Dünyayı yaşanmaz hale getiren, insan. Bu kirlenme “Ahseni Takvim (en mükemmel yaratılış)” sonrası başlamış, günümüze kadar artarak devam etmiştir. Ürettiğimiz, yediğimiz şeylerin içini değiştirdik; bunun sonucunda hem içimiz, hem ruh yapımız hem de insanlığımız değişti. Yenilen şeylerin insanı birçok yönden etkilediği bilimsel bir vaka. Kirli dünyada bakışlar, yardımlar, selamlar ve iyilikler bile kirlendi. Vermek zorunda olduğun zekatı, kuyruklar dizdirerek veren zekat sahipleri türedi. Böyle ne zekat verilir, ne de bu zekattan beklenen zengin-fakir arası dua, huzur ve barış köprüsü kurulur.
GDO kısaca, ‘Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar’ demek. Doğal yollarla ortaya çıkan melezlemeler, mutasyonlar bitkiler içinde çeşitli kaynaklar ve insanlığa zararsız ortaya çıkan zenginliklerdir. Kayısı, erik melezlerinden ortaya çıkan ‘aprium’ gibi. Ancak, bilim insanlarının faydalı olma adına bitkilerde ortaya çıkarmaya çalıştığı veya çıkardığı GDO’lu bitki/canlılar hiç de masum değiller; en azından ben böyle düşünenlerdenim. Bu kavram anlaşılsın diye basit bir örnek vermek istiyorum. Örneğin, soğuklara dayanıklılık adına oldukça dayanıklı bir bitkinin bu genini, daha hassas bitkileri aktarmanın ve daha dayanıklı bir bitki ortaya çıkarmanın hiçbir yanlış tarafı yok, zaten bu bitki GDO’lu bitki de değildir. Yine, diyelim ki bazı virüslere dayanıklı bir bitkinin genini şu veya bu şekilde bir ıslah metoduyla, diğer bir bitkiye aktarmak da meşru ve doğal bir ıslah usulüdür. Ancak, yağı fazla olan domuzun genini yağlı bitkilere (soya ve mısır gibi), soğuklara çok dayanıklı fok balığının genini buğdaylara aktararak ortaya çıkarılan bitkileri, şu veya bu şekilde tüketen insanlarda ne gibi zararlar, ucube oluşumlar ortaya çıkaracağını hiç kimse kestiremez. Bu durumda yıllarca tekel durumunda birçok firma, GDO’lu soya ve mısır yağlarını yakın zamana kadar pazarlamış ve insanlar bunu tüketmiştir.
Yine kan ve gözyaşından beslenen, birilerini sömürerek refah hayat süren ve bunu bir ideoloji haline getiren emperyalist, siyonist ve evanjalist özel ve tüzel kişilerden; önce hastalığı bulaştırıp sonra da bilinçli olarak laboratuvarlarda ürettikleri aşı ile içinde insanları(Afrika, Ortadoğu, Uzak doğu ve Latin Amerika ülke insanlarını) kısırlaştıran maddeler ihtiva eden bu aşıları pazarlayan Rockefeller ve Rotschild aileleri gibi insan kasaplarından/katil fonlarından, dünyamızın asıl kirleticisi bu habis ruhlar’dan hiç bahsetmiyorum.
Dünyaya niye geldiğimizi sorgulayan ve buna göre programlı yaşayan insanlar olduğu gibi; kendisini sıradan, normal yiyen içen, hayatını tuvalet-mutfak arasına sıkıştıran hayvan(canlı bir varlık) görenler de var. Ben dünyaya hep helal-haram dairesinden bakan ve tüm kusuruma rağmen bu şekilde dünyevi olaylara kader penceresinden bakanlardan olmaya gayret ediyorum.
Yakın bir geçmişte ‘deli dana hastalığı (BSE), nakledilebilir süngerimsi beyin hastalıkları’ diye bir şey çıkmıştı. Her yerde rahatlıkla bulabileceğiniz bazı bilgileri hatırlatayım: “…’Deli dana’ hastalığı ya da bilimsel adıyla BSE, 1980 ve 1990‘larda İngiltere’de ortaya çıkmış ve milyonlarca hayvan itlaf edilmişti. İngiltere‘de hastalık nedeniyle 3.7 milyon sığır öldürülmüştü. Hastalığa ilk olarak 1985 yılında siyah-beyaz bir mandıra ineğinde rastlanmış ve diğer hayvanlara da yayılmıştı. Hayvanlardan insanlara geçebilen bu hastalık yüzünden İngiltere, Fransa, Kanada, ABD ve birçok Avrupa ülkesinde yaklaşık 140 bin kişi ölmüştü. Ve halen bu hastalığın insana geçirdiği virüsü taşıyan 6 bin kişinin olduğu ifade ediliyor. Deli dana hastalığı, ”CJD” denilen türünü içeren etlerin yenilmesiyle insana geçiyor. İnsanlara kan ve doku ürünleri kullanımı yoluyla bulaşan deli dana yüzünden ABD, o yıllarda İngiltere’de yaşayan kişilere kan bağışı yapma yasağı getirtilmişti. Bilim insanları, BSE’nin İngiltere’de ortaya çıkış nedeni olarak, bu hastalıkla benzerlikler gösteren, koyun hastalığı olan ”scrapie” bulaşmış koyunların kalıntılarının hayvan yemi olarak sığırlara yedirilmesi olarak gösteriyorlar. Bu hastalıkların bir tedavi şekli de bulunmuyor.”
Şimdi, Allah (cc) tüm canlıları yarattığında onlara en münasip rızkı da beraberinde göndermiştir. İnsan ve hayvan validelerinin tümüne, yavru geldikten sonra kan ve fışkıya bulaştırmadan, tertemiz eşi benzeri olmayan süt gibi bir gıdayı (ab-ı hayatı) göndermiş. Bu tek başına yeter mi, elbette hayır; beraberinde ise mutlak şart olan ‘şefkati’ vermiştir. En akıllı ve mükemmel ilim ve donanıma sahip hangi anne bunu imal ediyor. Ne muhteşem bir rahmet! Mutlak nedeni budur demiyorum ancak bana göre en önemli nedenlerinden biri, neticede bilimsel olarak da ispatlanmış, hayvanların helal rızkı ot. Ot yiyen hayvana et yedirirsen (yem karışımlarında balık unu, kemik tozu, kan tozu vb. maddeler var), deli dana da çıkar, koronavirüs de vesselam.