Geçmişten bugüne kadar Türklerde hekim ve hasta arasındaki ilişkilerle ilgili gelişmeler birçok arşiv belgesinde detaylı olarak vardır ve bunlar çeşitli konuları kapsamaktadır. Özellikle bu belgelerden hekim sorumluluğu ve hekim görevlerine önem verildiğini öğreniyoruz. Bu arada Türkçe yazma tıp kitaplarında da hekim-hasta ilişkilerine ait bölümler vardır. Bu kitapların Vesaya (Öğütler) adı verilen bölümlerinde hekimlere öğütler bulunur.Burada bu konuların kısa bir gözlemini yapmak istiyoruz.
Hunlar ve daha sonra bunları izleyen Tabgac-Topa Hanları (M.S. 216 – 394), Avarlar (394 – 552), Tukyular (Göktürk Devleti) (552 – 745) ve Uygurlar gibi Türk devletlerinde hekimlik, usta – çırak şeklinde öğrenilir ve hekime büyük saygı gösterilirdi. İslamlığın Uygurlar döneminde 8. yüzyılda kabul edildiği bilinir. Böylece bundan sonraki Türk – İslam devletlerinde de tıbbi deontoloji bilgilerine önem verildiği görüldü. Bu Türk devletlerinden Karahanlılar (840 – 1212) döneminde, ünlü vezirlerden Yusuf Has Hacip tarafından 1070’de yazılan Kutadgu Bilik’de bazı sosyal konularla birlikte hekimlerden de söz edilir. 73 kısımlık ve 6500 dizelik olan bu kitapta, hekime en üst düzeyde yer verilmekte ve hekimin çalışkan, doğru ve fedakâr olması gerektiği belirtilmektedir. Otakçı (Pozitif Hekim) ve Efsuncu (Ruh Hekimi) gibi iki tip hekimden söz edilen bu kitapta deontolojik bölümler de bulunmaktadır.
Uygurlar, Tolunoğulları, Karahanlılar, Büyük Selçuklular ve Anadolu Selçukluları’nda da hastasına zarar veren hekim, sorumlu tutulurdu. Yine bazı hekimlerin ve fikir adamlarının yazdıkları kitaplarda hekim sorumluluğuna da değinildi.
Antik çağlardan ve bu çağların bilimsel tıp anlayışını getiren eski Yunandan etkiler almış olan İslam Dünyası’nda, Razi (854 – 932), Farabi (870 – 950), Biruni (973 – 1051) ve İbn-i Sina (980 – 1037) gibi ünlü bilim adamlarının yazıları ile bu konuya önem verildiği görülmektedir. Bu ünlü bilginlerden Ebubekir Muhammed bin Zekeriya Razi (854 – 932) ’nin 180 kadar kitabının en az 5 tanesi deontoloji ile ilgilidir. Diğer bir tıp adamı olan Ebu Reyhan Biruni (973 – 1051) ise ilk kez hekimlik ve eczacılık mesleğini birbirinden ayırdı ve bu iki mesleğin tanımlamalarını yaptı. Bu ünlü bilgin hekimin görevlerine ve tıp öğretiminin usta-çırak şeklinde olmasına değindi. Bu bilgiler, Biruni’nin Kitab al-Saydala adlı kitabında vardır. Ortaçağın en büyük tıp bilgini İbn-i Sina ve değerli bilim adamı Farabi de kitaplarında, bu konu ile ilgili pasajlar yazmışlardır.
Büyük Selçuklular döneminde yazılmış bazı kitaplarda ise deontolojik bilgiler görülür. Semerkantlı hekim Nizam-i Aruzi’nin 1156’da yazdığı “Çehar Makale” adlı kitapta 4 makale vardır ve bu kitapta hekimlere de değinilir. Bu kitapta bulunan şu kısa cümleler, o dönemin deontolojik anlayışını belirtirler: “Tabib (doktor), iyi huylu, şerefli, mantıklı bir kişi olmalıdır. İlaçların etkilerini ve hastalık belirtilerini iyi bilmelidir. Mesleğini bir üstatdan öğrenmeli ve devamlı okumalıdır. Ayrıca hekimlik pratiğini iyi uygulamalıdır ”.
Osmanlılar döneminde uzun yıllar tıp öğrencileri usta-çırak şeklinde eğitim gördüler. Fatih Sultan Mehmed Kanunnamesi, Kanuni Sultan Süleyman ve IV. Mehmed Kanunnamesi gibi Osmanlı Kanunnameleri’nde İslam Ceza Hukuku’nun bazı boşlukları doldurularak ülke gereksinimine uygun maddeler kondu. Ancak hekimlerle ilgili durumlar, 19. yüzyıla kadar, padişahların fermanları ve hekimbaşıların emirnameleri ile düzenlendi.Bu dönemde alınmış bütün kararlarda, bir tıbbi olayda hasta rızası alınmış ise hekimin sorumlu olamayacağı ortaya kondu.
Bu arada Osmanlılar döneminde çeşitli tıp kitapları yazıldı ve bunların çoğunda deontolojik bölümlere yer verildi. On dördüncü yüzyılın ünlü Türk Hekimi Bereket Efendi, Anadolu’da ilk Türkçe tıbbi yazma kitap olan Tuhfe-i Mübarizi’yi yazmış ve bu kitapta deontolojik bilgilere de yer vermiştir. Hekim Bereket’e göre: “Hekim sinirlerine hâkim olmalı ve asla hastaya kızmamalıdır.” Bu yüzyılın diğer ünlü bir hekimi olan Hacı Paşa (Celaleddin Hızır b. Hoca Ali) (1334/35? – 1424 ?) ise Kahire’de Medrese-i Şeyhun’da çalışırken 1370 yılında Kitab al-Tealim adlı bir Arapça tıbbi kitap yazdı. Bu eserin sonunda Vesaya (Öğütler) adı verilen bir bölüm vardır ki tıbbi deontolojiden söz eder. Hacı Paşa, hem deontoloji, hem de tıp pratiği alanında ünlü bir bilgin olup ona Anadolu’nun İbn-i Sina’sı adı da verilmiştir. Yine aynı bilgin, 1381’de Şifa al-Eskâm adlı Arapça bir kitap yazdı. Dört makale (konu) üzerine düzenlenmiş olan bu kitabın sonunda da değerli deontolojik bir kısım vardır. Yazarın bu kitabından aldığımız şu cümleler onun deontolojik anlayışını yansıtırlar: “Hekim, sözünü tutan, iyilik yapan, sır tutan, sessizliği seven, güler yüzlü ve temiz görünüşlü bir kişidir. Hastasından fazla para istememeli, kendisini çağıran bir hastaya gitmeli, hastalığın süresi ve sonucu hakkında çok kesin bir şey söylememeli, hastanın tanı ve tedavisinde dikkatli olmalıdır”. Gene Şirvanlı Mehmet bin Mahmud tarafından yazılan Kemaliye adlı kitabın 13. kısmında Etibba Vasiyetleri (Hekimlere Öğütler) adlı bir deontolojik bölüm vardır. Bu arada 15. yüzyılın ünlü Türk hekimlerinden İbn Şerif (? – ?), de deontolojiye önem verir. Onun Yâdigâr adlı kitabında deontolojik konular bulunur. İkinci makalenin 13. bölümü Vasiyetnameler (Hekim Öğütleri) ’den söz eder; “Hekim, hastayı iyi tanımalı ve vereceği ilaçları iyi bilmelidir.”
Yine 15. yüzyılda Şerefeddin Sabuncuoğlu tarafından yazılmış olan Cerrahiye-i İlhaniye’de: “Cerrah bilgili olmalı, kırığı ve çıkığı tanımalı, ilacını bilmeli, iyi yerine koymalıdır. Bu mevzu ile ilgili çok kitap okumalıdır.” diye yazılıdır. Böylece hekimin bilgisizliği oranında sorumlu olduğu belirtilmektedir.
Ayrıca 15. yüzyılın diğer bir hekimi olan Mu’min b. Mukbil (? – ?)’in Çandaroğulları adına yazdığı Miftâh ün-Nur ve Hazâin üs-Sürûr adlı eserinin baş kısmında, bir hekimin özelliklerinden söz edilmektedir. Yine yazar, bu eserinde, cahil ve bilgisiz hekimlere de değinmektedir.
14
önceki yazı