Allah devletimize (devlet babamıza) zeval vermesin İnşallah. Sosyal bir hukuk devleti olarak sınırlarımızın içerisinde ve dışarısında yaşayan, vatandaşlık bağı ile bu devlete bağlı olan ve vatandaşlık bağı olmasa da, “İlayı Kelimetullah” temelinde “Kızıl Elma” ülküsüyle Türk-İslam Milletine aidiyet duygusuna sahip olan herkese kucağını ve otağını açmış, bütün mağdur ve mazlumların fiili ve hayali olarak sığınacağı güvenli sığınak olan devlet baba olma özelliğini ezelden ebediyete kadar devam ettirecektir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne vatandaşlık bağıyla bağlı olmaktan onur ve gurur duyan, vatandaş olma gereklerini eksiksiz yerine getiren, sahip olduğu statüsünün gereği toplumun beklentilerini ifade eden, rollerini ideal roller olarak yerine getiren ve etnik kökeni, dili, dini, cinsi, cibiliyeti ve siyasi düşüncesi ne olursa olsun, İbni Haldun’un deyimiyle her şahsiyet bu büyük milletin ana parçasıdır. Çanakkale’de, Sarıkamış’ta, Milli Mücadele’de, 15 Temmuz’da uğruna ölenler olarak bu toprakları “Vatan” yapan civanmertlere selam olsun. Bayrağı bayrak yapmak için al rengine kan veren serdengeçtilere, ölüm olarak adlandırılamayan makamları helal olsun!
Sarıkamış Allahu Ekber Dağlarında tarihe yolculuk yaparken, kahraman şehitlerimize ve o an itibariyle o kızıl kıyamete şöyle bir seslenişte bulunmuştum:
Sarıkamış dile gel, vakit tam aydınlat şu karanlık ufukları,
Gönüllerde dala gel, avaz ver çöz donduran uyuşuklukları,
Sen ki zemheri ayazlarında kavrulup amansızca yanarken,
Akla gel, hayale gel, yırt şu yol vermeyen beyaz karanlıkları.
Allahu Ekber Dağlarının o muhteşem heybetli görünüşü ve tarihi içerisine daldım ya, sanki sesime ve hayalime ses vererek şöyle diyordu o canı için cananından geçenler:
Komutanım dalda etme, bırak varsın gelsin kızıl kıyamet,
Bunun adı teslimiyet; ya donarken de ya yaratana kıyam et,
Yakan ayazlarda göz açık uyusam da hayallerde uyaniram,
Es bre deli rüzgâr, artık örtme karlanan dimağları ayan et!..
Dondurmaz ve yandırmaz ki, tatlıdır şehadetin kınalı şerbeti,
Tükenmeyen bir güçtür, canlı tutar göstermeye ebedi ibreti,
Hani bizimle donmuştu ya, kurduğumuz hayaller ve hedefler,
Şimdi buzlar çözülüyor bitirmeye uzayan dondurucu hasreti!..
Asla ölmedik karlı ve buz kestiren fırtınalarda diri diri donduk ya,
Kim kaybetti, kim kazandı, baksana onlar gitti biz burada kaldık ya,
Aç yorgun ve açıkta katlanırken hak adına biz o yakıcı donmalara,
O gün uyumuş olsak da amansız ayazlarda gönüllerde uyandık ya.
Gönüllerde buz tutarken meğerse sadece bedenimizi uyutmuşuz,
Akla geldikçe dirilen heybetli simalarla ayrık otlarını kurutmuşuz,
Biz donarken canlanıp ses vermek için o muhteşem baharlarda,
Ne mümkün hissetmek acıyla kederi onları çoktan unutmuşuz.
Geçmişle geleceği birleştirdik, zamanın ruhu misali uzunmuşuz,
Giyer miyiz kar fırtına kıpkızıl kıyameti geleceğe soyunmuşuz,
Hiç bedbahtlık etmedik, haktan geldi deyip boyun eğdik amma,
Uyuyarak değil el tetikte ya abdestte ya da namazda donmuşuz.
Aziz dostlar, Sarıkamış şehitlerimize bir anlamda ahde vefa borcu olarak atıfta bulundum. Sadece hayatta var olanların tüm kahraman şehitlerimizin uğruna can vererek bizlere bırakmış oldukları imkân ve fırsatları yeniden değerlendirmek, tarih bilinci ve şuuruyla yeniden okuyup muhasebe etmek zorundayız. Bu muhasebeyi tüm insanlığın yapması gereği ortaya çıkmıştır. İnsanlığın geldiği noktada, belki de bu çağa muhasebe çağı demek gerekecektir. Hani Molla Kasım Yunus Emre’nin yazdığı eseri alarak bir su kenarında oturur ve baştan başlayıp okuyarak hoşuna gitmeyen veya beğenmediği sayfaları yırtarak suya atmaya başlar. Sayfaların birinde; “Derviş Yunus bu sözleri eğri büğrü söyleme, seni sigaya çeken bir Molla Kasım gelir” ifadesini görüp yaptığı işin hata olduğunu anlar ve eylemine son verir. İşte o zamandan bu zamana geçen süreçte, toplumsal ve bireysel düzeyde bir muhasebe kültürü oluşmuştur. Esasında muhasebe bir bakıma eğitim programlarının değerlendirme boyutuna, ticari ve iktisadi faaliyetlerde mal ve hizmet, kâr-zarar, üretim-tüketim ve pazarlama düşünce ve faaliyetlerine odaklaşarak anlam kazanır.
İnsanlığın yüzleştiği virüs salgınıyla birlikte bilim, teknoloji ve finansal kaynakları elinde tutan mekanizma ve küresel güç merkezlerinin bu imkân ve fırsatları kaybet-kazan ilkesi çerçevesinde hoyratça kullanıp, kendileri hep kazanan ve muhataplarını ise hep kaybedenler olarak yapılandırdıkları rekabet ve çatışma modelinde, tüm zamanları kuşatan bir kazanmanın olmadığını ortaya koymuştur. Hakikaten bir çatışma modelinde taraflardan birisinin kaybetmesi, diğerinin kazanması anlamına gelmiyor. Bu hassas yapıyı daha önce “etki ve doğal tepki mekanizmasıyla” açıklamaya çalışmıştım.
Örneğin, eğer bu virüs insanlığa birileri tarafından bilerek ve isteyerek musallat edildiyse, hatta bunu icat edenlerin elinde aşısı ve ilacı olsa dahi, olası sonuçları dışında hiç hesap edilemeyecek doğal ve tepkisel sonuçlarının olacağı kaçınılmazdır. Üretim, tüketim ve pazarlama muhasebesinin bu bakış açısıyla yeniden değerlendirilmesi, geliştirilecek iktisat teorilerinin ve kurulacak dengelerin ona göre kurulması gereği apaçık ortaya çıkmıştır. Yüce Allah, kâinatı yaratırken mükemmel dengeler kurmuştur. Bu dengeler sisteminde öyle bir gerçeklik söz konusu ki, terazinin bir kefesine bir şey koyduğun zaman diğer kefesine de bir şeyler koyarak dengeyi sağlayabilirsin. Bir kefede olan, diğer kefedekini nitelik ve nicelik olarak anlamlı kılan ve var eden konumdadır. Terazinin kefesine konulan gram ve kilo gibi ölçü birimleri, diğer kefeye konulan şeyleri belirli ve varlık düzeyinde manalı kılar. O şeyle ilgili yapılacaklar da ancak diğer kefedeki ölçü birimleri nispetinde yapılabilir olur. Ektiğin ne ise biçtiğin de o olur. “Ne eklersen aşına, o gelir kaşığına” gibi özdeyişlerin de manası budur. Herkes anlamıştır ki, artık bu dünya bir etme bulma dünyasıdır. Bulacakların, ettiklerinle ilgilidir. Newton, fizik kurallarını adeta alt üst ettiği düşünülen kuantum gerçekliğinin de temelinde bu anlayış ve bu anlayışa dayalı fark edilen gerçeklikler söz konusudur. İnsanları sömürerek, haklarını gasp ederek yalanla ve talanla servet inşasına girişirseniz, o insanlar eşyanın ve var olmanın doğasına uygun olarak terazinin diğer kefesini sizin servetinize tepki ve hak arayışıyla doldururlar. Yarattığınız mutsuz ve kaybedecek fazla bir şeyleri olmayan kitleler, mutlaka kendi ellerinizle karşınıza diktiğiniz eceliniz olacaktır.
Bu teori ve muhasebe anlayışına dayalı olarak gerçek bir var olmanın temelinde, “kazan-kazan ilkesi, sömürerek öldürüp yok etmeden koruyarak ve yaşatarak birlikte hakça paylaş” ilkeleri olacaktır. Bu ölçekte geliştirilecek muhasebe kuramlarının temelinde ise ahlak, vicdan, tutum ve davranış muhasebesi yaklaşımları olmak zorundadır. Virüsün en çok etkilediği toplumlar, ifade etmeye çalıştığım imkân ve fırsatları elinde tutan ve kapitalist sistemin hakim olduğu Batı toplumları ve refah toplumlar olmuştur. Virüs, daha büyük etkisini onların refahlarına dokunarak ortaya koymuştur. İşte, muhasebesini yanlış tutan Batı toplumları, gittikçe biçim değiştirerek ortaya çıkacak siyah-beyaz, göçmen-yerli, zengin-fakir çatışma alanlarına sıkışacak ve etnik aidiyet temelinde çıkış yolları arayacaktır. Peki böyle bir nüfus mühendisliği sorunları çözecek mi? Hayır! Çünkü böyle etnik temelli ayrışmanın inşa edileceği coğrafyalarda var olan yeraltı ve yerüstü doğal, bilim ve teknoloji temelinde üretilen kaynakların, yaşamsal mal ve hizmetler olarak paylaşılması gerekecektir. Bu paylaşımda vurgulamaya çalıştığım yeni değerler; çalışmamış, komşusu aç iken tok yatılmış, iğneyi de çuvaldızı da hep başkalarına sokup kendisine toplu iğne ucu dahi yaklaştırmamış birileri rol ve yetki sahibi ise; kaybet-kazan temelinde ve kendi varlığını başkalarının yokluğunda arayan kanlı çatışmalar kaçınılmazdır. Çin ve Hindistan arasında çıkan sınır çatışmalarının daha yoğun bir şekilde sıcak savaşa dönüşmesi durumunda, mukadder olacak sonun bölünüp parçalanma olacağını şimdiden görmek gerekir.
Aziz dostlar, refah toplumlarını bekleyen handikapların anlaşılması için bir kıssadan hisse çıkarmak istiyorum: Örümcekle hastalık arkadaş olurlar ve örümcek fakir bir ailenin evine yuva kurar. Hastalık ise zengin ve varlıklı bir aileye musallat olur. Hastalık örümceğin durumunu sorar ve örümcek çok rahat olduğunu, ailenin her gün çalışıp ekmek parası kazanmak durumunda olduğundan kimsenin kendisiyle ilgilenmediğini ifade eder. Örümcek hastalığın durumunu sorduğunda, hastalık da rahatının yerinde olduğunu, yakaladığı hasta sayesinde altına çift yatak serildiğini, bakım itinanın yapıldığını belirtir.
Daha sonra deneme amacıyla her iki arkadaş evlerini ve ailelerini değiştirirler. Örümcek zengin ve varlıklı ailenin evinin neresine yerleşirse vurup indirirler ve hiç rahat edemez. Hastalık ise fakir ailenin evindeki aile üyelerini yakalar. Ancak çalışmak ve ekmek parası kazanmak zorunda olan aile üyeleri, hastalığı dikkate almadan hareketli yaşamlarını sürdürürler. Belki sürü bağışıklığı boyutuyla düşünülürse, bu insanların böylece bir ölçüde bağışıklık kazanmış olabilecekleri düşünülebilir. Elbette ki, ulaşılan bilgi teknolojileri çerçevesinde teşhis ve tedavi hizmetleri göz ardı edilemez ve bu kıssadan hisseden çıkarılması gereken yegane şey, refah toplumların refah anlayışı ile ilgilidir.
Hastalık da hiç rahat değildir. Bedensel ve zihinsel olarak sürekli çalışıp üretmek zorunda olan fakir insanların bünyelerine yerleşip de pek rahat edemez. Sürekli onlarla beraber o da hırpalanır ve sonunda yaşam mücadelesini kaybedebilir.
Sevgili dostlar, Batı ve refah toplumlarının refahına dokunan virüs, toplumsal yapı ve sömürü temelli ticari ve ekonomik faaliyetleri tartışılır hale getirmiştir. “Kazanmak için her yol mubahtır!” anlayışı çürümüştür. Kazanmak için adaletin hüküm sürdüğü yollar mubahtır. Bu yol güzergâhında mülkün temelinde adalet, işte o zaman paydaşlarda asalet, her akılda feraset vardır. Bu feraset ki, keramete zor attırır. İnsanı kader yoluna saptırır. Dünyanın her tarafında fitili ateşlenen toplumsal olaylara bu pencereden bakılmalı ve toplumsal birlik ve beraberlik temelinde anlaşma, uzlaşma, paylaşma düzeninde bir muhasebenin yapılması, bu manada olası sorunları kaynağında yok edecektir.
Rabb’im, hepimizin yar ve yardımcısı olsun.