Geleceğimizi Çalan Sihirbazlar yazı dizisinin ikinci yazısında buluştuk. Bildiğiniz gibi, bir önceki yazımda (1), “Özgür irademiz hack’leniyor mu?” sorusunun yanıtının peşine düşmüştük. Ve günümüz dijital dünyasının insanları nasıl ele geçirerek, kendine en çok güvenen insanları bile nasıl bir kukla gibi yönetebildiğini, büyük toplulukları nasıl manipüle edebildiğini tüm gerçekleriyle gözler önüne sermiştik. Geleceğimizi Çalan Sihirbazlar yazı dizisinin ikinci bölümünde, günümüzün en büyük ve en sinsi ekonomisini tartışacağız: Dikkat Ekonomisi.
Küçük ama çok önemli bir hatırlatma ile yazıma başlamak istiyorum. Dikkat ekonomisinin insana, insanlığa neler yapabildiğini, hayatlarımızdan neler çalabildiğini yapılan bilimsel çalışmalarla ortaya koyacağız. Bu yazıyı odaklanarak, cep telefonlarınızdan ve dışardan gelebilecek tüm uyarıcılardan uzak kalarak, büyük bir dikkatte okuyunuz lütfen. Kendiniz ve tüm sevdikleriniz için oldukça hayati gerçekleri paylaşacağız. Ve lütfen bu yazıyı olabildiğince insanla paylaşınız. Çünkü artık hepimizin bir şeyler yapmasının zamanı geldi.
Trafikte ya da başka bir ortamda insanlar nasıl bu kadar duyarsız olabiliyor? Neden insani değerler her geçen gün hızla kayboluyor? Aynı evde yaşayan kişiler bile nasıl birbirinden bu kadar uzaklaşabiliyor? Çocuğum neden bana bir merhaba bile demiyor? Gün nasıl oluyor da bu kadar hızlı geçebiliyor? Zaman bana yetmiyor. Zaman çok hızlı akıp geçiyor. Gün içinde neden hiçbir şey yapamadığımı hissediyorum? Neden derslerime, işime ya da herhangi bir şeye odaklanmakta büyük güçlük çekebiliyorum?
Sıralanan bu cümleler günümüzde hepimizin ortak bazı şikâyetlerini anlatıyor. Kendimizi huzursuz, verimsiz, kapana sıkışmış ya da kaygılı hissetmemizin en önemli ve en üst sıradaki sebebini öğrenmeye hazır mısınız? Bu sebebin farkına varabilirsek, içinde bulunduğumuz kısır döngüyü kırabilir ve yukarıda örnekleri sunulan, hayatımızda yaşadığımız olumsuzlukların üstesinden gelebiliriz.
Aslında gözümüzün hemen önünde cereyan eden ama çok sinsice işleyen gerçeklerin peşine düşmeden hemen önce, kısa bir hatırlatma yapmak istiyorum izninizle. Bahsi geçen ilk yazım “Geleceğimizi Çalan Sihirbazlar: Özgür irademiz hack’leniyor mu?” (1) yayınlandıktan sonra, bu yazının konusu üzerine, matematik eğitmeni Sayın Hülya Şener Hocam benimle bir röportaj yaptı. “Yapay Zekâ Nedir? ve Toplum Mühendisliği Nedir?” başlığıyla bu güzel söyleşi ‘Sektörün Yıldızları’ dergisinin Ağustos 2024 sayısında yayınlandı. Merak eden sevgili okurlar dijital platformlardan bu söyleşi yazısını da okuyabilirler (2).
Hepimizin bir şekilde bir yerden duyarak ya da okuyarak sahip olduğu genel bir kanı var: ‘Bir insanın bir konuya odaklanma süresi ortalama 20 dakikadır.’ Eğitimciler, profesyonel konuşmacılar, sanatçılar ya da benzer biçimde insanlara hitap eden kişiler bu bilgi ışığında dersleri, eğitimleri, konuşmaları, gösterileri veya benzer etkinlikleri tasarlarlar. Böylece hitap ettikleri insanların dikkat odaklarını istedikleri nokta üzerinde tutarak onları kaybetmemeye çalışırlar.
20 dakika odaklanabilme bilgisi günümüzde geçerli midir? Sizlere, örneğin bir üniversite öğrencisinin bir konuya ortalama ne kadar süre odaklanabileceğini sorsam, ne cevap verirsiniz? Şimdi bu soru üzerine düşünmenizi rica ediyorum. Cevabınız zihninizde oluştuysa, bu sorunun bilimsel yanıtına hep birlikte bakalım.
Amerika’da yapılan bir araştırma ile bu sorunun cevabı aranmıştır (3). Üniversite öğrencilerin bilgisayarlarına izleme yazılımları yüklenmiş ve olağan bir günde ne yaptıkları gözlemlenmiştir. Öğrencilerin ortalama 65 saniyede bir meşgul oldukları şeyden başka bir şeye geçtikleri ortaya çıkmıştır. Tek bir şeye odaklanarak geçirdikleri sürenin medyanı ise 19 saniye olarak gözlemlenmiştir. Yanlış okumadınız sevgili okur. Üniversite öğrencileri bir şeye ortalama 20 dakika değil, sadece yaklaşık 20 saniye odaklanabilmektedir. Çok çarpıcı değil mi?
Bu süre yetişkinlerde ne kadar? Diye merak etmiş olmalısınız. Hemen bu sorunun cevabı için bir başka bilimsel çalışmaya göz atalım. California Üniversitesi Irvine kampüsünde enformatik profesörü olan Gloria Mark’ın yaptığı çalışma bize yanıt vermektedir. Profesör Mark yaptığı çalışmada, ofiste çalışan yetişkinlerin tek bir işle ortalama ne kadar meşgul olduklarını gözlemlemiştir. Çalışmadan elde edilen sonuç: 3 dakikadır.
Bu sürelerin ortalama değerler olduğunun altını bir kez daha çizelim. Yani bu sürelerden de daha kısa zamanda odağını kaybedebilen insanlar vardır. Bu çarpıcı bulgular ışığında, akıllarda çok önemli sorular beliriyor: Bu kadar kısa bir odaklanabilme süresinde, herhangi bir şeyi anlayabilmek mümkün mü? Zihnin yoğunlaşması bu kadar kısa olduğunda, bir iş başarıyla, eksiksiz veya iyi bir biçimde tamamlanabilir mi? Karşımızda konuşan birini ne kadar anlayabiliyoruz? Ya da bizim söylediklerimiz karşımızdaki kişi tarafından ne kadar algılanabiliyor? Sanırım hepimiz içten içe cevapları çok iyi biliyoruz.
Uyanmak için sormaya devam edelim. Herhangi bir şeye bu kadar kısa odaklanabilen bir öğrenci, okuduğu bir kitaptan ne kadar öğrenebilir? Dinlediği bir dersten ne kadar faydalanabilir? Benzer biçimde, insan izlediği bir film, tiyatro ya da belgeselden ne alabilir? Katıldığı bir eğitimden ne öğrenebilir? İş yerinde ya da özel hayatında karşılaştığı sorunların ne kadar farkına varabilir? Ya da çok daha önemlisi, çevremizdeki insanlara ne kadar odaklanabiliyoruz? Onları ne kadar fark ediyor ve anlayabiliyoruz? Ve özellikle çocuklar söz konusu olduğunda. Bir çocuğu odaklanarak dinleyemediğimizde yani, onu yeterince fark edemediğimizde, dolayısıyla onun hayatında var olamadığımızda, bu durum çocuğu nasıl etkiler? Böylesi güvensizlik ve yalnızlıkla yetişen bir çocuk ilerleyen zamanda toplum içinde nasıl bir birey olur?
Yukarıdaki soruların cevaplarını düşünmek bile ne kadar ürkütücü değil mi? Ama eğer bu sorulara ve cevaplarına odaklanmayı başaramazsak, önce kendimiz ve dolayısıyla insanlık yok olmanın eşiğine yürüyecektir. Bu korkunç tabloda, bir saniye durup nefes alalım. Öncelikle paniğe hiç gerek yok. Çünkü soru sorabildiğimizde, sorunları fark edebildiğimizde, çözümler üretebilmenin ilk ve en önemli adımını atmış oluruz. Tam bu noktada, dikkatimizi toplayalım ve çözüm için yola çıkalım.
İlk önce odaklanma sürelerimizin neden bu kadar düştüğünü anlamak gerekir. Konuyla ilgili dünya çapında tanınmış bir araştırmacı olan, Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nden Earl K. Miller çalışmaları sonucunda çok önemli bir bulguya ulaşmıştır. Beyin aynı anda sadece bir ya da en fazla iki düşünceye odaklanabilmektedir. Benzer biçimde, bir ya da en fazla iki düşünce üretebilmektedir. Bu Miller’ın keşfettiği hayati bir gerçektir.
Bizlerse aynı anda birden fazla iş yapabildiğimizi zannediyoruz. Örneğin, aynı anda hem ders çalışıp, hem sosyal medyaya baktığımızda zannediyoruz ki, bilişsel kapasitemizin üstünlüğü sayesinde çoklu işlemleri yapabiliyoruz. Oysa yaptığımız şeyi, Miller gibi araştırmacılar jonglörlüğe benzetiyor. Yani düşünceler veya işler arasında gidip geliyoruz. Zihnimiz düşünceler veya görevler arasında devamlı bir o yana bir bu yana salınıyor. Bu süreçte zihinsel yaşantımız süreklilik gösterdiği için biz kesintilerin yani, beynin kendisini sürekli olarak yeni düşünceler ya da görevler için yeniden yapılandırdığının farkına dahi varmıyoruz. Ve daha da önemlisi bu kesintilerin yani, beynin kendi yapısını yeniden şekillendirmesinin büyük bir bedeli var. İşte buna geçiş maliyeti etkisi deniliyor (4). Örneğin işiniz veya ödevinizle ilgili bir rapor hazırlarken, şöyle göz ucuyla bile telefonunuza gelen bildirime göz attığınızda, beyninizin gelen yeni uyarıya göre kendisini yeniden şekillendirmesi gerekiyor. Ve bu da beynin hem zamanını hem de enerjisini boşa kullanması anlamına geliyor.
Bir başka ifadeyle, beyninizi boş yere yoruyorsunuz. İlgilendiğiniz birden fazla işi yaparken beyniniz birden fazla iş arasında gidip geldiğinden, yani gücünü devamlı bölüp bölüp, kendini diğer işe göre tekrar tekrar düzenlemeye çalıştığından, çok daha düşük kapasiteyle o işlerle ilgilenebiliyor. Sonuçta ilgilendiğiniz işler üzerinde çok daha fazla zaman harcıyorsunuz. Ayrıca, yorgun ve meşgul beyin daha düşük bir kapasiteyle bu işlere bölündüğü için, bu işleri yüzeysel, eksik, kısaca daha kötü tamamlıyorsunuz. Oysa tek bir işe layıkıyla odaklansanız, hem çok daha kısa zamanda, hem de çok daha etkin ve başarılı bir biçimde işlerinizi tamamlayabileceksiniz. Çünkü beyninizi farklı işlere bölerek yormayacak, tüm kapasitesini belli bir işe odakladığınız için ilgilendiğiniz işi en iyi şekilde tamamlamış olacaksınız.
Dahası beyniniz yorulmadığı için, gün içerisinde daha sonra gelecek işler için de yine yüksek düzeyde verimlilikle üretime devam edebileceksiniz. İşte bu nedenle tek bir işe odaklanabilmek sizin bir gün içinde hem işlerinizi eksiksiz ve etkin biçimde yapmanızı, hem de o gün içinde çok daha fazla işi başarıyla tamamlamanızı sağlayacak. Yani gün içindeki üretkenliğiniz, veriminiz artacak. Daha güçlü bir zihin kapasitesiyle detayları yakalayabildiğiniz için de, artık zaman çok hızlı akıp geçiyor gibi hissetmeyeceksiniz. Gün içinde birçok iş ya da görevi layıkıyla yerine getirmiş olacaksınız.
Tüm bu söylenenlerin ispatını gelin bilimsel çalışmalar ışığında görelim. Bahsedilenlerin hayatımızda ne kadar önemli bir etki yarattığını daha da vurgulamak amacıyla, size bir soru yöneltmek istiyorum. Herhangi bir işle uğraşıyorsunuz. Örneğin iş yerinizde rutin bir görevi yapıyor veya bir kitap okuyor veya ders ya da eğitim dinliyor olabilirsiniz. Cep telefonunuza bir mesaj ya da bildirim geldi. Ve elinizdeki işi yaparken, telefonunuza şöyle kısaca bir göz attınız. Sizce telefonunuza bu kısa bakış ne kadar etki yaratabilir hayatınızda?
Hewlett-Packard isimli, uluslararası tanınırlığı olan şirketin yaptırdığı bir araştırmaya göz atalım. Bu çalışmada, şirket çalışanlarının iki farklı durumdaki zekâ seviyelerine (IQ) bakılmıştır. Önce çalışanların iş esnasında dikkatlerinin dağılmadığı ya da bölünmediği durum incelenmiştir. Sonra, çalışanların iş esnasında e-posta aldıkları veya telefonlarının çaldığı ikinci durum incelenmiştir. Çalışma sonunda bu iki durum karşılaştırılmıştır. İkinci durumda iş yapmaya çalışan kişilerin IQ seviyelerinde ortalama 10 puanlık bir düşüş olduğu gözlenmiştir (5).
Yine altını çizmekte fayda var, ortalama 10 puanlık bir IQ düşüşünden bahsedilmektedir. Yani kişilerin içinde bulundukları duruma göre bu IQ düşüşü çok daha fazla olabilir. Örneğin çalışanlar, ekonomik sıkıntıları fazla ve gelecek kaygısı çok olan bir ülkede yaşıyorlarsa, bu IQ puanı düşüşü zaten kaygılarla uğraşmakta olan, yorgun bir beyinde çok daha fazla olabilir.
10 puanlık IQ düşüşü ne anlama geliyor? Bunun hayatımıza olan etkisini daha iyi anlayabilmek için Uluslararası IQ Araştırması ve Tespiti’nin 2024 yılı raporuna bakalım. Buna göre, 2024 yılında dünya genelinde IQ araştırması yapılmış ve 115 ülkenin IQ seviyesi incelenmiştir. Bahsedilen 115 ülke vatandaşları arasında 1 milyon 691 bin 740 kişinin zekâ testine dayanılarak IQ raporu hazırlanmıştır. Türkiye adına 42 bin 801 kişi test edilmiştir. Bu rapora göre, Türkiye’nin ortalama zekâ seviyesinin (IQ) son bir yılda 1.5 puan azalarak 95.63‘e düştüğü görülmüştür (6).
Orangutanların IQ puanının 70 ile 90 arasında yer aldığı bilinmektedir. Hewlett-Packard şirketinin yaptığı araştırmanın ve Uluslararası IQ Araştırması ve Tespiti çalışmasının sonuçlarını birleştirelim. Herhangi bir işle meşgul olan bir kişi aynı anda cep telefonuna gelen bir mesaja göz attığında, ortalama zekâ seviyesinin 85,63 puan civarına düşebileceği söylenebilir. Yani o kişi elindeki işi ancak zeki sayılabilecek bir orangutan kadar iyi yapabilmektedir.
Bu kişinin meşgul olduğu iş, örneğin araba kullanmak olabilir. Araba kullanırken gözü cep telefonuna kayan bir kişinin nelere yol açabileceğini sanırım artık daha net görebiliriz. Ya da ders dinlerken veya ders çalışırken cep telefonuna gözü kayan bir öğrencinin bu düşük zekâ kapasitesiyle ne durumda olabileceğini daha rahat tahmin edebiliriz. Ya da çocuğuyla ilgilenen bir ebeveynin bu esnada cep telefonuna gözü kaydığında, çocuğuyla ne ölçüde iletişim kurabileceğini artık daha net anlayabiliriz. Kaçınılmaz sonuç ne yazık ki trafik kazaları, öğrenemeyen ama öğrendiğini zannederek kaybolan gençler, rutin işlerini bile yerine getiremeyen insanlar, birbiriyle iletişim kuramayan iş arkadaşları, dostlar ya da aile bireyleri ve bozuk bir psikolojide yetişen çocuklar olabilmektedir. Ve tüm bu istenmeyen, hayatımızı alt üst eden, kötü sonuçların sebebi işte o cep telefonunuza gelen herhangi bir bildirimdir.
Ne olur, geleceğimizin çalınmasına izin vermeyelim. Sosyal medya hesaplarıyla, çeşitli uygulamaların bildirimleriyle, oyunlarla, sonsuz kaydırmayla gezindiğimiz videolarla, bizim ve sevdiklerimizin hayatlarından çalınmasına müsaade etmeyelim.
Bahsettiğimiz bu oyunları ya da sosyal medya uygulamalarını üretip, kullanımımıza sunan şirketlerin üst düzey çalışanları ya da arka planda işleyen yapay zekâ algoritmalarını yazan kişiler, kendi tasarladıkları siteleri ya da cihazları kendi çocuklarına yasaklayıp, onları teknolojiden muaf Montessori okullarına göndermektedirler. Çocuklarının dijital teknolojinin her türlü olumsuz etkisinden uzak olarak yetişmesi için ellerinden geleni yapmaktadırlar. Bunun nedeni yukarıda verilen çalışmalarla ortaya konulmuştur. Çok masum görünen, cep telefonuna göz atmalar, oyunlar, sosyal medya hareketleri ve benzeri davranışlar hayatı tam anlamıyla tüketen, büyük bir tehlike yaratmaktadır. Kendimizi ve çocukları bu sinsi ve yok edici tehlikeden uzak tutmamız gerekmektedir. Bilinmektedir ki, cep telefonuna hapsolmuş bir çocuğun sağlıklı bir hayat sürmesi ve ileride mutlu olabileceği işler başarması mümkün değildir.
Bu anlatılanları bilimsel olarak ortaya koyan araştırmalara göz atmaya devam edelim. Carnegie Mellon Üniversitesi İnsan-Bilgisayar Etkileşimi laboratuvarlarında gerçekleştirilen bir çalışmada 136 öğrenciye bir sınav yapılmıştır. Öğrencilerden bir grup telefonlarını kapalı tutarken, açık bırakan diğer gruba aralıklarla mesaj gönderilmiştir. Sınav sonucunda, mesaj alan öğrenciler ortalama yüzde 20 daha kötü sonuçlar almıştır (7). Yapılan bir başka benzer çalışmada, cep telefonuyla dikkati dağılan öğrencilerin başarısının yüzde 30 düştüğü gözlemlenmiştir (8).
Utah Üniversitesi öğretim üyesi, sinirbilimci Dr. David Strayer gerçekleştirdiği ayrıntılı çalışmalarında, teknolojiden dikkati dağılan (telefonuna mesaj gelen vb.) insanların araç simülatörlerinde ne ölçüde güvenli araç kullandıklarını araştırmıştır. Dikkat dağınıklığının sarhoş olacak kadar alkol tüketmekle neredeyse aynı olduğunu gözlemlemiştir. Günümüzde 5 trafik kazasından 1 tanesi dikkat dağınıklığından kaynaklanmaktadır. Sanırım hiçbirimiz araçları orangutanların kullandığı bir trafik içinde olmak istemeyiz.
Oregon Üniversitesi’nden Profesör Michael Posner tarafından yapılan bir çalışmanın sonucu yine çok çarpıcı bir gerçeği sunmaktadır. Bu çalışmanın bulgusuna göre, bir işe odaklanmışken dikkatiniz dağıldığında, aynı odaklanma durumuna geri dönme süreniz ortalama 23 dakika sürmektedir (9). Diğer bir değişle, bir işle uğraşırken cep telefonunuzdan gelen bir bildirime göz attınız. İşinize tam performansla geri dönebilmeniz için ortalama 23 dakika geçmesi gerekmektedir.
Çok basitçe, süresi 40 dakika olan bir dersteki öğrenci düşünülsün. İki kere cep telefonuna bakması o derse aslında hiç girmemesiyle aynı anlama gelmektedir. O kadar zahmete girip dersi dinlemek için derse gelecek ve aslında zihnen derste olmayacak, dersten hiç bir şey öğrenemeden 40 dakika ve aslında büyük resimde geleceğini kaybedecektir. Bunun için sadece iki kez cep telefonuna bakması yeterlidir. Üstüne üstlük bu talihsiz öğrenci, aslında sadece uyuşmuş bir zombi gibi geçirdiği derste, bir şeyler öğrendiğini bile zannedebilecektir. Umudumuz olan, kıymetli gençlerimizin hiçbirinin bu durumda olmasını asla istemeyiz.
Aynı şeyi mesleği başındaki bir yetişkin için de düşünebilirsiniz. Bununla ilgili Amerika’da ofis çalışanlarıyla yapılan bir çalışmada ise, olağan bir günde çoğunluğun bir saat kesintisiz çalışma fırsatını hiç bulamadığı görülmüştür (10). Cep telefonlarının ya da dijital teknolojinin insanın zamanını nasıl sömürdüğünü, tüm verimliliğini elinden nasıl aldığını çok iyi anlatan bir bulgu daha.
Bu süreler cep telefonuna dokunulduğunda ya da ekran başında süre geçirildiğinde ortaya çıkmaktadır. Buna göre, Amerika’da insanların cep telefonlarıyla ne kadar ilgilendiği de araştırılmıştır. Yapılan araştırmalar sonucunda, bir Amerikalının ekran başında bir günde geçirdiği ortalama süre 3 saat 15 dakika olarak bulunmuştur (11). Ve yine bir Amerikalının bir günde telefonuna ortalama dokunma sayısının ise 2617 olduğu görülmüştür (12). Tüm bu bulgular ışığında insanların günlerini yani zamanlarını nasıl çarçur ettikleri açıkça ortadır. Telefona göz attıktan sonra, elimizdeki işe geri dönebilmemiz için ortalama 23 dakika geçmesi gerektiğine göre ve günde telefona ortalama dokunma sayısı da 2617 olduğuna göre, her şey netlik kazanmaktadır: Gün tamamıyla boşa geçmektedir. Böylesi kişilerin, kendini verimsiz hissetmesi ve zaman algılarının kaybolması kadar doğal bir şey olamaz.
Zihni devamlı parçalayan uyarıcılar, zaman algımızı nasıl böylesi olumsuz etkilemektedir? Yukarıda açıklandığı gibi, zihniniz bahsedilen uyarıcılara maruz kaldıkça, bulunduğu durumunu tamamen bozup yeni bir zihin durumu inşa etmeye başlamaktadır. Daha önceki bir işe döndüğünde bile, sil baştan yani sıfırdan yeni bir durum yaratmak için çabalayacağı unutulmamalıdır. Devamlı bu uyarılar geldikçe, zihin tekrar tekrar yeni durumlara geçmek için büyük çaba harcamaktadır. Yani bir yandan birini dinlerken, bir yandan cep telefonuna göz attığınızı düşünelim. Devamlı bir yandan o kişinin anlattıkları için (ki kişinin anlattıkları değiştikçe bu da yeni yeni durumlar anlamına gelir), bir yandan cep telefonundan gelen çeşitli bildirimler için, zihin adeta bir o tarafa bir bu tarafa giden bir tenis topu gibi, devamlı çeşitli durumlar arasında kendini yeniden düzenlemeye çalışacaktır. Böylesi amansız bir koşuşturma içinde, hiçbir işi tam anlamıyla yapamayacaktır. Verilen bu amansız çaba sonrası yaşanan yorgunluk, gün içinde birikimli bir şekilde katlanarak artmaya devam edecektir. Siz tüm gün otursanız bile, bahsedilen uyarıcıların arasında zihniniz engellerle dolu bir maratonu son sürat koşmaya çalışacaktır.
Böylesi bir süratte zihniniz yaşama yeterince odaklanabilir mi? Gününüzün detaylarını yeterince yakalayabilir mi? Bir araçtasınız. Araç yavaş yavaş hızlanıyor. Siz camdan dışarıyı seyrediyorsunuz. Araç hızlandıkça camdan gördüğünüz nesneler gittikçe daha anlaşılmaz hale gelir. Ve belli bir süre sonra araç iyice hızlandığında, yanınızdan geçtiğiniz şeyleri adeta sadece anlamsız bir çizgi olarak görmeye başlarsınız. İşte zihniniz bahsedilen uyarıcılara maruz kaldıkça, çok hızlı bir aracın camından bakıldığındaki gibi, gelip geçen şeyleri algılamamaya başlamaktadır. Sonuç olarak siz de hayatınızın içindeki önemli detayları kaçırarak, zamanın nasıl geçtiğini anlayamazsınız. Tıpkı yüksek süratte giden aracın camından görüntülerin hızlıca akıp gitmesi gibi, gününüz de siz algılayamadan hayatınızla birlikte hızlıca akıp gider.
Odağımızı nasıl kaybederek yaşadığımızı, nasıl hayatlarımızdan kaybettiğimizi ortaya koyan iki çalışmaya daha göz atalım. Bu çalışmalar zamanın gün geçtikçe nasıl hızlandığını, daha doğrusu, bizim nasıl böyle hissettiğimizi de ortaya koymaktadır. Yapılan bir çalışma sonucuna göre, insanların 1950’lere göre çok daha hızlı konuştuğu görülmüştür (13). Bir başka çalışmadan elde edilenler ise, sadece son yirmi yıl içinde şehirlerdeki yürüme hızının yüzde 10 arttığını göstermiştir (14).
Zihnimiz son sürat koşuşturdukça, daha da hızlı konuşuyor daha da hızlı yürüyoruz. Odaklanamıyor, detayları yakalayamıyor, hızla gittiğimiz yolda, zamanın nasıl geçtiğini bile anlayamıyoruz. Oysa bir manzaranın tadını çıkarabilmek için durup izleyebilmek lazım. Oradan hızla geçersek manzaranın güzelliğini fark edemeyiz bile. Hayatımızdaki kıymetli bir insanı anlayabilmek ve o insana kendimizi anlatabilmek için, dikkatle onu dinleyebilmemiz lazım. Hızlıca konuşulduğunda, asıl anlatılmak istenenler atlanıyor, kayboluyor, anlaşılamıyor. İş yapmaya çalıştığımız arkadaşımızla ya da sevdiğimiz insanla ya da çocuğumuzla doğru bir iletişim bile kuramıyoruz.
Dijital teknolojinin cep telefonu gibi araçlarla insanlığa nasıl zararlar verdiğini gösteren böyle birçok çalışma sunmak mümkündür. Çözümlere ulaşabilmek, daha iyiye ilerleyebilmek için soru sormaya devam edelim: Dijital teknolojinin yarattığı tehlikeler bilimsel çalışmalarla böyle açıkça ortaya konmuşken, neden sokakta yürürken bile başını cep telefonundan kaldırmayan, aynı ev içinde cep telefonları yüzünden birbiriyle konuşamayan bu kadar çok insan var dünyada?
Bu anahtar sorunun cevabını hemen verelim. Günümüz dünyasının en sinsi ve en büyük ekonomisi yüzünden: Dikkat Ekonomisi. Bu ekonominin büyüklüğünden bahsederken ne kadar bir paranın söz konusu olduğunu 2022 yılından bir hayat örneğiyle açıklayalım. Dikkat ekonomisinin başrol oyuncalarından sadece biri olan Google’ın kurucularından Larry Page’in şahsi serveti 102 milyar dolar iken, Sergey Brin’in 99 milyar dolar ve birlikte çalıştıkları Eric Schmidt’in ise 20,7 milyar dolardı. Google’ın şirket olarak değeri ise 1 trilyon dolardı. Sadece sözü geçen bu üç adamın mal varlığı, petrol zengini Kuveyt’teki herkesin, her binanın ve banka hesabının toplamına neredeyse eşitti. Google’ın değeri ise Meksika veya Endonezya’nın toplam servetine eşitti. Unutmayınız! Google dikkat ekonomisini yaratan şirketlerden sadece bir tanesi. İşte dikkat ekonomisi bu kadar büyük bir ekonomi.
Ve bu dikkat ekonomisini yaratan, besleyen şey: sizin elinizdeki cep telefonlarıyla, sosyal medya hesaplarıyla ya da çeşitli uygulamalarla zaman geçirmeniz. Bizler hayatımızdan ne kadar zamanı bu dijital teknoloji araçlarıyla kaybedersek, dikkatimizi ne kadar süre çekebilirlerse, bu ekonomi o kadar para kazanmaktadır. Sonuçta biz hayatımızdan, en kıymetli hazinemiz olan zamanımızdan kaybederken, onlar da bunu paraya çevirmektedirler. Bu durumu daha iyi anlatabilmek için, yukarda bahsettiğim “Yapay Zekâ Nedir? ve Toplum Mühendisliği Nedir?” başlıklı söyleşimden bir kısmı paylaşmak istiyorum (2):
“Şimdi gelelim, zaman algımızda yaşadığımız, içimizi kemiren, aklımızı kurcalayan, olumsuz düşüncelerimizin ve kaygılarımızın nedenlerine. Günümüzde bunun en büyük nedeni: Dikkat Ekonomisi. Etrafımızı sarıp sarmalamış bir dijital dünya var. Bu dünya içinde sosyal medya hesapları, e-posta programları, mesajlaşma uygulamaları, videolar ya da dizi veya filmler izlediğimiz dijital platformlar ve benzeri uygulamalar bulunmakta. Bu uygulamalara ulaşmamız elimizdeki telefon kadar bize yakın, ekrana parmağımızı hafifçe dokunmamız kadar kolay. Ve üstüne üstlük, bu uygulamaların büyük bir çoğunluğu da ücretsiz.
Hiç para kazanmadan, birilerinin bize bu kadar şey sunması mümkün mü? Elbette değil! Biz bu uygulamaları kullanırken birileri tonla para kazanıyor. Peki, biz hiçbir ücret ödemezken bu kişiler ya da organizasyonlar nasıl bu kadar para kazanıyor? Bu sorunun yanıtı oldukça basit. Ekonominin temel ilklerinden birini hatırlayalım: ‘Eğer kullandığınız bir ürüne para vermiyorsanız, ürün sizsinizdir.’ Evet, siz ürünsünüz!
Bu uygulamaları kullanırken hiç okumadan kabul ettiğiniz kullanım anlaşmalarıyla devamlı olarak hakkınızda en ince ayrıntılara kadar bilgi sunuyorsunuz. Öyle ki, sizin hakkınızda sizden bile çok şey biliyorlar. Tüm dünyadan toplanan bu bilgi sayesinde, ‘Geleceğimizi Çalan Sihirbazlar: Özgür İrademiz Hack’leniyor mu?’ (1) başlıklı yazımda da detaylıca anlattığım gibi, toplumlara istediklerini kolayca yaptırabiliyorlar. Örneğin, oy veren insanları dijital dünya ile büyüleyip, manipüle ederek, bir ülkeyi kimin yöneteceğini kolayca belirleyebiliyorlar.
Ve siz ne kadar çok o ekranlara bakarsanız, o uygulamalarda ne kadar çok vakit geçirirseniz Dikkat Ekonomisi o kadar para kazanıyor, o kadar büyüyor. Dijital dünyada size sunulan her şey ama her şey sizin normal hayattan kopup, sanal bir dünyada daha fazla vakit geçirmeniz için. Bu sayede hem hakkınızda bilgi toplanıyor, hem de izlediğiniz reklamlardan para da kazanılıyor. İşte dikkatinizi bu sanal dünyaya, uygulamalara, oyunlara, videolara, mesajlaşmalara verdikçe Dikkat Ekonomisi büyüdükçe siz yok oluyorsunuz, gerçek dünyadan kopuyorsunuz. Zamanınız çarçur oluyor, verimsizleşiyorsunuz, üretkenliğiniz sıfırlanıyor. Zamanın nasıl geçtiğini anlamıyor ve yukarıda bahsettiğimiz olumsuz düşünceler ve kaygılar içine giriyorsunuz.”
Dikkatimizi nasıl bu kadar parçalayabildiklerini, dağıtabildiklerini ‘Geleceğimizi Çalan Sihirbazlar: Özgür İrademiz Hack’leniyor mu?’ (1) başlıklı yazımda sizlere sunmuştum. Bu konu hakkındaki detayları merak eden sevgili okurlar bahsedilen yazıdan yararlanabilirler.
Dijital teknolojinin bu kadar gelişmiş olmadığı eski zamanlarda, insanlar yine birçok düşünceye maruz kalıyordu. Aynı anda birçok şeyle uğraşıyorlardı. Nasıl oluyor da, günümüzde bu kadar olumsuz etkiler ortaya çıkabiliyor? Eskiden niye böylesi olumsuzluklardan söz edilmiyordu? Soruları akla gelebilir. Geleceğimizi Çalan Sihirbazlar yazı dizisinin bir önceki yazısında da anlatıldığı gibi, Dikkat Ekonomisi insanların dikkatini cezbedebilmek için dijital teknolojinin her türlü imkânını, yapay zekâ algoritmalarıyla çok güçlü bir şekilde kullanmaktadır. Dikkat ekonomisini oluşturan dev şirketlerin çalıştırdıkları, yetkin binlerce mühendis, veri analizcisi, psikolog, sosyolog ve bunun gibi meslek uzmanlarından oluşan koca koca ordular gece gündüz tek bir şey için çalışmaktadır: İnsanların dikkatini çok daha fazla cezbedebilmek için.
Yani günümüzdeki uyarıcılar, dev şirketlerde çalışan, yüz binlerce profesyonelden oluşan ekipler tarafından dizayn edilmektedir. Bu yönüyle eski zamanlarda insanların maruz kaldığı uyarıcıların niteliği ve sayısı büyük değişim göstermiştir. (Günde ortalama 2617 kez cep telefonuna dokunulduğunu hatırlayalım.) Kompleks yapay zekâ algoritmalarının işleyişiyle çalışan ve bizlere kolayca, bedava sunulan dijital teknoloji ürünlerinin uyarıcıları, çok profesyonelce hazırlanmış büyük bir sihirbazlık gösterisi ortaya koymaktadır. Bizler adeta büyülenmişçesine ekranlara bakarken, çok yetenekli sihirbazlar dikkatimizi en etkin biçimde sömürerek, hayatlarımızdan çaldıkları her saniyenin hesabını yapmaktadır. Çünkü bir kişiden çalınan fazladan bir saniye bile milyonlarla çarpılarak paraya dönüşmektedir. Ve Dikkat Ekonomisi her geçen gün hepimizin katkılarıyla daha da büyümektedir.
Evet, sevgili okur, dijital teknolojileri bilinçsizce kullandığımızda, bizler dikkat ekonomisinin çalışanları, ürünleri ve gönüllü köleleri oluyoruz. Çözüm nedir? Nasıl bilinçlenir ve bu teknolojiyi bize zarar verecek şekilde değil de, bize fayda sağlayacak biçimde kullanabiliriz? Bu soruların, hayatımızı kökten değiştirebilecek cevaplarını Geleceğimizi Çalan Sihirbazlar yazı dizisinin ilerleyen yazılarında hep birlikte tartışacağız. Şimdilik çok kabaca önemli bir çözüm yaklaşımından bahsedelim. Cevap bu teknolojileri hayatımızdan tamamen çıkarıp atmak değildir. Ama bilinçli bir şekilde, büyük farkındalıkla bu dijital teknolojileri kullanmamız gerekiyor. Dijital teknolojileri doğru kullandığımızda, bırakın bize kötü zararlar vermelerini, hayatımızı çok daha iyi ve güzel hale de getirebilirler. Örneğin benim bu yazılarım dijital platformda yayınlanıyor ve sizler dijital teknoloji sayesinde yazılarıma kolayca ulaşabiliyorsunuz. Yani kilit nokta: dijital teknolojileri bilinçli bir biçimde doğru kullanabilmek.
Bunu nasıl yapabileceğimizi devam eden yazılarımda göreceğiz. Gelin şimdi hemen çözüme ulaşma ve farkındalık yolunda adım atmaya başlayalım. Sosyal medya hesaplarımızda neler neler paylaşılıyor: yemekler, içerecekler, öz çekimler (selfiler), küçük büyük anlar. Elbette içlerinde paylaşılan çok kıymetli anlar ya da değerler de var. Ve bu anları kaydetmek, hatırlamak çok anlamlı. Ama lütfen bir düşünün, paylaşılan ya da mesaj atılan milyonlarca, milyarlarca şeyin çoğunluğu böylesine anlamlı mı? Hayatlara, yaşama katkıları var mı? Yoksa kıymetli zamanlarımızdan çalarak, dikkat ekonomisine mi hizmet ediyorlar? Mesela dijital teknolojiyi kullanıp, bu okuduğunuz yazıyı ve benzerlerini paylaşarak, sevdiklerinize ulaştırarak, acaba bilinçlenme yolunda, köleleştirme döngüsünün zincirlerini kırma yolunda ilk adımı atmanız çok kıymetli değil mi?
Özetleyecek olursak, geleceğimizi çalan sihirbazlar, oyunlar, epostalar, sosyal medya hesapları ve bunlar gibi hazırladıkları tuzak dijital uyarıcılarla zihnimizi bir o yana, bir bu yana süratle koşturmaktadır. Çünkü zihnimizin attığı her adım dikkat ekonomisinde paraya çevrilmektedir. Gün içinde, bahsedilen binlerce uyarıcının kırbaçlayan etkisinde, süratle koşmaya çabalayan zihnimizi daha iyi tanımlayabilmek için, gelin edebiyatın derin hazinesinden faydalanalım. Amansızca koşan zavallı zihnimiz, Stefan Zweig’ın 1922’de yazdığı bir uzun öyküyü hatırlatmaktadır: Amok Koşucusu (15).
Devam edecek…
Kaynaklar
(1) Çağdaş Hakan Aladağ, Geleceğimizi Çalan Sihirbazlar: Özgür irademiz hack’leniyor mu?, Akademik Akıl. 2024 Web: https://www.akademikakil.com/gelecegimizi-calan-sihirbazlar-ozgur-irademiz-hackleniyor-mu/cagdashakanaladag/
(2) Hülya Şener, Yapay Zekâ Nedir? ve Toplum Mühendisliği Nedir?, Sektörün Yıldızları’, Ağustos 2024. Web: https://www.linkedin.com/posts/cagdas-hakan-aladag-279b9221_artificalintelligence-datascience-bigdata-activity-7226121326866911233-TNDH?utm_source=share&utm_medium=member_desktop
(3) Jean M. Twenge, iGen: Why Today’s Super-Connected Kids Are Growing Up Less Rebellious, More Tolerant, Less Happy and Completely Unprepared for Adulthood and What That Means for the Rest of Us, New York, Atria Books, 2017.
(4) American Psychological Association, Multitasking: Switching costs (Subtle “switching” costs cut efficiency, raise risk), 2006. Web: https://www.apa.org/topics/research/multitasking
(5) James Williams, Stand Out of Our Light, Cambridge: Cambridge University Press, 2018.
(6) Haber Global haberi. Web: https://haberglobal.com.tr/yasam/turkiyenin-iq-seviyesi-aciklandi-115-ulke-incelendi-en-zekiler-ortaya-cikti-322283?sayfa=3
(7) B. Sullivan, “Students can not resist distraction for two minutes… and neither can you” NBC News, 2013.
(8) Gazzaley ve Rosen, Dağınık Zihin: Yüksek Teknoloji Dünyasında Kadim Beyinler, Metis Yayıncılık, 2019.
(9) G. Mark, S. Iqbal, M. Czerwinski, P. Johns, Focused, Aroused, but so Distractible, The 18th ACM Conference Book, pp. 903-916, 2015.
(10) Jory MacKay, The Myth of Multitasking: The ultimate guide to getting more done by doing less, RescueTime (Blog), 2019.
(11) Jory MacKay, Screen time stats 2019: Here’s how much you use your phone during the workday, RescueTime (Blog), 2019.
(12) J. Naftulin, Here’s how many times we touch our phones every day, Insider, 2016.
(13) M. Liberman, Norwegian Speed: Fact or Factoid?, Language Log (Blog), 2010.
(14) R. Colville, The Great Acceleration: How the World is Getting Faster Faster, London: Bloomsbury, 2016.
(15) Stefan Zweig, Amok Koşucusu, İş Bankası Kültür Yayınları, ilk baskı 2016.