İlmin kapısı Hz Ali (RA) ne güzel buyurmuş ‘İlim servetten daha kıymetlidir; çünkü serveti sen korursun, halbuki ilim seni korur.’ Öyle bir din, öyle bir medeniyet ki ilk emri ‘Oku’ olmuş. Yine Efendimiz (SAV) buyurduğu ‘İlim ile meşgul iken uyumak, cahil olarak namaz kılmaktan daha hayırlıdır.’gibi ilim ve bilimle ilgili sözleri görüp yaşadığımız coğrafyadaki halimize hayıflanmamak elde değil.
İslam medeniyetinde eğitim kültürü Ashabı Suffa ile başlayıp Endülüs Emevi Devleti ile taçlanmıştır. Endülüs Emevi Devleti’nde medreselerde edebiyat, fıkıh, tefsir, hadis, tıp, matematik, kimya gibi ilimler okutulurdu. Tıp alanında Ebu’l Kasım ez-Zahravi tıp alanında et-Taşrif adlı 30 ciltlik kitabı yazmış, kimya alanında büyük çalışmalara imza atmıştır. Ebu’l Gafaki ilk kornea ameliyatını yapmıştır. Eski Yunan ve Roma dan kalan birçok eser derlenmiş, düzeltmeler yapılmış ve geliştirilerek verimli eserler ortaya konmuştur. Gırnata’da 70 den fazla kütüphane, Kurtuba’da 50’nin üstünde hastane ile hizmet verildiği düşünülürse bilim anlamında gelişmeler daha iyi anlaşılmaktadır. Maalesef kısır çatışmalar, emirliklerin birbiriyle kavgası Endülüs Medeniyetinin hazin sonunu getirmiştir. 2013 yılında Gırnata gezimde yapılanları gözümle görünce hayıflanmış, kederlenmiştim. Özellikle dönemin İspanya hükümdarı Ferdinand el-Hamra ile ilgili rehberimizin anlattığı anısını unutamadım. Ferdinand el-Hamra sarayına suyun nasıl getirildiğini sorduğunda mühendislerinden aldığı cevapla irkilmişti. ‘Efendim bu sistemi biz, bizim çocuklarımız anlayamaz. Belki torunlarımız veya onların çocukları bulabilir’
Geçmişte ilim ve siyaset birlikte el ele yürümüş. Selçuklu dönemine bakarsak Nizamülmülk ve Nizamiye medreseleri bunun en güzel örneği. Devrin şartları göz önüne alınırsa özellikle Bağdat Nizamiye Medresesi (günümüz Oxford, Cambridge eşdeğeri) Nizamülmülk’ün ifadesi ile ’’Dünya’da eşi benzeri olmayacak’’ vurgusuyla kurulmuştu. Bu medresede ders vermek her müderrisin hayalini süslemekteydi. İslam tarihi açısından da bakılırsa mezhep ihtilafı açısından bu medreseler büyük bir boşluğu doldurmuştur.
Osmanlı ile beraber medrese geleneği devam etmiştir. Ilk medresenin bu dönemde İznik’te açıldığı, bunun Bursa ve Edirne ile devam ettiği düşünülmektedir. 1331-1451 yılları arasında 82 adet medrese kurulmuş olduğu düşünülürse, kuruluş döneminde devletin bilime verdiği önem daha iyi anlaşılmaktadır. Özellikle tasavvuf da bu dönemde eğitim metodu olarak düşünülürse, Ahilik teşkilatı ile beraber toplumdaki olgunlaşma daha iyi tanımlanmaktadır. Osman Gazi, Orhan Gazi-Edebali ilişkisi, Yıldırım Beyazıd-Emir Buhari ilişkisi, Fatih-Akşemseddin, Molla Fenari, Molla Gürani vb ilişkisi bilim ve siyasetin birlikteliğini mükemmel şekilde açıklamaktadır.
Fatih dönemi Türk-İslam tarihinde her anlamda çığı açmıştır. Arapça, Farsça, İtalyanca, Yunanca, Latince, Sırpça, Slavca ve İbranice bilen, matematik, mühendislik bilimlerine ve Antik Yunan’a hakim Fatih’den başkası İstanbul’u fethedemezdi. Özellikle Fatih Medreseleri’nde (Sahn-ı Seman) süreli eğitime ve ders geçme sistemine geçilmiştir. Bu dönem medreselerde, Kanuni devrinde daha da belirginleşen Darüşşifa, Darülakakir (Eczane), Darüzziyafe, Tabhane, İmarethane vb eğitimleride verilmiştir. Yine savaş, astronomi, coğrafya ve astronomiye hakim Yavuz’un Sina Çölü’nü geçmesine şaşırmamalı.
Maalesef liyakat sistemi, devletin kurumsal idaresinin tökezlemeye başladığı Kanuni ve sonrası dönemlerde Avrupa ve dünyadaki bilimsel gelişmelerin rönesansın takip edilemesi, coğrafi keşifler vb doğu ve İslam coğrafyasında bilimsel gelişmelerin gerilemesine yol açmıştır. Özellikle siyasi yapıdaki belirsizlikler, taht değişiklikleri ve medreselerin atıl durumu bilimsel hayatta sultan I.Mahmut döneminde Mühendishane ve Hendeshanelerin açılması ile aşılmaya çalışılmış. Sultan II. Mahmut döneminde Tıphane-i Amire ve Abdülmecit ile II. Abdülhamid döneminde modern, çağın ihtiyaçlarını karşılayan (Harbiye, Eczane, Sanayi, Hukuk, Ziraat, Ticaret ve Baytar mektepleri vb) eğitim birimleri kurulmuştur.
Cumhuriyet ile beraber harf inkılabı yapılması ve eğitimdeki hızlı dönüşüm kısmi bir fetret dönemi oluştursa da bu açık özellikle ikinci dünya savaşında Almanya’dan ülkemize sığınan bilim adamları ile tamamlanmaya çalışılmıştır. İstanbul ve Ankara Üniversite’lerinin çekirdek olarak kurulması ve bunların diğer üniversitelere öncülük etmesi ile yükseköğretimde büyük bir boşluk doldurulmuştur.
Özellikle YÖK ün kurulması ile ülke genelinde üniversite altyapısı tamamlanmaya çalışılmıştır. Siyasi çekişmeler, tek parti dönemi ve sonrası, cemaat tartışmaları ve sivil toplum kuruluşlarının etkinliği vb üniversitelerin gücünü ve kadrolaşmayı kullanma açısından fırsat oluşturmuştur. Maalesef genel seyir bilimsel üretkenlik ve liyakatı değerlendirme açısından tartışılmaya devam edecektir ve bitmeyecektir.
Saygılarımla.