Bazı uydurma fiten hadisleri, bünyelerinde barındırdıkları sakat dinî anlayışları insanların zihinlerine silinmeyecek şekilde yerleştirmiştir. Fark edilmeksizin beyinlere zerk edilen bu algılar/tasavvurlar/ölçüler kişinin ömür boyu davranışlarını şekillendirmektedir. Öyle ki rivâyette önemsiz gibi duran bir ayrıntı, çok defa insanı yanlış bir yöne kanalize edebilmektedir. Bu itibarla içerisinde hatalı mesajlar barındıran ve yanlış anlaşılma tehlikesi bulunan uydurma rivâyetlerin insanlara anlatılması çok yanlıştır. Günümüz hadis araştırmacılarından Ali Çelik, “halk arasında ilgiyle okunan eserlerdeki “kıssaların/masalların çoğunluğunun” İslâm’ın ruhuna aykırı anlamlar içerdiğini ve bunların sahih hadislerin ifade ettiği mânâyı gölgede bıraktığını” kaydetmiştir.
Dolayısıyla böyle bir tehlikeden korunmak için insanların sahih ve güvenilir hadislerle bilgilendirilmeleri, meseleleri farklı yönleriyle ve bir bütün halinde görmeleri sağlanmalıdır. Bu tür uydurma rivâyet ve masallardan/hikayelerden beslenmek yerine temel hadis kaynaklarından istifade edilmeli, verilmek istenen mesaj açık bir şekilde sunulmalı, insanların yanlış düşüncelere kapılmasının önüne geçilmelidir.
Aksi takdirde aklı ve bilimi önceleyen insanların çoğaldığı günümüz dünyasında bu tür uydurma rivâyetlerdeki gariplikler nedeniyle gençlerin dinden uzaklaşmaları söz konusu olabilecektir. Nitekim hıristiyanlar bu süreçten geçmiş, doğru bilgilerle tatmin edemedikleri insanların dinden/kiliseden uzaklaşmalarına, Deizme, Ateizme, Nihilizme vs. kaymalarına engel olamamışlardır.
Gaybî rivâyetlerden olan şefaat hadisi de yanlış anlaşılmıştır. Oysa bu rivâyette Hz. Peygamber’in vermek istediği esas mesaj şu olmalıdır: “Şefaatim; büyük günah işleyen, ama henüz dünyada iken derin bir pişmanlık duyup samîmî bir şekilde tövbe eden ve bu samimiyetini ispatlayarak ölen mü’minleredir.” Kanaatimizce rivâyet böyle anlaşılmadığı ve metinde bulunan kapalılık giderilmediği takdirde bazı kimseler asılsız ve temelsiz düşünce ve inançlarla kendilerini avutacaklardır. Müslümanların büyük bir yanılgıdan kurtulmaları için bu hadis hem doğru anlaşılmalı hem de insanlara doğru anlatılmalıdır.
Nitekim bazı müslümanlar, bu rivâyete bakarak ne kadar çok günah işlerlerse işlesinler Hz. Peygamber’in şefaatiyle kolayca cennete gireceklerine inandırılmış ve böyle bir beklenti içine sokulmuşlardır. Bu, üzüntü verici bir durumdur. Dolayısıyla bu hadis, müslümanları günaha sevk etmek yerine “tövbeye davet edecek şekilde” anlaşılmalı ve anlatılmalıdır.
Hz. Peygamber, kadınların zaaflarının ve duygularının esiri olmaları halinde bazı hatalar yapacaklarını ve bunun da olumsuz sonuçlarıyla karşılaşacaklarını bildirmiş, onları sakındırmış ve yanlış yapmamalarını istemiştir. Hz. Peygamber böyle söylediği için cehennemin çoğunluğunu kadınların oluşturması gibi bir durum asla söz konusu değildir. Bu fiten hadisi de raviler tarafından yanlış anlaşılmış ve “kadınların çoğunluğunun cehennemlik oldukları” iddia edilmiştir. Bu mevzu hadisi kullanan art niyetli kimseler ise kadınları kışkırtmış, İslâm’a olan kin ve nefretlerini kusmuş ve kadınları dinden soğutmaya çalışmıştır. Dolayısıyla bu uydurma rivâyetin de doğru anlaşılması ve anlatılması gerekmektedir.
Bazı uydurma fiten hadislerinde kıyâmet günü “beş vakit namazı cemaatle kılanlara” haddinden fazla abartılı mükafâtların verildiği görülmektedir. Bu uydurma rivâyetler İslâm’ın yanlış tanıtılmasına sebebiyet vermektedir. Bu ölçüsüz mükafâtları, ancak İslâm’ı bilmeyen ve anlayamayan cahil kimseler verebilir. Kaldı ki İslâm’ın özüyle bağdaşmayan bu rivâyetlerin tamamı uydurmadır. Zîra cemaatle namazın önemine vurgu yapan pek çok sahih hadis vardır ve bu hadislerin hiçbirinde böyle ölçüsüz ve abartılmış sevaplara/ödüllere rastlanılmamaktadır.
Aynı şekilde “Muhakkak ki güzel ahlak sahibi bir kimse, namaz kılıp oruç tutanların derecesine ulaşır” şeklindeki ifade “sahih hadise” sonradan eklenmiştir; yani müdrectir. Çünkü bu ifadeyle “namaz ve oruç” gibi ibâdetlerin “güzel ahlaktan” çok daha önemli olduğuna vurgu yapılmakta, bunların “güzel ahlaktan çok daha elzem olduğu” hissettirilmektedir. Oysa ibâdetleri önceleyen bu ifadeler asırlarca İslâm’ın yanlış tanıtılmasına neden olmuştur. Müslümanların çözmesi gereken esas önemli sorunlardan birisi de bu sakat bakış açısıdır.
Nitekim dünyadaki müslümanların ekserîsi, “kulluktan” daha ziyade “ibadetlere” ağırlık vermekte ve sadece belli ibadetleri yaptıklarında her şeyi hallettiklerini zannetmektedir. Onları bu düşünceye sevk eden ise, “bu tür zayıf veya uydurma rivâyetler” ile bu rivâyetleri halka tenkit süzgecinden geçirmeden alıp aktaran hoca müsveddeleri/yarım hocalar/çakma ilahiyatçılar/din tüccarları olmuştur. Dolayısıyla Hz. Peygamber’in kulluğun gereklerinden biri olan ahlaka önem ve öncelik verdiği bilinmeli, ibadet ve ahlak kıyaslaması asla yapılmamalıdır. Zira ibadetin amacı/hedefi, “şeytanı/İblis’i yenme ve güzel ahlaka ulaşma konusunda mü’mine yardımcı olmaktır.”
Bazı rivâyetlerde de “tatlı dilli” olmanın “bir zikir cümlesiyle” ifade edildiği görülmektedir. Oysa bu, doğru değildir ve işin kolayına kaçmaktır. Zîra “tatlı dil Allah ile değil, insanlar arası iletişimde geçerlidir. Bu itibarla, tatlı dilli olmayı sadece “bir tesbih cümlesiyle “sınırlandırmak, Hz. Peygamber’in anlaşılamadığının apaçık bir işaretidir. Bu uydurma fiten hadisinin de olumsuz etkilerini günümüzde hâlâ görmek mümkündür. Nitekim elindeki zikirmatikle zikir çekerek her şeyi hallettiğini zanneden ama insan ilişkilerinde çok kaba, kırıcı, hoyrat, bağnaz ve yobaz müslümanlar vardır ve bunlar hiç Yüce Allah’tan korkmadan başkalarının kalbini rahatlıkla kırabilmekte, kul hakkı ihlallerini sorumsuzca, düşüncesizce ve pervasızca yapabilmektedir.
Bazı uydurma fiten hadislerinde ise dünyada iken Allah’ı zikredenlerin ahirette O’nun sağ yanında oturduğundan bahsedilmektedir. İslâm’ı az çok bilen herkesin de anlayacağı üzere Hz. Peygamber’in bu tür sözler söylemesi asla mümkün değildir. Yahûdî kültüründeki yanlış Tanrı tasavvurunun bu rivâyetlere yansıdığı anlaşılmaktadır. Kıyâmet günü peygamberler, sıddîklar, şehidler ve salih kulların bulundukları konum çok farklı olup, peygamberlerin bile bu şekilde Yüce Allah’a yakın olmaları asla söz konusu değilken, “Allah’ı zikredenlere” böyle bir makamın öngörülüyor olması yanlıştır ve bu rivâyetin uydurma olduğunda hiçbir şüphe yoktur.
Günümüzde de zikrin önemine işaret etmek için Kur’an’daki âyetlerden faydalanmak yerine bu uydurma rivâyetleri naklederek insanları etkilemeye çalışanlar vardır. Bunların Hz. Peygamber’in otoritesi istismar ederek İslâm’ı yanlış tanıtmaları ve bu tür uydurma hadisleri insanlara “din” diye anlatmaları son derece yanlıştır.
Bazı uydurma fiten hadislerinde de fakirliğin özendirildiği görülmektedir. Öyle ki Yüce Allah’ın -haşa- kıyâmet günü fakirlerden özür dileyeceği anlatılmaktadır. Oysa Yüce Allah’ın hiçbir kimseden özür dilemesi asla ve kat’a söz konusu değildir. Kendisini mükemmel surette yaratan ve bu dünyaya insan olarak gönderen Yüce Yaratıcı’ya şükredeceğine, dünyadayken kendisine mal, mülk ve servet vermediği gerekçesiyle O’ndan özür dilemesini istemek, ancak sefih, budala, aptal, ahmak ve zır cahil kimselerden beklenebilecek bir davranıştır.
Öte yandan bazı uydurma fiten hadilerinde kıyâmet günü fakir dervişlerin Hz. Îsâ’nın, zengin mü’minlerin ise Hz. Süleyman’ın sancağı altında toplanacaklarından bahsedilmesi, fakir dervişlerin Hz. Süleyman’dan beş yüz yıl önce cennete gireceğinin belirtilmesinde de aynı sakat zihniyetin/anlayışın çarpık izlerini görmek mümkündür.
Diğer taraftan dervişlerin/sofuların dünyadayken zindan hayatı yaşadıklarından bahsederek bazı haklar talep ettikleri görülmektedir. Aynı şekilde onları bu düşünceye sevk eden de bu tür “uydurma fiten hadisleri” olmuştur. Oysa onlardan böyle bir istekte bulunan ne Yüce Allah ne de O’nun Peygamber’idir. Böyle bir yaşam tarzını (ruhbanlığı) kendileri seçmişlerdir. Kaldı ki İslâm, ruhbanlığı tamamen yasaklamış ve müslümanların hayatın içinde “aktif birer özne” olmalarını, malları ve canlarıyla Allah yolunda mücadele etmelerini/çalışmalarını istemiştir. Bir kenara çekilip “bencilce” sadece nafile ibâdetlerle ve zikirle meşgul olmak, müslümanlardan ne beklenmiş ne de istenmiştir. Fakirlikten Allah’a sığınan, veren elin alan elden hayırlı olduğunu söyleyen, sürekli üreten ve üretmeyi tavsiye eden Hz. Peygamber, fakirliği özendiren ya da üstün gösteren bu tür sözler asla söylememiştir. Bu rivâyetlerin oluşması ve yaygınlaşmasında sûfî ve kıssacıların rolleri büyük olmuştur. Bu kimseler, Hz. Peygamber’in otoritesinin arkasına saklanarak kendilerine taraftar toplamaya çalışmış, İslâm’ın yanlış tanıtılmasına neden olmuş, ancak ne kadar büyük bir yanlış yaptıklarını ise bir türlü akıllarına getirememişlerdir.
Kişinin dünyadayken karşılaştığı bazı sıkıntılar sebebiyle âhiretteki azaptan kurtulacağından bahseden uydurma fiten hadisleri de İslâm’ın yanlış tanıtılmasının önündeki engellerden biri olmuştur. Oysa azap kavramını yanlış tanıtan böyle bir rivâyeti Hz. Peygamber’in söylemesi mümkün değildir. Şâyet bu kimse, dünyada iken karşılaştığı belâ ve musibetlere sabırla katlanır, haline şükreder ve mükâfatını sadece Yüce Allah’tan beklerse, o takdirde âhiret azabından kurtulması elbette mümkün olabilir. Dolayısıyla insanların bu tür asılsız rivâyetlere dayanarak bir takım beklentiler içine sokulması İslam’a zarar vermektedir.
Bazı uydurma fiten hadislerinde ise “Allah’ı seven kimseler”in mahşer meydanından dilediklerini alıp cennete götüreceklerinden, kıyâmet günü peygamberleri ve şehidleri bile “Allah’ı zikredenlere” gıpta ile baktıracak amelin “zikrullah” olduğundan, kıyâmet günü şehitler gelirken Hz. İbrahim, Hz. Mûsâ ve diğer peygamberlerin yoldan kenara çekileceklerinden, “deniz şehidlerinin ruhunu” bizzat Yüce Allah’ın alacağından ve onların kul borçları dahil bütün günahlarını affedeceğinden, 99 günah defteri yanında küçük bir kağıt parçasında yazılı olan “kelime-i şehâdet”in terazide daha ağır basacağından, günahı sevabından çok fazla olan bir kulun Allah korkusundan ağladığını söyleyerek cehennemden kurtulabileceğinden, cehennemi hak etmiş günahkar mü’minlerin belirlenen süre dolmadan sırf oradaki dua ve zikirleri sebebiyle cehennemden çıkartılacaklarından bahsedilmektedir. Oysa bütün bu sayılanların hiçbirisinin İslâm ile zerre kadar alakası yoktur. Böyle bir anlayış müslümanlar nezdinde Yüce Allah’ın yanlış tanıtılmasına ve zihinlere sakat algıların/tasavvurların yerleşmesine neden olmaktadır. Kanaatimizce bütün bu düşüncelere “meselelere tek taraflı bakan” ancak “âlim olduğunu zanneden cahiller/din tüccarları/hoca müsveddeleri/çakma ilahiyatçılar” ulaşmışlardır.
Öte yandan kendi dar görüşlerini desteklemek için rivâyet üretip Hz. Peygamber’e isnad edenler, bu rivâyetlerin içine “daha etkileyici olması amacıyla” âyetleri de katmışlardır. Bu durum onların niyetlerinin o kadar masum olmadığının apaçık kanıtıdır. İnsanları etkileyebilmek için her yolu mübah gören böyle sakat bir zihniyetin/anlayışın “içine âyet katarak uydurduğu hadislerin” hiçbir dinî değeri yoktur. Bu kimselerin görüşlerini desteklemek maksadıyla âyetleri keyfî şekilde yorumlamaları kesinlikle yanlıştır. Her ne kadar bazı zayıf ve uydurma rivâyetlerin sonunda “olumlu bir mesaj” veriliyor olsa da, bu mesaja gelinceye kadar ortaya konulan “yanlış yaklaşımlar” İslam’ı anlaşılmaz kılmakta ve dinin temel ilkelerinin doğru yorumlanması ve kavranmasını da oldukça zorlaştırmaktadır.
Bazı uydurma fiten hadislerinde müşrik çocuklarının cennette hizmetçi olacaklarından bahsedilmektedir. Bu rivâyeti üretenler, böyle bir sonuca üstünlük/ayrıcalık duygusuyla ulaşmışlardır. Oysa “her doğanın fıtrat üzerine doğduğuna” dair sahih hadise bakıldığında müşriklerin küçük yaşta ölen çocuklarının “cennette hizmetçi statüsünde” olmaları söz konusu değildir. Zîra kâfir anne ve babanın çocuğu olarak dünyaya gelme konusunda hiçbir tercih imkânı bulunmayan çocukları “adeta cezalandırırcasına” cennette hizmetçiliğe layık görmek ve onları diğer çocuklardan farklı bir muameleye tabi tutmak Yüce Allah’ın adaletiyle bağdaşmaz. Böyle bir düşünceyi savunanların İslâm’ı yeterince bilmedikleri açıktır.
Öyle ki bu kimseler “hayvanların mahşer meydanında toplanarak haklarını alacakları” mecâzî ifadesini de “hakîkî manada” anlamış ve buradan da çok yanlış sonuçlara ulaşmışlardır. Oysa hayvanların mahşer meydanında toplanmalarını gerektirecek herhangi bir durum söz konusu değildir. Zira mevzû rivâyette belirtildiği üzere “eğer yargılama sonunda hakkı alınan hayvanlar da tıpkı diğer hayvanlar gibi” en sonunda “toprak olacaksa” böyle bir yargılamanın da anlamı yoktur. Çünkü Yüce Allah abesle iştigal etmez; hikmetsiz iş yapmaz.
Bazı fiten hadislerinde cennetteki hûriler de yanlış tanıtılmaktadır. Kur’an-ı Kerim’de ve sahih hadislerde hiç bahsedilmediği halde onların zağferan, misk, amber ve kâfurdan yaratıldıkları ifade edilmektedir. Oysa bir insanın kendisiyle aynı maddî ve mânevî özellikleri taşıyan, aynı öz ve cevherden yaratılan karşı cins ile huzur ve sükûn bulması mümkündür. Bu tür maddelerden yaratılmış hûrilere gerek yoktur. Bütün bu uydurma rivâyetler, düşünen ve sorgulayan bazı kimselerin İslâm’a bakışları olumsuz anlamda etkilemektedir. Dolayısıyla bu tür indî düşüncelerin Hz. Peygamber’e nispet edilerek hadis diye sunulması doğru değildir.
Bazı fiten hadislerinde “a’râf ehli”nin de yanlış tanıtıldığı görülmektedir. “A’râf ehli” ile kastedilenler “günahı ve sevabı eşit olanlar”, “sevabı çok olduğu halde anne ve babalarına isyan edenler” veya “müşriklerin küçük yaşta ölen çocukları” değil, tam aksine; “peygamberler, sıddîklar, şehitler ve salih kullardır.” Konu ile ilgili ortaya atılan diğer görüşlerin tamamı külliyen yanlıştır. Çünkü Kur’an-ı Kerim’de “a’râf ehli”nin yapacağı haber verilen o konuşmaları, ancak ve ancak “kulluk görevini eksiksiz yapan”, kendine güvenen ve son derece haklı konumda olan birileri söyleyebilir. Bu itibarla “a’râf ehli”nin de doğru tanıtılması ve ön yargılı yaklaşımlardan kaçınılması gerekir. Çünkü bunlar da dînin doğru anlaşılmasının önündeki engellerden birini oluşturmaktadır.
Diğer bazı fiten hadislerinde ise Cebrâil’e Yüce Allah’ın mekrinden (hilesinden) emin olmadığının söylettirilmesi de son derece yanlıştır. Zîra meleklerin böyle bir endişeye kapılmalarını gerektirecek hiçbir durum yoktur. Çünkü onlar, günah işleyecek özellikte yaratılmamışlardır ki cezalandırılmaktan korksunlar. Dolayısıyla Yüce Allah keyfî tasarruflarda bulunan kuralsız bir Yaratıcı değildir. Bunlar, Yüce Allah’ı gerçek mânâda bilmeyen kimselerin uydurduğu ve başkalarına da ağlayarak/ağlatarak kabul ettirdiği İsrailiyyât, Mesihiyat ve Mecusiyat nevinden haberlerdir. Bütün bunlar kıssacıların üslûbunu çağrıştırmakta olup, zihinlere yanlış tasavvurların yerleşmesine neden olmakta ve müslümanların dinlerini doğru öğrenmelerine de engel teşkil etmektedir.
Sonuç olarak, halkın rağbet ettiği popüler bazı eserlerde yer alan zayıf ve uydurma fiten hadisleri, günümüz insanının zihin dünyasını derinden etkilemekte ve İslam’ın doğru anlaşılmasını engellemektedir. Bu itibarla ilmî ölçüler içerisinde kritiği yapılan fiten hadislerinden faydalanılması gerekir. Zira asırlardan beri insanların kafalarına yerleştirilen olumsuz yaklaşımların ortadan kaldırılabilmesi için, Kur’an-sünnet bütünlüğü, akıl-vahiy bütünlüğü, sünnet-hadis bütünlüğü içinde meselelere bakılmasına ve söz konusu rivâyetlerin tarafsız bir gözle yeniden değerlendirilmesine ihtiyaç vardır.[1]
[1] Ayrıntılı bilgi için bkz. Ahmet Emin SEYHAN, Hadislerde Kıyamet Alametleri, s. 460-467.