Ellilere yaklaşan yaşımda, içinde bulunduğumuz ramazan ayının da duygusal ve manevi havasıyla çocukluk ve gençlik günlerime sık sık dönüş yapmaktayım. Şairin sorduğu “Yıldızlar mı yoksa gençliğim mi daha uzak?” sorusuna hiç duraksamadan “gençliğim” cevabını verdiğim elliye dayanmış yaşım, o günlere ait hayat felsefemi(zi)n de ne kadar “çocuksu” olduğunu ortaya koymaktadır.
Altmışlı yılların sonlarında Ankara’nın mümtaz ve nezih Saraçoğlu Mahallesi’nde geçirdiğim çocukluk döneminde, hayatımıza yeni girmiş haftanın belirli günlerinde belirli saatlerde yayın yapan ve yayın bitince ekranda “Televizyonunuzu kapatmayı unutmayınız” uyarısı ile sona eren, siyah-beyaz tek kanallı televizyon, henüz bizleri esir almamıştı. Rahmetli babam, hafta sonu bizleri sinemaya götürürdü. 19 Mayıs Stadı’nda maç seyretmekten sonra en büyük zevkimdi film seyretmek.
O filmleri şimdi yeniden irdelediğimde, o filmlerin olumlu toplumsal bilinçlendirmeyi ne güzel yerine getirdiğini anlıyorum. O filmlerde iyiler hep kazanır, kötüler mutlaka kaybederdi. Yanlış anlaşılmalar sonradan yerini, hep doğrulara terk ederdi. Devletin parasını zimmete geçirmiş olanlar, menfaatleri uğruna insan öldürenler, yalancılar hep cezalandırılır, daha da önemlisi bu tip insanlara, toplum tarafından rağbet edilmezdi.
İşte o filmlerin en önemli meslek adamlarından birisi doktordu. Hemen her filmde mutlaka doktor vardı. Hatta bazı filmlerde başrolü oynayan kişinin mesleği doktor olurdu. Doktoru oynayanların ortak yanı güçlü bir karaktere sahip olmalarıydı. Beyaz önlükleri ile insana güven veren, hasta ve hasta yakınlarına gösterdikleri tutum ve davranışla herkese örnek olan, fazilet timsali insanlardı. Bu özellikleriyle herkesin saygı duyduğu hekim, ekonomik yönden de güçlü bir meslek adamıydı. Evine muayene için gittiği hastadan muayene parası almadığı gibi, ekonomik durumunu gördükten sonra hastanın başına para bırakırdı.
Ya çocuk oluşumdan ya da öyle olmasını istediğimden ama; en önemlisi, o filmlerin etkisiyle, epeyce bir süre, ambulans geldiğinde, her zaman hasta kurtulur zannederdim. Çünkü; ambulans hep zamanında gelirdi ve içerisinden daima hekim iner ve hastaya müdahale ederdi.
Tıp fakültesini tercih etmemde, canım annem kadar o filmlerin de çok büyük etkisi oldu. Meslekte yirmi ikinci yılını yaşayan bir hekim olarak o filmlerdeki çoğu şeyin gerçek hayatta çok ama çok farklı olduğunu gördüm. Hayatın içerisinde her şeyin olduğunu, insanların ölümlü varlıklar olduğunu, tıbbın ve hekimin de olanaklarının kısıtlı olduğunu anladım. Hekimlerin de insan olduğunu, beyaz melekler olmadığını idrak ettim. Ancak; renkli televizyon kanallarında organ mafyası ile iş birliği yapıp çocukların sonunu getiren hekim imajına, renkli görsel basında hastasından para alırken yakalanan hekim görüntüsüne, sabah kadın programlarına çıkıp magazinel zayıflama diyetleri veren bir hekimin izleyicilere “Gittiğiniz hekime önce bakın, kendisi göbeğinden oturamıyorsa ona inanmayın” diyen görüntüsüne, ilaç ve tıbbi malzeme mümessilleri ile organize çalıştığından ceza mahkemelerinde yargılanan hekim görüntüsüne alışamadım.
Ben, tıp etiği dersinde örnek hekim olarak gösterebilecek o filmlerdeki hekimi istiyorum.