‘Elli yıl sonra, Ankara Tıp Fakültesi’nde buluşmak’ başlığıyla yazdığım yazıya çok sayıda yorum geldi. Hatta İstanbul’dan, eski dekanlarımızdan Semih Baskan abi telefonla aradı ve tebriklerini ileterek şöyle dedi: ‘Dekanlığım sırasında, fakültenin önünde gördüğünüz öğrenci kafeteryası binasını yaptırdım. Amfilerimiz, o güne kadar, bir numaralı, iki numaralı amfi şeklinde numarandırılmıştı. Numaraları kaldırıp, amfilerimize hocalarımızın adlarını verdirdim. Artık hocalarımızın adlarıyla anılıyorlar’. Semih abi, benden üç dönem öncedir, onunla genel cerrahide rotasyon yaparken tanışmıştım. O günlerden beri, saygı ve sevgiye dayanan dostluğumuz devam ediyor. Asistanlıkta kıdemlimizdi. İdarecilik, yönetim ve koordinasyon becerileriyle dikkati çekiyordu. Kayseri Erciyes Tıp ve fakültemizde, bir dönem, çok başarılı dekanlık görevinde bulunmuştu.
1974 mezunları olarak, fakülteden hocalarımızla birlikte, ‘Ankara Tıp Fakültesi Mezunlar Derneği’ni kurduğumuzda, kendisini ziyaret ederek, tüzüğümüzü vermiş ve yardımlarını istemiştik. Bize fakültenin dekanı olarak, dernek için elden geldiğince yardımcı olacağını belirtmişti. Maalesef daha sonra, onun yerine gelen dekanımız, henüz yeni kurulmuş olan derneğimizi, bir güzel kapatıvermişti. Neymiş efendim, zaten ‘Ankara Üniversitesi Mezunları Derneği’ diye, adı sanı pek bilinmeyen bir dernek varmış. Tıp Fakültesi mezunları da oraya üye olacaklarmış. Aramızdan kaç kişi oraya üye oldu? Derneğin, başvuranlara, üyelik kartı vermekten başka, tıp fakültemizle ilgili şimdiye kadar hangi aktiviteleri olmuştur, bilemiyorum. Yıllardır, ‘Mülkiyeliler Derneği’ diye bir dernek var ve aktivitelerine devam ediyorlar, Ankara Kızılay’da lokalleri var. Ona ne demeli, hiç mi örnek alınmadı?
Bizim kurup başlattığımız mezunlar derneği, amatör bir ruhla kurulduktan sonra, yaşatılması ve aktivitelerinin sürdürülmesi oldukça gerekli, bir o kadar da zordur. Zaman ister, emek ister, gayret ister, fakülteyle iyi ilişkiler kurmak ister, ister de ister. Kurulmuş bir derneği, kapatmak ise, çok kolaydır. Büyüklerimiz, şöyle derlerdi: Süleymaniye’yi yapmak için, bir Sultan Süleyman’la, bir Mimar Sinan’a ve onların iradelerine ihtiyaç vardır. Yıkmak içinse, herhangi birinin eline, bir balyoz vermeniz yeterlidir.
Aidiyet duygusu, işte böyle bir duygudur. Kimilerinde bulunur, kimilerinde bulunmaz. İnsanı, gün olur, kilometrelerce ötelerden, alır getirir. Yıllar önce, bir jinekolojik onkoloji toplantısı için, Mardin’e gittiğimizde müzeleri de gezmiştik. Gösterilen videoları ilgiyle izledik. Bir videoda, aynen şöyle anlatılıyordu :
‘Ben ve ailem Kanada’da doğduk ve orada yaşıyoruz. Büyüklerimiz bize Türkiye’nin Mardin şehrinden göç ettiklerini ve orayı gidip görmeyi çok arzuladıklarını anlatırlardı. Onlar, çok istedikleri halde, gidip göremediler ve biz onları bir süre sonra kaybettik. Ancak, söyledikleriyse, hiç aklımızdan çıkmadı.
Geçen sene fırsat bulduk. Eşim ve çocuklarımızla birlikte ziyaret için Mardin’e geldik. Tüm aile, gelip gördüğümüz Mardin’den çok etkilendik ve sonrasında bu görüntüleri çektik.’ İzlediğimizde, hepimiz çok etkilenmiştik.
Bilmem ne denli doğrudur, beyinde, aidiyet merkezi ile para hırsı merkezinin, ayni lokasyonda, çoğu zaman birinin diğerine baskın halde bulunduğu söylenir.. Aidiyet duygusu, öyle bir şeydir ki, bir ülke, bir şehir, bir okul, bir sokak, yıllarınızı geçirdiğiniz ev, kilometrelerce öteden, ‘gel gel’ diye, sizi devamlı çağırır durur. Tıpkı fakültemizin de, bizi çağırdığı gibi. ‘Bu yıl da olmadı, işlerim çok, fırsat bulamadım, gelemedim, kısmetse seneye, olmazsa daha sonra’ diyerek, erteleyip dururken, gün gelir böyle de bir fırsat çıkınca, çağrılara karşı duramayıp, kalkıp gelirsiniz.
Fakültemiz, 1945 te kurulmuş, Cumhuriyetimizin ilk Tıp Fakültesi olmanın gururuyla, başkent Ankara’da, tüm haşmetiyle yerli yerinde duruyor. Hocalar, çalışanlar ve öğrencileri, yıllar içinde değişmiş olsa da, eğitimi, deontolojisi, konumu, binaları ve yıllar içinde mezun ettikleriyle, olağanüstü görünümlü. Hepsinden öte, bilimsel ve kurumsal özellikleri, yıllar içinde hiç değişmemiş. Binadan içeri girerken, hala ayaklarım titrer, içimi belli belirsiz bir ürperti kaplar.
‘Ankara Tabip Odası’ tarafından düzenlenen ve meslekte, 40, 50, 60, ve 70 yıllık olanlara plaket verilen toplantının sonrasında, fuayede, sağlıktaki geleceğimiz olan genç tıp öğrencilerinin, halk oyunları çalışmalarını izlerken, kendi öğrencilik yıllarımızı hatırlıyorum. Bizim öğrencilik yıllarımızda da, yine ayni fuayede folklor çalışmaları yapılırdı. Hatta patoloji bölümünün önünde, şimdi otopark olarak kullanılan alanda, futbol maçları oynanır, turnuvalar düzenlenirdi.
Toplantıdan sonra, girişteki merdivenlerde, toplu grup fotoğrafları çektirdik. Elli yıl sonra olsa da, içimizdeki aidiyet duygusuyla koşa koşa fakültemize gelmiştik. Huzur ve mutluluk içinde, 60. yılda buluşmak üzere, birbirimize sarılarak ayrıldık. Bir zamanlar, Mary Hopkin’in şarkısında söylediği gibi,
Those were the days, my friend
We thought they’d never end
We’d sing and dance forever and a day
We’d live the life we choose
We’d fight and never lose
For we were young and sure to have our way. La-la-la-da-da-da
4 yorum
Geçmişinizle ilgili aidiyet duygularınızı arkadaşlarınızla hep birlikte daha nice yıllar yaşamanız dileklerimle selam ve saygılarımı sunuyorum Haldun Hocam.
Çok duygulandım okulumuz hep yuvamız oldu ama sitemlerindede haklısın 50. Yılımız çok güzeldi okulumuz yine yuvamız olduğunu ve arkadaşlarımız nasılda kardeşlerimiz olduğunu bize bir kere daha hatırlattı çok sahip çıkamadık dersen ondada sen haklısın bahanelerimiz çok olur ama yinede çabalarımız eksik kalmış
Haldun Hocam
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden 1958 yılında mezun bir Hekim olarak yazdıklarınızı dikkatle ve heyecanla okudum.
66 yıllık hekimlik hayatımda, gittiğim bir yerde, bir toplantıda, bir seyahatte eğer bir Ankara Tıp mezunu bir hekimle karşılaşırsam, sanki bir yakınımı, akrabamı görmüş gibi mutlu oluyorum.
Zaten Size olan yakınlığım ve sevgim de öyle başlamıştı.
Şu anda sizin de üye olduğunuz bir Ankara Tıplılar Derneği varsa, ben de mutlaka kaydolmak isterim.
Sevgi ve saygılar.
Haldun Bey önemli bulduğum bir konu. Aidiyet Duygusu. Beyindeki lokalizasyonunu bilmiyorum ama nesilden nesile zayıflamakta diye düşünüyorum. Önemi konusunda size katılıyorum. Sanırım gençlikte gündelik koşuşturma içinde pek farkedilmese de emeklilikte gereği daha iyi anlaşılıyor.