Bir tarafta gen bir tarafta da patent kelimesi biraz yakışıksız duruyor ama geldiğimiz şu noktada büyük bir çekişmenin olduğunu açıklayabilmek için bu iki kelimeyi, daha doğrusu iki terimi yan yana getirmek durumunda kaldım. Gen işi bizim konumuz da “patent” ne anlama geliyor diye Türk Dil Kurumunun Güncel Türkçe Sözlük adlı eserine baktım ve bu terimin Fransızca “patente” kelimesinden geldiğini ve “buluş belgesi, uygunluğu belirten belge, bir durum ya da bir işi yalnızca kendi yetkisi altında görme” gibi anlamlara geldiğinin kaydedildiğini gördüm. Yani, herhangi bir şeyin patentini alan kişi ya da kurum bir anlamda onun sahibi oluyor. Peki, insan için de bu geçerli olmalı mıdır? Bunun cevabını da daha sonra vereceğiz.
Şu gen patenti konusuna geçmeden önce tüm Türkiye’yi mutlu eden Prof. Dr. Aziz Sancar ile gurur duyduğumuzu bir de ben ifade etmek istiyorum. Amerika’da da olsa bir Türk bilim adamının Nobel ödülünü alması dünyada herkese nasip olacak bir gurur ve onur değildir. Sayın Sancar’ın hele “Bu ödülü Cumhuriyet Türkiyesi’ne armağan ediyorum.” mealindeki sözleri ve 1960’lı yıllardaki orta ve üniversite eğitimindeki kaliteye vurgu yapması, eğitim sistemimizin kalite düşüşündeki fecaati bir anlamda gözler önüne sermektedir. Eskiden hemen herkes yurt dışında çalışmak isterdi, şimdi ise üstün niteliklere sahip elemanlarımızı belirli ülkeler hemen kapmaktadır. Bir anlamda beyin göçü hızlanmış durumda olup, devleti yönetenlerin acilen önlem alması gerekmektedir.
Burada bir bilgiyi de aktarmakla kendimi görevli sayıyorum. O zamanki adı ile Ankara Üniversitesi Diyarbakır Tıp Fakültesi Dekanı merhum Prof. Dr. Sabahattin Payzin, 1972-1973 yıllarında kullanılmak üzere 30 kadar Amerika Birleşik Devletleri (ABD) için DPT’den doktora bursu sağlamıştı ve bu bursu kullanacaklar için iki şartı vardı; birincisi moleküler genetik konusunda çalışılacaktı, ikincisi de Diyarbakır Tıp Fakültesi mezunu olunması gerekiyordu. Nitekim bu bursa başvuranlardan biri de ben olmama rağmen, o fakülte mezunu olmadığım için isteğim kabul edilmemişti. Aklımda kaldığı kadarıyla o 30 kontenjandan üç veya dört kişi yararlanarak ABD’ye doktora yapmak için gitmişti. Onlar ne yaptı, ne oldu sonrasını bilmiyorum. Bu da gereksiz politika yapanlara güzel bir cumhuriyet cevabı olsa gerek!
Şimdi gelelim patent meselesine. Özellikle Genom Projesi’nin sonuçlanmasından sonra resmi kuruluşların yanında özel kuruluşlar da genlerdeki hastalıklara neden olan mutasyonları belirleyerek bunların patentlerini almaya başladılar. Bugün için kabataslak bir rakam verecek olursak, bilinen insan genlerinin dörtte biri patentlenmiş durumda. Yani, kendi genlerimiz bir başka ülkedeki bir firmanın tapusu altına girmiştir. Özel sektörün önde gelenlerindem Myriad Genetics (D’Arcy v Myriad Genetics Inc)adındaki firma, patent konusunda çok mücadele edenlerin önde gelenlerinden olmuştur. Bunlara göre; sizin geninizde herhangi bir başka mutantın bulunması, onlara patentlerinden dolayı ücret ödenmesini gerektirmektedir.
Patent konusunda değişik ülkelerde uzun süredir artısı ve eksisi ile tartışmalar süregelirken, Avustralya’daki savunucular isteklerini kabul ettirme başarısı gösterdiler ve Avustralya Yüksek Mahkemesi doğal insan genininin patentinin alınamayacağına karar verdi. Artık Avustralya’da D’Arcy v Myriad Genetics Inc firması da dâhil hiçbir özel ya da resmi kuruluş gen patentinden dolayı ücret alamayacaktır. Darısı bizim başımıza!
Hazır Sayın Prof. Dr. Aziz Sancar da Nobel ödülünü almış ve bundan dolayı ülke olarak gururlanmışken, umarım devletimizin ilgilileri çağımızın bilim dalı olan bu moleküler konulara eğilerek bir başka şekilde sömürge ülkesi olmamızın önüne geçerler. Başarmak zor değil; kıskançlıkları, yetersizleri kayırmayı, çalışmayanların çalışanlara kurdukları kumpasları önlemeyi, kifayetsizleri emekli olana kadar istihdam etmeyi ve çalışanlara imkân tanımayı başarırsak her şey yoluna girer ve o zaman Türkiye gerçekten muasır medeniyet seviyesine gelir.
Yeni bir konuda yeniden buluşuncaya kadar esen kalın, sağlıklı kalın.