İslam, hem bireyin hem de toplumun huzur ve refahı için genel ilkeler vaz eden bir dindir. Bu nedenle mülkiyet hakkına riayet etmeyi bireyin en temel hakları arasında sayarken; mal ve gelirin belirli bir azınlığın tekelinde toplanmasına müsaade etmeyen (ilkesel) yargılarda bulunur. Kamusal refah ve istikrarın yapısını bozan her türlü haksız tasarrufu kötü (kabih) olarak niteler ve bunu, hakikî bir müminin takınacağı ahlakî/ilkeli bir tutum olarak görmez. Zira kamusal akıl ve vicdan ile çelişen her türlü (malî) tekelleşmenin sosyal ahlak ve organizasyona ciddi zarar vereceği insanî öngörüden de uzak değildir. Bu bağlamda Kur’an:
Allah’ın (fethedilen) şehirler(in) halkından (sorumluluğunu) Elçisine verdiği şeyler, içinizden sadece zenginler arasında (dolaşan) bir devlet olmasın diye Allah, Elçi, yakınlık sahibi (olanlar), yetimler, yoksullar ve yolcu(lar) içindir… [1] ayeti ile gelirin seçkin bir grubun tekelinde toplanmasının yol açacağı sorunlara işaret etmektedir. Ayette, sahip olma hırs/duygusunun kontrolsüz bir güce dönüşmesi durumunda diğeri üzerinde bir baskı unsuruna dönüşebileceği, sosyal ahlak ve bütünlüğü sarsacağı, ötekine yönelik duyarsızlaşmayı pekiştireceği, toplumsal düzen ve istikrar için tehdit oluşturacağı, haksızca elde edilen mülkiyetin nesillerin değer algısını zedeleyeceği vurgulanmaktadır. Malın güç ve iktidara dönüşmesine engel olmak için de gönüllü yardımlaşma olan “infâk”ı; zorunlu paylaşım olarak da zekâtı dinî bir vecibe, ahlakî/vicdanî bir yöntem olarak teklif eder. Fakat öncesinde, “insan ancak çabasının karşılığını/sonucunu elde eder” [2] ayetinden hareketle, her bireyin kendi kendine yeterli olmasını sağlayacak, değerler üretecek dinî, ahlakî, aklî prensiplerden söz eder. Fayda ve iyinin üretimi ve sürekliliği için bireylerin yeteneklerini işe koşabileceği istihdam olanaklarının gerekliliğine vurguda bulunur. Bu sebeple Kur’an, gelirin belirli bir azınlığın elinde toplanmasını, iyilik/fayda yollarının tıkanması ile eşdeğer görür ve bu şekilde iyiliğin (örgütlü) engelini, kötülüğün temel sebeplerinden biri olarak niteler. Bu hususu Kur’an, şu ayetleriyle de anlamlandırır.
Kim malını iyilik yollarında harcar ve Allah’a gönülden saygı besleyip günahlardan sakınırsa, O, en güzel söz olan kelime-i tevhîdi doğrulayıp gereğini yerine getirirse, Biz ona dünyada iyilik yolunu, ahirette de hem hesabın hem de cennetin yolunu kolaylaştırırız. Cimrilik yapana ve kendi-kendine yeterli olduğunu zannedene ve nihaî güzelliği/iyiliği yalanlayana gelince, onun için zorluğa ve sıkıntıya giden yolu kolaylaştırırız: [3]
İdeal bir gelecek tasavvuru ve bu tasavvurun hayat bulması, ancak refah düzeyi yeterli bireylerden oluşan toplumlarda neş’et eder. Çünkü gelirin dengeli dağılımı ve ahlakî paylaşım ilkesi, insanın en temel insanî ihtiyaçlarından başlamak üzere, eğitim, sağlık, hukuk, sosyal düzen gibi gereksinimlerin karşılanmasının da başat nedenini oluşturur. Örneğin eğitim olanaklarından yeterince yararlanamayan, fırsat eşitliğinden mahrum olan bireylerin kendileri ve toplumları adına ideal bir gelecek tasavvuruna sahip olmaları çok kolay değildir. Bu nedenle dengeli gelir dağılımı, geleceğe yönelik hayal, umut, ümit, özveri, fikir ve inanç gibi motivlerin de tabîi itici gücüdür. Bunun aksine gelirin tekelleşip kamuya dengeli aktarılamaması, özünde nesillerin tüketilip, harcanmasından başka bir şey değildir. Tam da burada Hz. Peygamber (sav)’in yasal ve ilkesel uyarısı, faal birey ve üretken toplum olmanın kodlarına işaret etmektedir: “Sizden biriniz kendisi için istediğini mümin kardeşi için de istemedikçe iman etmiş olmaz.” [4] Bir anlamda bu güçlü söz, ortak hedeflerin ve nihâî başarının ancak eşdeğer imkânlar dâhilinde gerçeklik kazanacağına vurguda bulunmaktadır.
Şu halde ister siyasî kurumlar isterse şahıslar özelinde olsun başkası için istemenin, geleceğe yapılan en kârlı yatırım olduğu özellikle ifade edilmelidir. Diğerinin refah düzeyinin yükseltilmesi ile bireylerin öncelikle kendi nesillerinin entelektüel gelişimine, sosyal güvenliğine, istikrarına ve huzuruna katkı sağladıkları unutulmamalıdır. Gelirin dengeli dağılımı sayesinde, geleceği inşâ etme enerjisine sahip nesillere çağrıda bulunulduğu ve planlı-programlı harekete geçme fırsatı tanındığı bilinmelidir. Adalet bilinci ve paylaşım ahlâkı, gelecekte medeniyetin ve bilimin ulaştığı noktada faal bir şekilde yer alabilmenin en önemli unsurudur. Hatta inancın, belirli güçlerin elinde nesneleşmesinin ve özüne yabancılaşmasının önüne set çeken ana dinamiktir. Öyleyse bir toplumun dengeli ve istikrarlı iktisâdî güce sahip olması, eğitim, bilim, teknoloji, sanat, kültür, ahlâk, hukuk, sağlık ve hizmet gibi pek çok insanî değerin en verimli şekilde gelişimine ve kullanımına katkı sağlayan temel unsurlardan biridir.
KAYNAKLAR
[1] (Haşr 59/7)
[2] (Necm 53/39)
[3] (Leyl 92/5-10)
[4] (Buhârî, Îmân 7; Müslim, Îmân 71-72; Nesâî, Îmân 19, 33; İbn Mâce, Mukaddime 9; Tirmizî, Sıfâtü’l-kıyâme 59)