(Dinlenerek okunması tavsiye edilir)
GDO (yani genetiği değiştirilmiş organizmalar), hem ülkemizde hem de dünyada bazı insanlar için kötü ünü olan bir kısaltma. Her yılın belli dönemlerinde basın tarafından mutlaka haber konusu yapılan popüler bir konu.
Başlangıçta bir konuyu netleştirmek gerekiyor. GDO ile transgenik (gen veya dizi transfer edilen) organizmalar aynı şeyler değil. Transgenik organizmalar derken, aslında orijinal canlı genomuna başka bir canlıdan gen veya DNA dizisi aktarılmış organizmaların kastedildiğini bilmeliyiz. Demek ki “her transgenik organizma GDO olabilir, ama her GDO transgenik organizma değildir” diyebiliriz. Çoğu insan GDO ile transgenik organizma kavramlarını karıştırmakta ve bu yüzden basit bir nokta mutasyon yapılmış bir GDO’lu organizmayı bile transgenik sanıp hemen kötü düşünmekte. Bilip bilmeden, alanla alakası olmayan körü körüne bağnazlıkla GDO karşıtlığı yapanlara ne söyleseniz fayda etmez biliyorum.
Peki, tüm dünyada birçok insan GDO denilince uzak durmaya çalışırken, bunları geliştiren bilim insanları ve ülkeler neden GDO’lu canlılar geliştirmekte? Cevap çok basit. Dünya her geçen yıl insan nüfusu bakımından büyürken, yerleşim yerlerinin artması ve sanayileşme yüzünden tarım alanları küçülmekte. Bu ters orantı, yakın gelecekte (ki Covid 19 süreci ile şimdiden gıda kıtlığı konuşulmakta) ciddi bir gıda problemini mutlaka önümüze getirecek. Dünyada ciddi bir gıda israfı ve gelir dengesizliği söz konusu. Dolayısıyla insan nüfusu arttıkça gıda ihtiyacını karşılamak da zorlaşacak. Bu gerçeği aklımızın mutlaka bir kenarına not edelim. Çünkü GDO diye önyargıyla yaklaştığımız bir çok ürüne gelecekteki nesiller muhtaç olacak.
Gelelim konumuzun başlığına. GDO kötü mü? Naçizane bu alanda biraz mürekkep yalamış ve dirsek çürütmüş biri olarak size kesinlikle “ön yargılı olmayın” derim. Belki birçok kişi bazı önyargılarından dolayı şimdiden bana kızmaya başlayacak, ama size olayın iç yüzünü kısa ve net bir şekilde anlatmayı hedefliyorum.
Dünyada canlı adını verdiğimiz tüm varlıkların (ama virüsler tartışmalı) ortak noktası; nükleik asit adı verilen (DNA/RNA) ve canlılıkları için gerekli protein dizi şifrelerini taşıyan genoma sahip olmalarıdır. Yani hepimizin adenin, guanin, sitozin, timin/urasil gibi nükleotidlerin oluşturduğu nükleik asit dizileri var. GDO denildiğinde de bu canlılardan herhangi birinin orijinal genomunda (DNA/RNA dizisinde) bir tane nükleotidin değişmesi bile, teorik olarak artık ona rahatça GDO etiketini verir.
Şimdi, besin olarak kullandığımız bir bitki veya hayvanı düşünün. Bu canlıdan normal koşullarda 1 birim zamanda 1 verim aldığınızı düşünün. Artan nüfusla ve azalan tarım alanlarıyla gelecekteki nesilleri nasıl doyurabiliriz? Bilim insanları, bu canlılarda düşündüğünüzden çok daha basit ve küçük değişikliklerle bu verimi 1 birim zamanda 4, 6, 8 veya 10’a çıkarıyor. Basit bir örnek verelim: Bir aromatik bitkiden 100 kg’dan %5 (ya da 5 litre) yağ elde ediyorsunuz. Bu elde edilen yağın %5’nin tıp, kozmetik vb. farklı endüstriyel alanlarda kullanılan bir aromatik madde (mesela bir terpen) içerdiğini düşünün. Bu maddeyi üretmek normalde çok zahmetli ve maliyetli. Ama bilim insanları o bitkide o maddenin sentezinden sorumlu enzimin (mesela bir terpen sentaz) aktif bölgesinde (veya üç boyutlu yapısında) etkili bir aminoasidi değiştirebiliyor. Bunu tek bir nükleotid değiştirerek (nokta mutasyonla) kolayca yapabiliyorlar. Bizim terpen sentazı kodlayan gende bu tek bir nükleotid (bitkiye dışarıdan bir şey eklemeden) değiştirildiğinde de, enzimin yapısı ve buna bağlı olarak aktivitesi yükseltilebiliyor. Bu enzim daha yüksek aktiviteyle çalıştığında daha fazla terpeni yani hedef maddemizi sentezleyerek, sonuçta verimi arttırıyor. Bunun gibi bir bitkinin bir nükleotidi değiştiğinde de artık o bitkiye rahatlıkla GDO diyebiliriz. İşte, bazı GDO’lar dışarıdan gen aktarmadan ve var olan DNA üzerinde yapılan değişikliklerle üretilmiş ise; Peki bu GDO’nun kime zararı olabilir? İnanın kimseye zararları yok. Ayrıca doğal tohumlar kullanılarak klasik /moleküler destekli ıslah çalışmalarıyla üretilen hibrid (melez) canlıları da bazı kesimler GDO olarak kabul etmekte. Hibrid denildiğinde de tepki gösteren insanlar var ne yazık ki.
Şimdi diyorsunuz ki “başka canlılardan hatta hayvan veya böceklerden gen aktarılan GDO’lar yok mu?”. Size en basit GDO’dan yukarıda bahsettim, ama sıra buna da geliyor.
“Rekombinant DNA Teknolojisi”, istediğimiz bir canlıdan istediğimiz bir gen veya diziyi; yine istediğimiz başka bir canlıya aktarmanın kısa adıdır. Transgenik organizma olan GDO’lu canlılar aslında bu sınıftadır. Çoğu transgenik organizmaya gen aktarılırken; aktarılan gen dışında (bu genin kaynağı başka bir bitki, böcek veya hayvan olsa bile), aktarım işlemleri için mutlaka hem bakteriyel (seleksiyon için) hem de viral (genelde 10-15 nükleotidten oluşan promotor dizileri için) DNA dizileri de kullanılmaktadır. Bir bitkiye başka bir bitkiden DNA/gen aktardığınızda bile (ki bu çoğu insanın midesini bulandırmaz), aktarımda mutlaka bakteri ve viral DNA dizilerini de aktarmış olursunuz. Peki, bu bakteri ve viral DNA dizileri midenizi bulandırıyor mu veya size doğrudan zararları var mı? Biliyor musunuz? Vücudunuzda sayısını tahmin edemeyeceğiniz kadar bakteri zaten var ve virüsleri saymıyorum bile. Onlarla zaten iç içeyiz. Yediğiniz içtiğiniz her şeyde farklı organizmaların DNA’ları zaten var. Bu size bir bitki içinde hem sadece kısa DNA dizisi olarak verildiğinde mi mideler bulanıyor?
GDO veya transgenikler zararlı mı? Nadiren de olsa, bu canlılarda verime yönelik üretilen ekstra bir protein veya hedef maddelere sizin alerjiniz varsa, o zaman zararlıdır. Covid 19 aşılarına tepki gösteren cahil (?) insanlara da aynısını söylemek lazım. Bu aşılar genelde sıkı testlerden geçirilir ve toplumda çoğunlukla insana zararı olmadığı kanıtlanınca kullanılır. Ama nadiren bu aşıların içeriğindeki bir maddeye alerjisi olan varsa, o zaman sadece o kişiye zararlı olabilir. İşte bu aşılar gibi transgenik GDO’luların da insanlara bir zararları yok.
Son bir örnek: GDO’lu mısıra zararlı diyenlere açıkça şunu diyebilirim. GDO’lu mısırdan ziyade GDO’lu veya GDO’suz mısırdan üretilmiş glukoz şurubu zararlıdır. Bu şurup her gıda sektöründe bonkörce kullanıldığı için Tip 2 diyabet vakaları artmıyor mu? Ama suçu sektördeki şuruba değil kaynağı olan mısıra atmak kolay. Halbuki GDO’lu da olsa mısırın suçu yok. GDO’lu bitkileri yetiştirirken kullanılan tarım ilaçları, büyüme hormonları vs. dopingler zararlı. Hatta çoğu insan GDO ile hormon uygulanmış bitki/canlıları aynı sanıyor ne yazık ki. Aklımda kalan bir bilgi, Amerika’da üretilen mısır’ın %70’inden fazlasının GDO olduğu yönünde. Tabi bu oran sürekli değişiyordur. Normal mısırı da GDO’lu mısırı da fazla tüketen bir insana mutlaka zararı olacaktır. Aynı şekilde normal tüketilen bir GDO’lu mısır neden zararlı olsun?
Pestisitlere (tarım ilaçları olan herbisit, insektisit, fungisid v.b.) karşı dirençli hale getirilen GDO’lu bitkilerin de aslında kendileri zararlı olmamakla birlikte, beraberinde kullanıldıklarıbazı tarım ilaçlarının zararlı etkilerinden dolayı yine suçlanmaktalar. Aslında burada GDO’lu bitki zararsızken, onunla birlikte kullanılan ilacın zararlı etkileri bitkiye mâl edilmekte. Tabi ki böyle zararlı etkileri kanıtlanmış tarım ilaçlarının kullanımının önlenmesi gerekmektedir. Bunun için de hastalıklarla mücadelede doğal direnç genlerinin kullanıldığı GDO’ların ya biyoteknolojik ya da klasik ıslah yöntemleriyle geliştirilmesi teşvik edilebilir.
Bir ara insanlar için farkında olmadan ömrü boyunca ortalama 70 sinek yuttukları haber konusu olmuştu. Bence siz buna bir o kadar da farkında olmadan yediğiniz böcek vb. şeyleri de ekleyin. Kurtlu kiraz elma vs vs. Bundan dolayı ölen insanlar var mı, bakmak lazım ama; daha ileri gidecek olursak, böcek yiyen toplumlar mevcut dünyamızda. Basitçe, böceğin kendini yediğinizde zararı yokken, böcekten milyarda bir zerre bir DNA dizisi içeren bitkiye zararlı diye tepki göstermek mantıklı mı? İğrenç bulanlar olursa, yemeyebilir ama zararlı yaftasını vurmak başka bir olay.
Bilim etiği çerçevesinde testleri yapılıp kullanıma sunulan GDO’lu ürünlerden korkmanın bu noktada bilimsel olarak bir açıklaması yok. GDO’lu ürünlerle yapıldığı iddia edilen ve tümörler, urlar, fazla organlar çıkaran canlıların gösterildiği deneylerinin ciddi bilimsel kanıtlarının sunulması gerekiyor. Çünkü bu noktada da bilimsellikten uzak iddialar yüzünden zihinleri bulandıranlar bulunmakta. Kendilerine inandırdıkları kitleler üzerinden kazanç sağlayan ve ucuz siyaset yapan bilimden uzak kişilere itibar etmemek gerekiyor.
Gelecekte artan nüfusla ciddi gıda sıkıntısı çekecek dünyamızda, insanların beslenmesini karşılamak için bilimden destek almak gerekiyor. Her ne kadar GDO’lu ürünler bu talebi karşılayacak olsa da, doğal gen kaynaklarının korunması, yabani canlı türlerinden daha güçlü olan GDO’lu canlıların kontrollü üretilmeleri önemli. Kontrollü üretim bize sağlık açısından zararlı olmalarından değil, doğal canlı türlerini domine ederek dünyadan silinmelerini önlemek içindir. Biraz uzun oldu biliyorum. Anlatılacak daha çok şey var. Ama merak ettiğiniz konular için her zaman bana ulaşabilirsiniz.
Hepimize sağlık ve afiyetle geçirilen günler diliyorum.
Konu: Açıklama
www.akademikakil.com Sorumlu Müdürü,
İnternet haber sitenizde 25.02.2022 tarihinde, “GDO Kötü mü?” başlığı ile yayınlanan haberde glikoz şurubu hakkında yapılan açıklamayı okuduk. Bu açıklamalarda yer alan yanlış algıya neden olacak bilgileri düzeltmek, kamuoyunu doğru bilgilendirmek amacıyla, Türkiye nişasta sanayini temsil eden en büyük kuruluş olan Nişasta Sanayicileri Derneği (NİSAD) olarak sizinle nişasta bazlı şeker hakkındaki güncel akademik verileri paylaşmak istedik.
İlgili haberde Doç. Dr. İsmail Poyraz, “GDO’lu mısıra zararlı diyenlere açıkça şunu diyebilirim. GDO’lu mısırdan ziyade GDO’lu veya GDO’suz mısırdan üretilmiş glukoz şurubu zararlıdır. Bu şurup her gıda sektöründe bonkörce kullanıldığı için Tip 2 diyabet vakaları artmıyor mu? Ama suçu sektördeki şuruba değil kaynağı olan mısıra atmak kolay.” İfadesini kullanmış. Glukoz şurubu nişastanın parçalanması ile elde edilen bir nişasta türevidir. Ülkemizde, tahıl bazlı tarım sayesinde mısırdan yapılır. Nişasta üreticileri ürünlerinde yalnızca geleneksel, GDO içermeyen mahsuller kullanır. Mutfaktaki pek çok uzmanlık alanında bu bileşenin eşsiz kalitesinden yararlanılmaktadır. Hamur işleri, makaronlar, kekler gibi unlu mamullerde; bonbonlar, akide şekerleri ve nugat gibi şekerleme ürünlerinde glukoz şurubu çok önemli bir rol oynar. Glukoz şurubu, toplam şeker miktarının azaltılmasının yanı sıra, iyi bir doku, hacim, parlaklık ve tat kalitesini koruyabilmek için de kullanılmaktadır. Ürünlerin tazeliğini koruyan glukoz şurubu diğer şekerlerle bir araya getirildiğinde çeşitli faydaları ortaya çıkar. Örneğin kek yaparken rafine şeker kullanımı yalnızca tatlılık katarken, glukoz şurubu daha zengin bir doku verebilir. Ayrıca glukoz şurubu bisküvilerin kurumasını önler, keklerin yumuşak kalmasını sağlar, tatlılarda ve reçellerde şekerin ve dondurmalarda suyun kristalleşmesini engeller.
Glukoz şurubu, basit karbonhidrat ailesinin bir parçasıdır. Sakaroz, rafine şeker ve laktoz gibi diğer şekerlerle aynı kalori değerine (4 kcal/g) sahiptir. EFSA (Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi), karbonhidratların toplam enerji alımımızın %45-60’ını oluşturmasını tavsiye ediyor ve “makul miktarda tüketilen tatlandırılmış ürünlerin dengeli bir beslenmeyle uyumlu olduğunu” belirtiyor. Glukoz şurubu, doğal kaynaklı bir şekerdir. Yapılan araştırmalara göre normal miktarlarda şeker tüketiminin tip II diyabet hastalığının gelişmesinde tek başına herhangi bir etkisi yoktur. Rafine şekerde olduğu gibi, sağlıklı ve çeşitliliğe sahip bir beslenme düzeninin bir parçası olarak normal miktarda tüketildiği takdirde, insan sağlığına zararlı olduğuna dair henüz geçerli bilimsel kanıt ortaya konmamıştır. Ancak, birçok besinde olduğu gibi, glukoz şurubu da şeker alımının bir parçasıdır. Bu nedenle yeterli ve dengeli beslenme düzeninde önerilen miktarlarda şeker alımına dikkat edilmelidir.
Ticari bir amaç gütmeden çalışan bir kurum olarak yanlış algılamayı bilimsel gerçeklerle düzeltmeyi ve kamuoyunu doğru bilgilendirmeyi bir sorumluluk olarak kabul etmekteyiz. Bilimsel kanıtlar çerçevesinde, açıklamaları tekrar gözden geçirmenizi bekliyor ve kamuoyuna karşı sorumluluğunuz kapsamında düzeltmenizi diliyoruz. NİSAD olarak, nişasta ve nişasta ürünleriyle ilgili tüm bilimsel kaynaklarımızı sizinle paylaşmaktan memnuniyet duyacağımızı bilmenizi isteriz.
Saygılarımla,
İsmail Kemaloğlu
NİSAD (Nişasta Sanayicileri Derneği)
Genel Sekreteri
REFERANSLAR
- WHO, 2015 Sugars intake for adults and children Guideline.
- EFSA, 2011 European nutritional guidelines
- Lewis et al., 2013 Comparison of 5% versus 15% sucrose intakes as part of a eucaloric diet in overweight and obese subjects […] doi: 10.1016:
2 yorum
Okuyucuları bilimsel olarak aydınlattığınız için, teşekkürler.
İlginiz için teşekkür ederim hocam.