XVI. yüzyılda da Osmanlı Türk hekimleri, kitaplarında, hekim sorumluluğuna değindiler. 1573 tarihli bir belgede, Hekimbaşı Garaseddinzâde Muhiddin’in bilgisiz ve cahil kimselerin hekimlik yapmalarını önlemek istediği belirtilmekte ve hekimlik yapmak isteyenlerin sınava sokularak diploma almaları gerektiği açıklanmaktadır. Yine Ayıntap (Gaziantep) Şer’i Sicilleri (Dini Mahkeme Kayıtları) ile ilgili diğer bir belge, 1540 yıllarına ait olup idrar yolunu tıkayan taşların çıkarılmasından ve bunun için operasyon yapılacak hastadan rıza alınmışsa, ölmesi durumunda hekim hakkında dava açılamayacağından söz etmektedir. Bu operasyon için hastadan Şer’iyye Mahkemesi (Dini Mahkeme) kararı ile hem izin alınmakta, hem de operasyon için cerraha belli bir para ödenmektedir.
XVII. yüzyıla gelince, bu yüzyılın ünlü Türk hekimlerinden Emir Çelebi, Enmuzec al-Tıb adlı kitabında, hekimlerin anatomiyi iyi öğrenmeleri gerektiğini ve böylece hekimlik san’atını uygularken hataya düşmeyeceklerini bildirmektedir. Bu ünlü hekime göre :“1) Hekim sır tutmalıdır. 2) Hekim her ilacın etkisini ve dozunu ezbere bilmelidir. 3) Hekim doğru sözlü ve mantıklı olmalıdır.”
Yine aynı yüzyılda usta-çırak şeklinde yetişen hekimler ve cerrahlar sınava girip san’atlarını kusursuz uygulayabileceklerini kanıtladıktan sonra muayenehane açabilirlerdi. Bu durum, XVIII. yüzyılda da aynı şekilde devam etti. Bu arada izinsiz muayenehane açanların da dükkanları kapatılırdı. XVIII. yüzyıla ait bazı tıbbi yazmalarda ve Başbakanlık Osmanlı Arşivi Belgeleri’nde hekim sorumluluğuna da değinilmektedir . Nitekim Cerrah Mes’ud Efendi’nin 1720 yılında yazdığı Ra’is al Cerrahin adlı eserinde iyi bir cerrahın özelliklerinden söz edilmekte ve “Cerrah, şevkatli, güleryüzlü, sözü tatlı ve eli tutucu olmalıdır.” diye belirtilmektedir. 1704 yılında, III. Ahmed döneminde Nuh bin Abdülmennan’ın hekimbaşılığı zamanında, bazı cahil ve bilgisiz hekimlerin meslekten çıkarılmaları hakkında bir karar alındı. Daha sonra çıkarılan 1729 tarihli bir kararla da hekimliğin usta-çırak usulüyle öğrenileceği ve hekim olmak için bir sınavdan geçerek diploma alması gerektiği yazılıdır. 1765 tarihli bir Başbakanlık Arşivi Belgesinde ise, becerikli ve işinde usta bir Musevi cerrah olan Papa İstrati’nin muayenehane açmasına, o dönemin Hekimbaşısı Katipzâde Mehmed Refi Efendi (1682-1769) tarafından izin verileceği bildirilmektedir. Özellikle fıtık operasyonlarında başarılı olan bu Musevi cerrahın açacağı bu muayenehanenin adına da bu belgede Fıtıkçı Karhanesi (işyeri) denilmektedir. Aynı yüzyılda, III. Mustafa döneminde, izinsiz hekimlik yapanların şiddetle cezalandırılmaları konusunda kararlar alındı.
XIX. yüzyılda ise yine bazı belgelerde hekim sorumluluğu ile ilgili bilgiler vardır. Bunlarla ilgili birkaç örnek verilebilir.1848 tarihli bir Başbakanlık Arşivi belgesinde de Ayıntab (Gaziantep), Birecik ve Haleb hastaneleri başhekim ve hekimlerinin hatalı davranışları yüzünden işlerine son verildiği kayıtlıdır. Bu arada 1849 tarihli bir arşiv belgesinde hekimlerin fakir ve yoksul hastalara ücretsiz bakmak üzere bir yönetmelik hazırlanacağı belirtilmekte ve böylece hasta-hekim ilşkilerinde hekimin fakire yardımı konu edilmektedir. Yine Osmanlılar’da hekimlerin görevlerini kurallara uygun olarak yapmaları da belgelerde vardır. 1853 tarihli bir belge, hekimlik görevinde gevşekliğe düşülmemesi ve tedavide dikkatli olunması ile ilgilidir. Ayrıca, hekimlerin deneyim kazanması için de bazı önemli hastahanelere atamaları yapılırdı.1891 tarihli bir belge, Yıldız Hastahanesinde görevli Miralay Osman Bey’in daha iyi deneyim kazanması için Haseki Nisa Hastahanesi’ne atanması ile ilgilidir .
Yine bazı belgeler, hastanelerde yanlış ilaç uygulayanlara ve hatalı tedavi yapanlara soruşturma açılması ile ilgilidir. 1871 tarihli bir belge Vakıf Gureba Hastahanesi’nde görevini yerine getirmeyen bir cerrah ve eczacının görevlerinden alınmaları ile ilgilidir. 1890 tarihli diğer bir belge ise , Gümüşsuyu Hastahanesi’nde yanlış tedavi uygulayan Cerrah Malik Efendi hakkında soruşturma açılması hakkındadır. Ayrıca 1894 tarihli bir arşiv belgesi, Gureba Hastahanesi’nde meydana gelen suistimal hakkında verilen teftiş raporundan söz etmektedir.
Yine Osmanlılarda hastaya yapılacak tedavilerle ilgili olarak hastaların da onamları alınırdı. 1899 tarihli bir belgede Yıldız Hastahanesi’nde tedavi altında bulunan gazilerden bazılarına razı olduklarına dair onam alındıktan sonra operasyon yapılacağı yazılıdır .
XIX. yüzyılda tıp öğretiminin modernleşmesi ve bazı modern yasaların çıkarılması ile hekim sorumluluğu konusu daha değişik boyutlar kazandı ve hekim sorumluluğu ceza yasasına bırakıldı. Bu konuda da bazı kitaplar yazıldı. Yine XVIII. ve XIX. yüzyılın ünlü hekimbaşılarından Hayrullah Efendi, Makâlât-ı Tıbbiye adlı eserinde, Hipokrat’ın 24 kuralına özel bir yer verdi.
Yine XIX. yüzyılda bazı kanunlarda hekim sorumluluğunu ilgilendiren maddeler vardı. Örneğin 1857 tarihli ve Ceza Kanunname-i Hümayunu adlı Ceza Kanunu’nun 193. maddesinde, çocuk düşürmeye neden olan kimseye altı aydan iki yıla kadar hapis cezası verileceği yazılıdır. Eğer bunu yapan kişi hekim veya eczacı ise cezaların miktarı değişmektedir.
Türkiye’de 14 Mart 1827 tarihinde Tıphane ve Cerrahhane-i Âmire’nin kurulması ile başlayan yüksek okul dönemi, Galatasaray’da Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane’nin kurulmasına kadar sürdü ve ondan sonra fakülte dönemi başladı. Bu okul, 1847’den itibaren Avrupalılarca da fakülte olarak kabul edildi. Hekimlerimizin doktora sınavı vererek doktor ünvanı almaları da ilk olarak Galatasaray’da başlar. Böylece kurulmaya başlanan modern klinik ve laboratuvarları ile medrese özelliğinden sıyrılan ve fakülte özelliğine kavuşan tıbbiyede 1841 yılında ilk kez diseksiyon ve otopsi yapılmasına izin verildi. Bu suretle modern eğitim gören hekimlerin sorumluluğu da modern hukuk anlayışı içinde incelenmeye başlandı. Böylece 1838 tarihli Karantina Talimatnamesi, 1861 tarihli Tababet-i Belediye Nizamnamesi ve 1870 tarihli Tababet-i Belediye İcrasına Dair Nizamname, hekim sorumluluğuna değinmektedir .
Cumhuriyet Dönemi’nde ise hekim sorumluluğu ve hasta-hekim ilişkileri, tıbbi deontoloji ile ilgili yasa ve yönetmeliklerin çıkması ve tıp etiğinin modern bir bilim dalı olarak önem kazanması ile tıbbi uygulamalardaki hataların aza indirilmesi ve hasta-hekim ilişkilerinin insancıl bir platforma oturtulması hususundaki çabalarla, ikilemleri gittikçe azalan bir görünüm kazandı.