini yerleştirmek amacıyla biraz daha devam etmek istiyoruz. Akletme bilinci zanna değil bilime dayanmalıdır. Gençler…! Kur’an sekiz yüz yerde ilim ve bilimden, yedi yüz yerde tezekkür, tedebbür, tefekkür ve akletme tabirlerini kullanmıştır. Akletme fiilinin, inşaai bir eylem olarak gelmesi dikkat çekicidir. Namaz ibadeti atmış küsür yerde geçerken; düşünmek ibadeti sekiz yüz yerde geçmesi bizlere çok şeyler hatırlatması gerekir.
Gençler…! Bugün İngiliz aklı diye söylenen projeler bir bir icraata sokulduklarını görmekteyiz. Nitekim İngilizler yüz yıllık projelere imza atarlar. Fethedecekleri bölgeleri açlık ve sefalete sürükleyerek, iç isyana zemin hazırlarlar. Topraklarını feth etmek yerine alt kimlikler oluşturarak, bölüp parçalar birbirleriyle vuruştururlar. Çoğunlukla batılı ülkelerde din adamları yetiştirerek, bireysel ve toplumsal aklı bloke ettirirler. Bu ülkelerde kullandıkları vesayet rejimleriyle, düşünce ve aklı kullanmayı adeta yasaklatırlar. Bu toplumlar düşünmek ve aklı kullanmak yerine, birbirleriyle uğraşırlar, emperyalizme daha kolay sömürü pazarı olurlar.
Bu geri kalmış ülkelerin, geri kalmasında en önemli neden, bu gücü elinde bulunduran ülkelerin izledikleri sosyal siyasetle, vesayet sistemlerini kurarak, bu toplumları kendi emirleri doğrultusunda hareket edecek zorba yöneticiler atadılar. Bunları da halkın farkına varmamaları için sözde demokratik sistem içerisinde yaptırdılar. Kendi halklarını özgürlük ve düşünmede serbest bıraktıkları halde, sömürmek ve geri bırakmak istedikleri tüm ülkelerde kurdukları vesayet, baskı ve korku sistemleriyle düşünme ve akletmeyi adeta bloke ettirdiler.
Bu ülkelerde yaygın bir korku, yaygın bir baskı, yaygın bir cehalet, yaygın bir fakirlik oluşturdular. Geri kalan ülkelerin, çok az bir kısmı zevk ve sefada yaşarken; çoğunluk miydeden devletine bağlı yaşamak zorunda bıraktılar. Halkı fakirleştirerek adeta köleleştirdiler. Bu ülkelerin vatandaşlarını bireysel ve toplumsal aklını ve özgüvenlerini adeta bloke ettirdiler. Oysa canlılar için güneşin önemi ne ise, toplumlar için düşünmek ve aklı kullanmak da o kadar önemliydi. Keza canlılar için güneşin faydası ne ise, toplumlar için düşünmek, akletmek ve özgür olmak adeta kölelikten kurtulup insan olmak demekti.
Biliyorsunuz bugün herkes kâra ortaktır. Zarara ortak olanı hiç görmedim. Devlet, kâra ortaktır. Dostlar, kâra ortaktır. Arkadaşlar, kâra ortaktır. Siyaset kâra ortaktır. Eşler bile kâra ortaktır. Zarara ortak olanı hiç duymadım. İlkesel olarak sözde herkes kâr ve zarara ortaktır. Fakat özde sadece kâra ortaktırlar. Desene zarara sebebiyet veren dallar budanmalıdır. Yine de her şerde bir hayır vardır bilesiniz. Her şey güzel olacak dediler. Bakacağız her şey çok mu güzel olacak?
Desene değerler dünyamızın rotası saptığı gibi iktisadi ve sosyal hayatımızın da rotası sapmıştır. Hz. Ömer halkın taleplerine ve mektuplarına hep cevap verirdi. Zararın doğmasına sebebiyet vermezdi. Anlaşılan yenilenmezsek, yenileceğiz… Okçular tepesini de terk etmeyeceğiz. Gençler…! Mahzun olmayın, endişe etmeyin, gevşemeyin. İnanıyorsanız mutlaka galipsiniz. Ama yine de Müslüm baba diyor ya “dargınım” işte. Bugün yollar dargın, gençler dargın, ezanlar dargın, fakirler dargın yaşıyoruz işte..
Gençler…! İktisadi çöküşe giden yolda kâğıt para yoğun bakıma kaldırıldı. Bugün kur savaşları başlamış durumda. Çok yakında ticari savaşların yanında, siyasi savaşlar başlayacağı benziyor. Borçlu toplumların hâlini merak ediyorum. Mevduatlara verilen garantinin kaldırılmasını da merak ediyorum.
Klasik kaynaklarımızda iktisadi hayatımızın üç ana ilkesinden bahsedilir:
Birincisi: ( الخراج بضمان ) “Kâr riskin karşılığıdır.” Gelir riskin karşılığıdır deriz. Desene kâr elde etmek isteyen kişi, zarar riskini üzerine alması gerekir. Bu bireysel bir hayat felsefesidir. İslam hukukunun iktisadi hayatının genel bir prensibidir.
Sosyal hayat, % 50 kâr ve zarar veya hayat ve ölüm gibi riskler içerir. Bu riskler tabî, sosyal ve iktisadî nitelikli riskler olabilir. Sonuçta bu riskler, ya geçici veya sürekli gelir kaybını doğurur. Hayat bu sosyal yükler veya sosyal risklerle mücadeledir.
İkincisi; ortaklık ilişkisinde kâr ve zarar durumunu ifade eden ilkedir. الربح مالا شرطا والضيعة علي قدرل المالين) ) Bu da “kâr ortakların anlaşmasına, zarar sermayeye göredir” ilkesidir. Yani kâr ve zararın müşterekliği ilkesidir. Hayatımızda bu iki ilkenin varlığını iddia ederiz. Bu iki ilke, iktisadi hayatın temel ilkesi sayılır. Desene meşru ekonominin temel ilkesidir. Bu iki ilke, Müslümanın ekonomik hayatındaki temel prensipleridir. Ancak iki ilkeyi pratikte Müslümanların hayatında hiç görmeyiz.
Üçüncüsü: Zararı kendisine olan bir ürünün, geliri de kendisine mübahtır. الربه مالم يضمن Bu ilkeye göre bir ürün veya mal zâyi olduğu zaman, zararı kendisine dönüyorsa, bu üründen elde ettiği gelirin de kendisine ait olması gerekmektedir. Yukarıdaki iki temel ilkenin, bir tür ana ilkesi olan bu ilke, iktisadi hayatın kadim en önemli ilkelerinden biridir. İlkesiz toplumlarda ticaret, meşru olup olmadığına bakılmaksızın, rant ve kişisel çıkarların merkeze alındığı bir ticarettir. Oysa iktisadî hayatta hiçbir ahlaki kural tanımamak doğru değildir. Böylesine bir düzen sömürü düzeni olup bir tür riba’ya selam vermek demektir.
Herkes bugün sadece kârına ortak olmak ister. Zararına hiç kimse katlanmak istemez. Bu kültür problemi, adeta umumi belva olmuştur. Toplumların genel kabulü haline gelmiştir. Devlet vergisini alırken kişinin kazandığı orandan değil, takdir ettiği orandan alır. Müteşebbisin veya tacirin elde ettiği gelirine, kâr veya zararına hiç bakılmaz.
Keza sosyal hayatta dostlar sadece kâra ortak olmak isterler. Öğrenciler, siyasetçiler sadece kâra ortak olmak isterler. Keza arkadaşlar hatta eşler bile kâra ortak olmak isterler. Desene zarara ortak olanı hiç duymadım. Hele de zararı üstleneni hiç görmedim. Zararı ölüm gibi kendilerine yakıştırmazlar. Zarara kendisinin sebep olduğunu hiç de düşünmezler. Bunların her birini kâr da bulursun, zararda hiç kimseyi ortada bulamazsınız.
Bu kültür problemi çoktan ayrılmış aramızdan, desene uzaklaşmış Kâbe’den. Kâr ve zararı kardeş gören bir ekonomi hiç olmadı, desene olmayacak gibi duruyor. Bu ciddi bir kültür problemi hâline gelmiştir. Mevduatlara garanti verilmese, genellikle bankalar ve katılım bankaları mevduat bile toplayamazlar. Desene garantinin riba görüldüğü dönemden, caiz görüldüğü döneme mi evriliyoruz bilemiyorum. Sosyal gerçeklik bizlere ray mı değiştirdi onu da bilemiyorum.
Devlet, konvansiyonel veya katılım bankalarındaki belli limitteki mevduata garanti vermese, bu güven kültürü oluşturulmasa, mevduatlarını bankalara yatıran olur muydu bilemiyorum? Çoğunluk mevduatlarını, yastık altında tutarlardı. Parasını yastık altında tutmak, insanlığa ve âlemin imarına katkı sunmamak bir cezayı da gerektirir. İslam dini yastık altındaki paralar konusunda ciddi uyarılarda bulunmuştur. Desene bir güvensizlik ortamı bütün dertlerimizin başını çekiyor. Herkesin cennette yaşamak istediğini biliyorum.
Oysa sade kâra ortak olan bir dünyada insan hep yalnızdır. İktisadî sömürü devam ettiği sürece cennete de gitmesi zor görünüyor. Dostlar, arkadaşlar ve siyaset hep kârda dost ve arkadaştırlar. Zararda hiç kimseyi ortada bulamazsınız. Desene onurlu ve diyergam insan yetiştiremedik. İktisadi münafıklık, ekonomik hayatımızda da boy atmıştır. Derdi sade kazanmak olan bir insanın kıyameti çoktan kopmuştur. İlkesel duruşu olmayan insan, iktisadi hayatta da frensiz araba gibidir.
Limanı belli olmayan insanlar mı ararsınız. Siyasetçileri tavaf eden insanlar mı ararsınız. El öpmekle dudak ıslanmaz diyen insanlar mı ararsınız. Referansı özümsemiş insanlar mı ararsınız. Gelene selam duran fasulye tipi insanlar mı ararsınız. Bu pazar bitpazarı gibi ne ararsanız bulursunuz demek ki. Adeta münafıklık pazarında her bir ürünü arayıp bulabileceğiniz gibi bu menfaat pazarında her tip insanı bulabilirsiniz. Uzmanların değil de herkesin her şeyi bildiği bir toplumda, hepimiz cehennemde yaşamayacağız demektir.
Kâbe’yi değil de kârı ve menfaati tavaf eden bu insanları hayatımızda bizler çoğalttık. Desene söylemde varız deyip de eylemde fren yaptık. Söz de Müslüman olsak da özde Müslüman olamadık. Hayatımıza samimiyeti, sadâkatî ve hakkı değil de batılı hâkim kıldık. Şeytani izahlarla kendimizi de avuttuk. Leş gelecek yerden tavuk esirgenmez dedik. Desene herkes hayatta kârını düşünüyor. Zararı ahirete bırakmış görünüyor. AHİRETTE ALIRSIN. Saygılarımla.