2000’li yılların başlarından itibaren, gazeteniz Medimagazin’de, her iki sayıda bir köşe yazılarım çıkıyor. Yayımlanmış köşe yazılarım ve türlü nedenlerle henüz yayımlanmamış olanlar, bilgisayarımdaki dosyalarda birikti de birikti. Bunların bir kısmını, Tahir Hatipoğlu Hocamızın sayesinde “Üniversitede Kır Çiçekleri” ve “Üniversitede Arılar, Karıncalar ve Ağustos Böcekleri” adlarıyla iki kitap halinde yayımladım.
İlk kitabımda, kitaba adını veren, üniversite ve çalışma hayatında ben ve benim gibileri anlatan “Kır Çiçekleri” adlı şiirimle birlikte sadece köşe yazılarım yer almıştı. İkinci kitapta ise köşe yazılarımın yanında, bir zamanlar kaleme aldığım ve çok azı Gazi Tıp Fakültesinin her yıl 14 Mart nedeni ile yılda bir kez yayımladığı “Kirpi Dergisi”nde çıkmış olan şiirlerimi ve hasta eşlerinin bana yazdıklarını da ekleyerek yayımladım.
Amacım, yazılarımın sadece gazetede sütunlarında kalmayıp, topluca kalıcı bir eser haline gelmeleriydi. Şimdiye kadar, sadece kendi konularımla ilgili tıp kitaplarım yayımlanmış idi. Yayımlanmış hiçbir kitabımda, satış ve dolayısıyla kazanç beklentim olmamıştı. Bu son çıkanlarda da böyle düşündüğüm için, eşe dosta dağıtmak amacıyla, az sayıda bastırmış idim.
Aslında, kendimi hiçbir zaman bir yazar ya da şair olarak görmedim. Öyle olmak için bir çaba da göstermedim. Doğal olarak, sadece kendi mesleki konularımda iddiam vardır. Sağlığın sağlıkçılara emanet edilmesi gibi, edebiyatı da edebiyatçılara bırakmak lazım, diye düşünürüm. Aramızdan edebiyatçılar, şairler, yazarlar, ressamlar, müzisyenler her zaman çıkmıştır, çıkacaktır da. Ancak, ben kendimi şimdilik bu grupta görmüyorum. Yazdıklarım ve yaptıklarımı amatör çalışmalar grubuna sokmanın daha doğru olacağını düşünüyorum.
Kısıtlı sayıda basıldığından, tüm dostlara kitap veremedik. Başta kıdemli hocalar olmak üzere, arkadaşlarımdan kitap veremediklerim, “Nerede satılıyorsa söyle, gidip alalım.” dediklerinde, onlara “Siz yayınevine kadar yorulmayın, ben sizlerin ayağına getireceğim.” sözünü verdim.
İşte bu nedenle, fakültemizde, kendi çapımda mütevazı bir imza günü tertiplemeye karar verdim. Resmi kurumlarda bu türden işlerin belli bir prosedürü olduğundan, duyuru dekanlık iletisiyle yapıldı. Ayrıca, başhekimlikten de sözel izin alındı. 29 Ocak Salı günü, öğle saatlerinde, öğretim üyeleri yemekhanesinde “eserlerimi görücüye çıkardım.”
Neredeyse, yirmi beş yıldır Gazi’de çalışıyorum. Benden önce de pek çok arkadaşımın “sosyal içerikli” kitaplarının yayımlandığını biliyorum. Bunlardan ancak bir kısmına ulaşabildim. Zira böyle bir imza günü tertipleyenimiz olmamıştı.
İmza günü gelip çattığında, sabah erkenden kitapları arabanın bagajına yükledim. Arkamdan eşimin, “Aman dikkat et, madara olma.” dediğini hatırlıyorum.
Görevli arkadaşlar yemekhane girişine üzeri örtülü bir masa koymuşlar. Üzerine kitapları, gençlerle birlikte itinayla yerleştirdik. İçimdeki heyecanı etrafa belli etmemeye çalışıyorum. İşte arkadaşlarım gelmeye başladılar bile. İlk kitabımı Şükrü Bozkurt Hoca’ya imzalıyorum.
Kitaplara olan ilgi çok büyük. Bir ara, kitap imzalarken bunaldığımı itiraf etmeliyim. Her gün gördüğüm arkadaşlarımın adlarını bile anımsayamadım. Utana sıkıla, “Adınız neydi?” diye sormak durumunda kaldım. Çiçekçi bile bir buket çiçek göndermiş. Uygun bir yere koyduk. Fakülte fotoğrafçısı, kamerasıyla günün anlamını kalıcı hale getirdi. Medimagazin, muhabir arkadaş göndermiş. Onunla da kapsamlı bir röportaj gerçekleştirdik.
Bir saat içinde, ilk kitap hemen bitti. İkinci kitabı biraz fazla basmıştık. Ondan da çok az kaldı. Gerçekten, bu kadar ilgiyi beklemiyordum. Öğretim üyeleriyle, asistanlarıyla, hemşireleri, sekreterleri ve memurlarıyla, yemekhane çalışanlarıyla bu aktivasyonda “Gazi, beni bağrına bastı.”
Çalışana, emeğe ve emek verene sahip çıktıkları için, çalışma arkadaşlarıma, gerçek dostlarıma teşekkür ederim.