Futbol bir spor mu, eğlence mi, meslek mi, sanat mı, sanayi mi, eğitim mi? Belki de hepsini birlikte içeren bir orkestra. Her futbolseverin beklentisine göre beğendiği boyutuyla ilgilendiği bir olay.
Her neyse toplumu duygusal boyutuyla çok geniş olarak etkilediği kesin. İnsanları aynı sloganları söyleterek sokaklara döken ve coşkuyla eğlendiren başka çağdaş bir etkinlik yok gibi görünüyor. Bir salonu dolduran yüzlerce insanın “gol” olduğunda aynı anda oturdukları yerden havaya fırlayarak “golll!” diye haykırmalarını, insanlığın birliği için araştırılması gereken yeni bir boyut olarak ele almaya değer doğrusu.
İnsanları meydanlarda toplamayı sağlayan dinamikler inançlar, milliyetçilik duyguları ve ortak çıkarlardır. Futbol, bunların tümünü sollamış görünüyor.
Bizim jenerasyon, futbola ilkokul aşamasında yama topuyla başlamıştır. En azından ben öyle başladım. Haftada bir alabildiğimiz cikletlerin içinden çıkan futbolcu resimleriyle futbolla ilgili duygu dünyamızı beslemeye devam ederdik. Tatil günlerinde yarım saatlik devrelerle başlayan maçlarımız, 8-9 saatten önce bitmeyen dizi filmler gibiydi. Futbolun ne kadar zevkli bir oyun olduğunu daha o günlerde (40 yıl önce) bilinç altımıza yerleştirmişiz.
Futbolun beşiğinin İngiltere olduğu söylenir. Aslında millattan önce 206’da bir tür futbolun oynandığı bilinen Çin’de millattan sonra 500’e doğru içi kılla doldurulmuş küre biçimli toplar kullanılıyordu. 7. yüzyılda Japonya’da, 12. yüzyılda İngiltere ve İskoçya’da, 14. yüzyılda Floransa’da futbol oynanıyordu.
İngiltere’de standart kurallara bağlama çalışmaları yapılmış ve ilk kez 1843’de benimsenen Cambridge kuralları ile futbol disiplinize edilmiştir.
Profesyonel futbol ligi karşılaşmaları 1888’de başladı. 1904’de Uluslararası Futbol Federasyonu (FIFA) kuruldu.
İlk dünya kupası maçları 1930’da Montevideo’da yapıldı ve Uruguay birinci oldu.
1934, 1938 ve 1982’de İtalya,
1958, 1962, 1970’de Brezilya,
1954, 1974’de Almanya,
1966’da İngiltere,
1978 ve 1986’da Arjantin Dünya Kupası şampiyonluğunu kazandı.
Türkiye’de futbol ilk kez 1890 yıllarında oynanmaya başlandı. 1905’de ilk futbol kulübü Galatasaray kuruldu. Onu 1907’de Fenerbahçe, onu da 1903’de jimnastik kulübü olarak kurulan Beşiktaş 1910’da futbol etkinliğini de ilave ederek izledi.
Türkiye FİFA üyeliğine 1923’de kabul edildi. Türkiye ilk maçını 26 Ekim 1923’de Romanya ile yaptı ve 2-2 berabere kaldı.
Türk Milli Takımı Dünya Kupası’na katılma hakkını 1949’da kazandı. 1950 Dünya Kupası’na katıldı.
Rio de Janeiro’da yapılan karşılaşmalara Türkiye ödenek bulamadığından katılamadı ve elendi.
1954’de katıldığı Dünya Kupası’nda Almanya’ya yenilerek elendi.
Ve artık Türkiye 48 yıl sonra 2002 Dünya Kupası’nda Brezilya’ya ezilmeden yenildi, Kosta
Rika ile berabere kaldı, Çin’i ezerek yendi, Japonya’ya üstünlüğünü gösterdi.
Ne var ki bütün bu başarılar Türkiye’de sağlık alt yapısını düzeltmiyor, doların yükselmesini etkilemiyor, yurtdışında bilimsel kongrelere katılma imkanı bulamayan bilim adamlarına yararı olmuyor.
Öyle anlaşılıyor ki futbol dünyası farklı bir dünya.
İnsanlığın duygusal yönünün evrenselliğini belgeleyen çağdaş bir etkinlik. Aklın örgütleyerek yönlendirdiği ve duygusal coşkunun destekleyip başarıya taşıdığı “Ekip çalışması”nın en somut örneği “FUTBOL”.
TÜRK MİLLİ TAKIMINI KUTLUYORUZ.