Bir kış günü, kar yağarken nasıl bir yazı yazayım, diye düşünüyordum ki, hekime şiddet konusu bana hekim ve hekimlik kavramlarında nereden nereye gelindiğini anımsattı. Hekimin o ilk çağlarda tabu olduğu ve kutsal değerler verildiği günlerden bu yana yüzyıllar geçti. Bugün ise hekime şiddetin olmaması gerektiğinden ve etik değerlerin hiçe sayıldığından söz ediyoruz. Yani hekim, tabu olduğu insanlığın o ilk dönemlerinden bu yana ona gösterilen saygı ve bağlılığı kaybetmeye başladı.
Primitif dönemlerde, insanlar hastalıklara doğaüstü güçlerin neden olduğuna inanırlardı. Hastalıkların tedavisi genelde hekim olarak kabul edilen ve doğaüstü etkileri gidereceğine inanılan ve bir sihirbaz gibi olağanüstü yeterliliği bulunan bir tıp adamı tarafından yapılırdı. Burada hekim olarak kabul edilen kişi genelde doğadan alınan droglarla tedavilerin yanında, mistik tedavi usullerini de çok kullanırdı. Böylece bu kişinin doğaüstü yetenekleri olduğuna ve Tanrıların verdiği bir ceza olan hastalığı gidereceğine inanılırdı. Bu dönemlerde hekim, çok kutsal ve bir tabu gibi kabul edilen kişiydi ve bu dönemin insanları ona büyük saygı gösterirlerdi. Bu durum İlk Çağ’da ve Orta Çağ’da da devam etti. Özellikle ilkçağlarda çok Tanrılı dinin gereği olarak rahipler hem din adamı hem de hekimdiler ve bu özellikleri nedeniyle çok saygı gören, kendisine inanılan ve hastaların son derece bağlı oldukları kişiydiler.
Her ne kadar bazı İlk Çağ toplumlarında hekimlik uygulamalarında hata yapan tıp adamına şiddetli cezalar varsa da, insanların onu tabu gibi kabul etmesi ve hastalığını mutlaka tedavi edecek ve onun en değerli varlığı olan yaşamını ve sağlığını kazandırmasını sağlayacak bu kişiyi kutsal bir insan olarak görmesi, en üst düzeydeydi. Hatta onun doğaüstü güçleri olduğuna inanılırdı.
MÖ V. yüzyılda bugünkü bilimsel tıbbı ilk başlatan Hipokrat ve daha sonra Orta Çağ’da İslam dünyasında pozitif tıbbı sürdürmeye devam eden İbn-i Sina ve diğer ünlü hekimlerin bilimselliğe verdiği önem ve artık hastalıkların daha pozitif metotlarla tedavileri bile hekimin doğaüstü özelliği olduğu inancını kaybettirmedi. Orta Çağ’da tıp anlayışı Batı’da ve İslam dünyasında değişik boyutlar gösterdi. İslam dünyasında pozitif düşünceye dayanan bir anlayış sistemi belirirken, Batı’da skolastik bir uygulama dönemi görüldü. 1130’da Avrupa’da din adamlarının tıp pratiği yapması ilk kez yasaklanırken, hekimin doğaüstü değerleri olduğu inanışı ve ona olan büyük bağlılık sürüyordu. Orta Çağ’da İslam dünyasında pozitif bilim devam ederken, Batı’da Avrupa’da bilimden uzak manastır tıbbı denen bir tıp anlayışı vardı. Bu dönemde Avrupa’da hekim modern bir bilim adamı olmaktan daha çok, tipik düşünürdü.
Ancak XIV. yüzyılda Avrupa’da tıbbın daha gözlemsel ve orijinal olmaya başlamasıyla hekime ve hekimliğe daha bilimsel kavramlar kazandırıldığı görüldü. Bu arada Rönesans’ın o her şeyi sorgulayan özelliği, insanların hekimi tabu gibi görmesinin yanında, onu pozitif araştırmalar yapan ve vücudu bilimsel olarak tanımaya başlayan kişi olarak algılamasını da sağladı. Ancak yine Rönesans’ta büyük epidemilerin ve hatta pandemilerin olması nedeniyle, insan, hekime her zamanki gibi ihtiyaç duydu ve onu büyük kurtarıcı olarak gördü. Daha sonraki yüzyıllarda hekimin bilimselliği artık tamdı. Tıp dünyasında büyük buluşlar yapılıyor, organizma artık tam olarak biliniyor ve klinikleşme ile birlikte insanlar tıpta uzmanlaşmanın önemini de kavrıyorlardı. XIX. yüzyılda asepsi ve antisepsinin ve anestezinin bulunması ve gelişmesi ve böylece cerrahinin modern olarak uygulanması ve XX. yüzyılda ise aşıların ve serumların ve sentetik ilaçların bulunması ve antibiyotik ve sülfonamidlerin bulunarak tedavide uygulanması ise hekimin öneminin yanında, ilaca verilen önemi de daha belirgin hale getirdi.
Özellikle hastaların bazen hekime gitmeden bazı ilaçları doğrudan eczaneden alması ve bazı durumlarda hekimi atlayarak bilinçli bilinçsiz kendini tedaviye kalkışması da bugüne kadar sürüp geldi. Bu arada tanı için röntgen, ultrasonografi ve benzeri araçların kullanımı, hekim-hasta arasındaki samimiyeti ve iyi ilişkileri azalttı ve doğrudan, makinelerle insanı karşı karşıya getirdi. Böylece, bugün hekim, bir zamanlar tabu olarak kabul edilen ve olağanüstü iyileştiriciliği bulunan süper insan durumundan çıkarak, sanki yalnızca araçların verdiği değerlere göre tanı koyan bir görevli gibi kabul edilmeye başlandı. Bunda birçok iletişim aracının bu konudaki asılsız bilgeliği de büyük rol oynadı. Bugün bazı yerlerde hekim, kutsal ve saygı duyulan insan değerlerinin üzerinden çıkarıldığı bir alelade görevli olarak muamele görmektedir. Ancak doğaldır ki, bazı yerlerde de hekim-hasta ilişkileri değer kazanmakta ve hekime ve hekimliğe saygı, sağlığımızın bir güvencesi olarak görülmektedir. Biz burada bu güven ve sevginin karşılıklı tıp etiği değerlerine sahip iletişimle sağlanacağına inanıyoruz.