Önce, 19. yüzyılın sonunda Osmanlı enteliyajansının içinde bulunduğu duruma bi bakalım. Osmanlı çağın gerisinde kalmıştır ve Osmanlının münevverleri bu duruma bir tahlil ve çare derdindedirler. Tahlillerden biri özden uzaklaşma tespiti ve öze dönüş özlemidir. Diğer tahlil ise sorunun dinimizden kaynaklandığı ve buradan hareketle dinde reform yapılması gerektiği düşüncesidir. Bu iki görüşün tartışması o günden bu güne azalarak da olsa sürüp gitmiştir.
Neticede Osmanlı, yöneticilerinden entelektüeline bir çıkış yolu olarak batılılaşma diye adlandırdığımız batıyı taklit yöntemini benimsemiştir. Bu durum Osmanlıdan Cumhuriyete miras kalmış, ilaveten modern dünyanın ve Avrupalı olmanın gereği ve şartı olan bi takım kurumlara üye olunmuştur. Batılılaşma ve batıya eklemlenme gayemizin bazen neredeyse kızıl elmaya dönüştürülmesine rağmen, içimizden bir damar hep batının fennini alıp, gelenek görenek ve ahlak bakımından aslımızı koruma taraftarı olmuştur.
Görüldüğü gibi çabalar ve tartışmalarda toptancı bir yaklaşım söz konusudur. Hangi yöntem tercih edilir ise edilsin, öncelikle liyakat esaslı iş yapılması gerektiği bu tartışmalarda ne kadar yer tutmuştur bilemiyoruz. En azından topluma yansıyan bir tartışmanın olmadığını söyleyebiliriz. Tekrar ediyorum, işi ehline veriniz diyen bir dine mensup olan bu toplumda liyakat ne kadar dikkate alındı?
ONDOKUZUNCU YÜZYILDA YAŞAMIŞ BİR MÜNEVVERİN TESPİTLERİ
Tarihçi, felsefeci veya bir sosyolog olmadığımdan sebep, yüz yıllar öncesinin aydınlarını ve görüşlerini ayrıntılı bilemem ama bir münevverin düşünceleri vasıtası ile muradıma ermeye çalışayım.
Mehmet Fevzi Efendi 1826 yılında Denizli Tavas’ta doğar. Zamanın üniversitesi sayılan medresede ilim tahsil eder. Kazaskerliğe kadar yükselir. Biz de pek adet olmadığı üzere düşüncelerini yazıya döker. 75 yıl yaşamış, 76 yazılı eser bırakmıştır. Bu eserlerinde esas olarak ahlak bahsini ele alır.
Mehmet Fevzi efendinin yazdıklarından anlıyoruz ki, Osmanlının son dönemlerinde bir ahlak tartışması vardır. Biz buna ahlaklı insan ve idareci özlemi var diye de bakabiliriz. Mehmet Fevzi Efendi idareci sınıfının akıllı, bilgili, dindar, adil, iffetli ve merhametli olması gerektiğini söylüyor. Bu özellikleri ahlak ve erdem başlığı altında zikrediyor.
Mehmet Fevzi efendi, Osmanlının o zamanki buhranı için bulduğu sebebin ahlaki zayıflık oluğunu, bu buhrandan kurtulmak için yöneticilerin ahlaklı olması gerektiğini, yöneticinin ahlaklı olması demek liyakatlı olması demek olduğunu, liyakatlı yöneticilerin ahlaklı iş yapacaklarını ve topluma örnek olacaklarını, toplumu yukarıdan aşağıya şekillendirecek olan düsturun bu olduğunu belirtiyor.
Mehmet Fevzi efendinin çağrısı kimedir acaba. Ben söyleyim, Müslümanlaradır. Ondan bir asır sonra “Önce manevi kalkınma” diyen merhum Erbakan’ın sözünün de kendini İslam dairesinde görenlere olduğunu şimdilerde daha iyi anlıyorum…
Geçmişten günümüze değişen fazla bir şeyin olmadığını, ahlakın bu toprakların en az ikiyüz yıllık bir sorunu olduğunu, hala liyakat esaslı davranış sorunumuz olduğunu, bu nedenle ulaşmak istediğimiz muasır medeniyet seviyesi ile aramızdaki farkın kapanmadığını söyleyebiliriz.
NEPOTİZM TANIMLANMADAN LİYAKAT ANLAŞILMAZ
Liyakat esaslı iş yapmanın yapabilmenin önündeki en büyük engel nepotizmdir. Geçmişten günümüze dediğimize göre bi geçmişe, 1800’lü yılların başına uzanalım.
Nakşibendi tarikatı şeyhi olan Halidi Bağdadi, İstanbul’a atadığı halifesine yedi şart koşar; bunlardan dördünü konumuzla ilgili bulduğumda buraya aldım;
1. Devlet ricali ve vezirlerin yanına gidip gelme
2. Kendi adına tekke ve zaviye için devlet adamlarından maaş ve bağış talebinde bulunma
3. Mürit ve ziyaretçilerin halkla ilgili işlerine müdahale etme
4. Dünya ehli ve yöneticilerin yaptığı gibi dünya malı toplamaya dalma
Ben bu şartları okuyunca, döndüm bi daha okudum, yitik malımı bulmuş gibi oldum. Bir cemaat yapılanması düşünün ticaret ve siyaset yapmayacak. Mensuplarının dayanışması, birbirini kollaması üzerinden toplumun diğer kesimleri aleyhine etki ve taban genişletmesi çabası içinde olmayacak.
Şeyhin, halifesine koştuğu şartları gördük, peki uygulama nasıl olmuş. Halidiliğin çıkışı Tanzimat ve Islahat hareketlerinin yapıldığı döneme rastlar. Yeniçeri ocağı lağvedilmiştir, Bektaşiliğin üzerine gidilmektedir. Ortaya çıkan boşluk Halidilik tarafından doldurulur. Devlet ricali ve orta tabaka tarafından geniş kabul görür, bu kabul kısa sürede devlet içinde siyasi nüfuza dönüşür. Bu durum devlet içinde sıkıntıya neden olur, öyle ki II. Mahmut tarikatın önde gelenlerini Sivas’a sürer. Anlayacağınız günümüzde yaşananlar yeni bir durum değil.
Tarikatlar ile devlet aygıtının iktidar ve nüfuz mücadelesi devam eder gider. Herhalde Atatürk’ün tekke ve zaviyelere karşı olan olumsuz tavrının arkasında bu mücadelenin etkisini aramak gerekir. Çeşitli sosyal grupların kamuya nüfuz elde etme ve erk kullanma gayretini dini cemaatler ile sınırlı tutamayız. Atatürk’ün masonları da yasakladığını hatırlatarak, seküler cemaatlerin de liyakatı örseleyen yapılanmalarını ve eylemlerini buraya not edelim. Eş, dost akraba kayırmacılığını buraya ekledik mi, toplum ve birey olarak yok aslında birbirimizden farkımız noktasına geliriz.
NE YAPMAK LAZIM?
Kendimize muasır medeniyet seviyesine ulaşmayı şiar edindik, bunun için muasır medeniyetin temsilcisi olan batının gittiği yoldan yürümeyi seçtik. Yönetim şeklimizi ve hukukumuzu kağıt üstünde batıya uydurduk. Peki fiilen uyduk mu? İş ahlakı, liyakat, nepotizm başlıkları altında bi değerlendirme yaparsak uymadığımız görülür. Özetle; kanunlar çıkarmak, yazıya dökmek, dillerde sakız etmek yeterli değil uygulamak lazım. 1914 yılında Berlin’i ziyaret eden Mehmet Akif Ersoy ne demişti; “işleri var dinimiz gibi, dinleri var işimiz gibi”.
Ahlaklı olmanın ve kalmanın tarifinde ve içeriğinde bi dolu gerek ve yeter şart sayabiliriz. Bu konuda o kadar büyük sorunlarımız var ki, sorunu bu hali ile çözmemiz mümkün değil. Sorunu önce başlangıç olsun babından küçültüp olura indirgememiz lazım gibi gelir bana. Bu cümleden olarak tek bir şeye ihtiyacımız var diye düşünüyorum, o da liyakat. Liyakat olur ise adalet, adalet olur ise huzur ve gelecekten eminlik olur. Geleceğinden emin olan insanların ne makama, ne de kamu ve kul malına göz dikeceklerini sanmıyorum.
1 yorum
EyvAllah Bülent hocam.
Emeğiniz için teşekkürler…