İnternette gezinirken karşılaştığım bir söz, zihnimi derin düşüncelere sevk etti: “Geçmişe giden bir otobüs kaldırsalar, ilk yolcusu ben olurdum.” Bu söz, anlamlı ve bir o kadar da içsel bir çağrıdır. Toplumda 25 yaş ve üzeri bireylerden oluşan bir anket yapılsa, sanırım çoğu kişi “Geçmişi özlüyor musunuz?” sorusuna tereddüt etmeden “Özlüyorum!” diye cevap verir. Peki, insanlar neden geçmişe özlem duyar? Gerçekten eski zamanlar mı daha güzeldi, yoksa eski insanlar mı daha içtendi..?
Geçmiş, içinde yaşadığımız bu hızla değişen dünyanın tam karşısında duruyor; sanki eski bir fotoğrafın solmuş kenarlarında kaybolan bir zaman dilimi… Geçmişe özlem, her birimizin içinde bir boşluk bırakıyor. Ama bu boşluk, belki de şu anki hızla koşan hayatımızın oluşturduğu boşluktur. Zira hatırlıyorum, eskiden, “hayat; hızla değil, huzurla akardı…”
Yıllar önce, insanların çoğu köylerde yaşardı. Evler küçüktü ama o küçücük evlerde bir arada olmak, insana huzur verir, aileyi daha güçlü kılardı. Anne, baba, dede, nine, çocuklar, bekâr amca, hala… Bütün bu yaşam, bir arada geçirilen zamanlarla anlam bulur, iki odalı küçük bir evde kaybolmuş bir mutluluğun izleri bırakırdı. Elektriğin çoğu köyde olmadığı, telefonların henüz hayatımıza girmediği, köylerde yalnızca gökyüzünün sorduğu bir zaman dilimiydi. İnsanlar, kuyu başlarından taşırdı suyu. Kasabaya inen tek dolmuş, haftada bir gün uğrardı. İnsanların dünyayla bağlantıları sınırlıydı, ama bu bazen insanı özgürleştirir, yalnızca yakın çevreyle bağlı olmanın sadeliği içinde daha derin bir huzur bulurlardı.
Çocuklar, akşama kadar toprakla, taşla, top ve misketle oynar; her oyun bir ömre bedel olurdu. Televizyonu olan evler, sanki birer kutsal mekan gibi, akşamları bütün ahaliyi bir araya getirirdi. Bir film izlemek, bir maç seyretmek, o zamanın büyük lükslerinden biriydi. Ne de olsa, kıt imkânlara rağmen insanlar mutlu ve mesut olmayı iyi bilirdi.
Ancak zaman değişti, dünya küçüldü, teknolojinin hızıyla her şey elimize, hatta cebimize sığar oldu. Sesten hızlı uçaklar gökyüzünü delerken, hemen hemen her evde bir araba, bir akıllı telefon, bir internet bağlantısı ve kendimize ait bir oda mevcut. Bugün, tek bir tuşla alışveriş yapabiliyor, sosyal medyada geziniyor, faturalarımızı saniyeler içinde ödüyoruz. Dünya, adeta avucumuzun içine sığacak kadar küçüldü. Sevdiklerimizle görüntülü konuşmak, zaman ve mekân kavramlarını silip atar oldu. Fakat, her şeye rağmen bir eksiklik var. Her geçen gün, daha fazla hız, daha fazla teknoloji, ama belki de daha az insanlık..! Bir köydeki sakin ve mutlu yaşamın yerine, modern dünyanın karmaşası ve yalnızlıkları almış gibi görünüyor.
İşte bu yüzden geçmişe duyduğumuz özlem, sadece eski zamanların kıtlıklarına duyduğumuz özlem değil, aynı zamanda o zamanlarda sahip olduğumuz huzura, basit ama gerçek mutluluğa olan özlemdir. İnsanların birbirine daha yakın olduğu, yaşamın daha sade ama bir o kadar da anlamlı olduğu zamanlara… Belki de bu yüzden, geçmişe olan bu özlemde, “sadece eski insanlar değil, eski zamanların kendisi de güzeldi.” Çünkü o zamanlar, hızla akıp giden bir dünyada kaybolan değerleri, bize hatırlatır. Ve belki de, geçmişe duyduğumuz bu özlem, sadece bir nostalji değil, bir çağrı, yeniden basitliğe ve huzura dönme isteğidir.
DİPNOT!“
Geçmişe giden bir otobüs kaldırırlarsa, ilk yolcusu ben olurdum!” Bu sözün kime ait olduğunu internette bulamadım. Belki anonim bir sözdür, bu yüzden yazarını belirtmedim.