Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğü’nde, eski bir Türkçe sözcük olan ”kenç / genç”in yavru, çocuk anlamına geldiğini, Fars dilinde ise “gömü, hazine” anlamı taşıdığı belirtilmektedir.[1] Batı dillerinde ise genç sözcüğü için, ergenlikle başlayan hızlı büyüme, gençlik çağının sonunda bedensel, cinsel ve ruhsal olgunlukla son bulan, büyüme anlamına gelen adolescence ve youth sözcüğü kullanılmaktadır.[2]
Atalarımızın yüzyıllar öncesinden toplumun geleceği demek olan ve yetişmekte olan bireyler için, “hazine-define” anlamına gelen genç sözcüğünü kullanmaları önemli bir yaklaşımdır. Öyle ki sözlük anlamıyla düşünüldüğünde genç, gençlik olgusunun bir millet / toplum için hazine değeri taşıdığı anlaşılmaktadır. Zira gençlik bir milletin geleceği demektir; bu nedenle, gençliğin kendinden bekleneni yerine getirebilmesi için, mensubu olduğu toplumların ya da milletlerin gençlik olgusuna önem vermeleri ve toplumsallaşma sürecini deneyimlerlerken, eğitim ve öğrenimlerinin bilimsel yaklaşımlarla psikolojik, sosyolojik boyutları ile ele alınmalarını gerektirir.
İnsanın gelişimi belirli safhalar ve kurallar içerisinde cereyan eder ve insan gelişiminin her safhası kendine özgü özellikleri taşır. Toplumsal ve psikolojik bir varlık olan insan; fiziksel, ruhsal ve toplumsal özellikleriyle sürekli bir gelişim ve değişim halindedir. Genel hatlarıyla kategorize edilen okul çağı, ergenlik çağı ve yaşlılık çağı, yaklaşık olarak 18 ve 35’inci yaşlar arasına tekabül eden[3] gençlik çağı, bireyin hayatında önemli bir dönüm ve başlangıç noktasıdır. Ruhsal, bedensel ve davranış biçimlerinin farklılaşmaya başladığı ve toplumsal değişimlere daha açık olan ve biyolojik olarak da metabolizmanın hızlı, yapımın yıkımdan fazla olduğu bu dönem, bireyin genç nüfus içindeki yerini almaya başladığı, aile baskısının azaldığı, kendi kişiliğini arayıp bulduğu, kendini ispatlamaya çalıştığı, yüksek düşünceleri (idealleri) olan ve üyesi olduğu toplumla bütünleşmenin beklendiği bir devredir. Anlaşılacağı gibi, toplumsal bir varlık olan insanın hayatı birçok kategorik safhalardan oluşmaktadır ve tüm safhalarda olduğu gibi, gençlik dönemi insan hayatının en önemli safhasıdır. Gerçekte de bireyin yirmi ve otuz yaş arası en verimli olduğu, kendisine sunulanları rahat bir biçimde içselleştirebildiği, hatta en üretken dönem olduğu söylenebilir. Öyle ki zihin gücü ve beden sağlığının zirvede olduğu bu safhada, Doğu’da ve Batı’da pek çok genç düşünürün, bilim ve sanat insanının uygarlık adına önemli katkılarının olduğu bilinmektedir.
Konu üzerine yapılmış olan toplumsal ve ruhsal araştırmalar, genç nüfustaki gelişim özelliklerinin ve gençlik anlayışındaki yapılanmanın toplumun benimsemiş olduğu değerlerin etkileri ile oluştuğunu göstermiştir.[4] Aile, çevre ve okul etkileşimi içerisinde çocukluğa kıyasla oldukça farklı bir gelişim sergileyen gençte, cinsiyet duygusunun gelişimi ile birlikte kişilik kazanma, toplumdaki rolünü ve yerini benimseme, dinî ilginin şuurlu uyanışı ve gelişimi bu çağda yoğun bir şekilde görülmektedir.[5] İçinde yaşadığı toplumla sürekli etkileşim içerisinde olduğu anlaşılan gencin, aile, çevre ve eğitimin her alanında elde ettiği, öğrendiği toplumsal değerlerle hesaplaştığı ve tecrübe ettiklerini kısmî bir teste tabi tuttuğu bu dönem, kuşaklar arası çatışmaların da arttığı sosyal bir ortamdır. Gerçekte ise bu çatışma, toplumdaki tüm gruplar için geçerlidir ve evrensel niteliktedir. Ancak bu reaksiyoner durum, genç nüfusta daha açık bir şekilde görülmektedir.
Bilimsel çalışmalar yukarıdaki tespitleri doğrular nitelikte olup, 14-25 yaş arasında bulunan genç nesillerin bedence ve ruhça büyük bir inkılâp geçirmekte olduklarını, masal devrinden kurtulup, gerçeğe merak sardıklarını, önce anne-babaya sonra öğretmenlere karşı negatifleştiklerini, bağımsızlık hırsı içinde otoriteye karşı isyan duyguları beslediklerini, kendi akranlarıyla bir araya gelerek klikleşmeye gittiklerini, toplumun moral ve kültürel değerleriyle çatıştıklarını, bedenî ve zihnî güçlerini göstermek arzusu içinde bulunduklarını, rehbersiz ve yardımsız kaldıkları zaman, menfî gelişmelere sebep olduklarını ortaya koymuştur.[6] Bu bağlamda din sosyoloğu J. Wach, toplum hayatında yaşlı kesimin geleneğin (trandisyonalizm) ve muhafazakârlığın bel kemiğini oluşturduğunu, genç nüfusun bütün toplumlarda değişim atılımlarını temsil ettiğini ifade etmektedir.[7]
Bütün bu tespit ve söylemlerden sonra bir gençlik tanımı yapılacak olur ise, gençliğin yaş dilimleri arasındaki yeri, fizikî yapısı, psiko-sosyal ve cinsel özelliklerini ön plana çıkararak bir tanımı yapılabileceği gibi, daha önceden buraya kadar yaptığımız tespitlerle birlikte gençliğin ataklık, canlılık, güçlülük, çocukluk, olgunluk arasındaki yeri gibi, kimi özelliklerini dikkate alarak da birçok tanımları yapılabilir. Bu durumda da gençliği fizyolojik, psikolojik ve sosyolojik bir varlık olarak tanımlamak ve incelemek gerekecektir. Ancak yeni eğilim, gençlik dönemi gencin davranışında biyolojik değişikliklerin etkisini ret etmemekle beraber, toplumsal bir fenomen olarak incelemenin uygun olacağı düşüncesindedir.[8]
UNESCO’nun da gençlik için üç ayrı tanım yaptığı görülmektedir:
1) Gençlik, 15-25 yaş arasındakilerden meydana gelen bir yaş grubudur.
2) Genç, öğrenim yapan, hayatını kazanmak için çalışmayan ve kendine ait bir konutu olmayan kişidir.
3) Genç, geniş bir hayal gücüne sahip olan, cesaretin çekingenliğe ve macera isteğinin rahatlık duygusuna üstün geldiği insandır.[9]
Yapılan farklı tanımlamalara rağmen, gençlik dönemini tek bir olguyla sınırlandırmak yerine, süreç halinde görülebilen ve birçok özellikleriyle algılanabilen bir gerçeklik olarak belirlemenin daha uygun olabileceği söylenebilir. Bu yaklaşıma göre gençlik dönemi, çocuklukla yetişkinlik arasındaki bir devreye tekabül etmektedir, denilebilir.
Yerküremizde 1985 yılı “Gençlik Yılı” olarak kabul edilmiştir. Bunun için de tüm dünyada gençlik olgusu üzerine çeşitli çalışmalar yapılmıştır. Geleceğimiz olan gençlik olgusu üzerinde sürekli bilimsel ve disiplinlerarası çalışmalar yapmayı gerektirmektedir.
İnsanoğlunun yerkürede ilk görüldüğü andan itibaren bazı toplumsal zümreleşmeleri tecrübe ettiklerini bilimsel araştırmalar ifade etmektedirler. Bu araştırmalardan ilk önceleri, anaerkil ya da ataerkil bir zümreleşmeyi tecrübe eden insanların daha sonraları soy (gens) dönemine ulaştıklarını, soyların oymak biçimine dönüştüklerini, oymakların da birleşerek kabileleri oluşturduklarını, kabilelerin birleşmeleri ile milletlerin ortaya çıktığını öğreniyoruz.
Milletleşme aşaması insanlık tarihi açısından önemli bir aşamadır. Çünkü milletleşme devletlerin oluşumu ve devamında önemli bir gerçekliktir. Bu gerçekliğin tesisi sürecinde, o millete ait ortak inançlar, örf ve adetler ve yüksek ideallerin varlığı biçimlenmektedir. Milletleşme süreci ile yüzyıllar içerisinde oluşan kültürel değerler, toplumsallaşmanın da kaynağını oluşturmuşlardır. Yeni doğan bebek için, bir grup ya da büyük toplum içerine doğması ile birlikte toplumsallaşma süreci başlıyor demektir. Önce aile kurumu içerisinde ebeveynlerin şefkati ve merhamet duyguları ile sosyalleşmeye başlayan birey, çocukluk yaşına ulaşmasıyla eğitim-öğretim kurumları ve çevre koşulları ile tanışmakta, artık bir birey olma özellikleri kazanan kişi, söz konusu toplumsallaşma sürecinde gerek fiziksel gerekse ruhsal yönleri ile sürekli öğrenme aşamalarını deneyimlemektedir. Bu gelişmelere toplumbilim, bireyin sosyalleşmesi adını vermektedir. Çocukluktan gençlik dönemine adım atan birey için yeni bir dönem başlamaktadır. Gençlik dönemi düşünmenin derinleşmeye başladığı, sorgulandığı bir dönemdir. Genç bu dönemde, o ana kadar kendisine öğretilmek istenilen tüm konuları gözden geçirerek yeni arayışlar içerisine girmekte ve bu arayış bireyin yaşamının sonuna kadar da devam etmektedir. Yine bu devre, genç insanın toplumsal sorumlulukları yüklenmeye başladığı, edilgen bir konumda olmadığı ve nihayet tüm toplumu sürekli gözetleyen, değerlendiren bir oluş içerisinde olduğu devredir. Tüm bu tespit ve söylemlerden anlaşılabileceği gibi, bireyin ve toplumların yapısı, tarihi değişim üzerine odaklanmaktadır.
Sosyalleşme sürecinde bireyin kişilik ve benlik kazanmasında çevrenin önemli olduğu bilinmekle birlikte, fiziksel çevrenin algılanmasında toplumun benimsemiş olduğu kültürel özelliklerin daha önemli olduğu bilinmektedir. Söz konusu kültürel ögeler, bireyi kültürel değerlerin öngördüğü biçimine dönüştürebilmek için baskı aracı görevini üstlenirler. Yani kültürel değerler aracılığı ile toplumsallaşan birey, bu süreçten sağlıklı ya da sağlıksız bir biçimde etkilenebilir. Bireyin bu süreçten olumsuz etkilenmemesi için çeşitli tedbirlere başvurulabilir. Bilinebileceği gibi, insan yanılan bir varlıktır; toplumsallaşma süreci yaşayan birey de gerçekleri yanıla yanıla bulmaya çalışır, insanın bir aşamasını oluşturan gençler ise tecrübesiz oldukları için onlarda yanılma payı daha yüksek olarak gözlemlenir. Bu bağlamda halkımızın da ifade ettiği gibi, “Gençler hayalleri ile yaşlılar anıları ile yaşar” denilmiştir. Yani gençlik geleceğini kurgulamakta, yaşlı kuşak ise anılarını, deneyimlerini paylaşmak istemektedirler. Burada gençlerin deneyim kazanabilmelerinde tecrübeli ebeveynlere, öğretmenlere, konu üzerinde yetişmiş uzmanlara ve toplumsal kurumlardan aile, eğitim, ahlak ve din kurumlarına büyük görevler düşer.
Yakın zamanlara kadar toplumca benimsenmiş kültürel değerler, bireyin toplumsallaşma sürecinde etkili olabilirken, günümüzde yüksek teknoloji ürünleri vasıtası ile ulaşılabilen bilgi türleri ve değerler gelenekli bilgilerin yerini almaya başladığından, gençlerin tutum ve davranışlarının belirlenmesinde daha fazla etkili olmaktadır. Bu ise, toplumların hazinesi ve geleceği olan gençliği olumlu ya da olumsuz etkileyerek belirsiz yönlere doğru savrulmalarına neden olabilmektedir. Örneğin kendi toplumsal değerlerine yabancılaşma (kültürsüzleştirme), duygusuzlaşma, bencilleşme, intiharlarda artış, amaçsızlık, vatansızlaşma, günümüzde suç oranlarındaki yükseliş, çılgınca seks fuarlarının artışı, kadına şiddet uygulamaları, aile yuvalarının dağılması, çevre kirliliği, israf ve uyuşturucu bağımlılığı gibi toplumsal ve bireysel sorunlara neden olabilmektedir. Ayrıca yerküremizde yaşayan toplumlar arasında genel ahlak kurallarının ötesine geçenlerin, bünyelerinde toplumsal gerilimlerin ve tinsel yorgunlukların ortaya çıktığı görülmektedir ki, bütün bu gelişmeler neticesinde insan, maddi zevklere dayanan doyumu sağlarken, aile bağları, bireysel ve grupsal insani ilişkiler olumsuz gelişmelere sahne olabilmektedir. Bu bakımlardan bir toplumun-milletin geleceği olan gençliğin toplumsallaşma süreci daha da önem kazanmaktadır. Gençlerin toplumsallaşmasında olumsuz etkileri olduğu belirtilen bu tespitlerden üzerinde durulması gereken önemli husus, bir ulusun gençliğinin kendi kültürel değerlerine yabancılaşmasıdır. Çünkü yabancılaşma terimi, diğer tüm toplumsal sorunları da beraberinde taşıyabilmektedir.
Sosyal bilimlerde yabancılaşma kavramını ilk defa ele alan Hegel ve K. Marx olmuştur. K. Marx’ın, üretim araçları ile ücretli çalışanın el emeği arasındaki ilişkilere dikkat çekerek, işçinin kendi ürettiği ürüne yabancılaşması üzerinde durduğu görülür. Bizim burada üzerinde durmak istediğimiz husus ise sosyolojik yaklaşımla gencin kendi toplumsal yapısına, inançlarına, sanatına ve düşünce geleneğine yabancılaşması kast edilmektedir. Kendi inanç ve değerlerine yabancılaşan bireylerin toplumdan yalıtılması, yalnızlaşması ve belirsizliklere savrulması anlamına gelir. Tüm bunlar ise gencin toplum içerisinde bunalmasına, ıstıraplar çekmesine neden olabilmektedir. Doğal olarak burada ilk akla gelen soru, toplumsal değişim ile toplumun binlerce yıl içerisinde oluşturmuş olduğu toplumsal değerler arasında nasıl bir ilişki kurulabilmelidir ki, toplumsal yapı dengede kalabilsin, süreklilik gösterebilsin ve genç kuşaklar kendi kültürel değerlerine karşı yabancılaşmanın etkisinde kalmasınlar, yeteneklerini geliştirebilsinler, acılar çekmesinler. Bilindiği gibi, yerkürede her şey zaman içerisinde değişime uğrayabilmektedir. Ayrıca bu değişim sürecinde, yukarıda gençlik kavramı ele alınırken ifade edildiği gibi, gencin çocukluktan ergenliğe geçişinde çok çeşitli gereksinimlerle karşı karşıya kaldığı unutulmamalı ve bu gereksinimlerin göz önünde bulundurulması hatırlanmalıdır. Bazı bilimsel araştırmalar, gençliğin söz konusu gereksinimlerinin toplumdan topluma farklılıklar gösterdiğini ortaya koymuştur.[10] Yani her toplumun kendi sosyo-kültürel farklılıklarını dikkate alarak gençlerin gereksinimlerini karşılama yönünde çalışmalar yapmalarının gerekliliği göz önünde bulundurulmalıdır.
Burada atılması gereken ilk adım, gençliğin bireysel ve toplumsal ihtiyaçları dikkate alınarak tüm dünyada yaşayan toplumlar ve toplumların geçirdikleri aşamaları ve deneyimlerini genel hatları ile göz önünde bulundurmak gerekir. Çünkü şimdi yaşadıklarımızın gelişiminde geçmişin çok önemli payı olduğu bilinmektedir. İkinci olarak, gelişmiş ülkelerin ve gencin üyesi olduğu toplumun eğitim ve öğretime ilişkin uyguladıkları programları çözümlemeye çalışarak, toplumların kendi eğitim ve öğretimine ilişkin adımları atabilmektir. Dikkate alınması gereken husus, sosyalleşme sürecinde gençlerin tek taraflı kültürlenmesi yerine bireylerin aktif rol alabilmeleri olmalı, yani karşılıklı etkileşim sağlanabilmelidir. Bu anlayışın göz ardı edilmemesi, daha sağlıklı kuşakların yetişmesine katkılar sağlayabilecektir. Bilge düşünür Mevlana’nın “Benim ayağım pergel gibidir, bir ayağım inançlarımın, değerlerimin ortasında dıurur, diğer ayağım yetmiş iki milleti dolaşır.” diye ifade ettiği gibi, ebeveynlerin, öğretmenlerin ve bu konuda uzman olan psikolog ve sosyologların bir toplumun ya da milletin yok olmasını önleyebilecek ve milletler ailesi içerisindeki onurlu yerini alabilmesi için gençliğin yabancılaşma yönündeki tehlikeleri önceden görebilmelerini gerektirir. Çünkü toplumların hazinesi durumundaki gençliğin kendi toplumsal değerlerine yabancılaşması demek, o toplumun yığın ya da kalabalıklar biçimine dönüşmesi demektir ki bu, o toplumun yok olması anlamına gelir. Tarih bilimi bu soruna benzer, bize pek çok örnekler sunar. Bunlardan birisi Roma İmparatorluğu sınırları içerisinde yaşayan iki Yahudi kabilenin yaşadıkları gerçekliklerdir. Güçlü bir imparatorluk olan Roma devletinin baskıları karşısında toplumsal değerlerini hayata geçirme güçlükleri ile karşı karşıya kalan Yahudi iki kabile, söz konusu baskılardan kurtulabilmek amacıyla bir araya gelirler ve Helodion adlı kabilenin kanaat önderleri, Roma’nın baskısından kurtulabilmenin tek seçeneğinin Romalılaşmak olduğu fikrini ileri sürerler. Diğer grup Zelodion önderleri ise daha muhafazakar bir düşünce önererek, Roma’nın baskılarından kurtulmanın kendi geleneklerine, değerlerine sıkı sıkıya bağlanmakla mümkün olacağı görüşünü ileri sürerler.[11] Neticede tarih bilimi her iki kabilenin de yok olduğunu kaydetmiştir. Öyle ki Helodionlar, kendi toplumsal değerlerine yabancılaştıkları için ve toplumsal ortak bilinci geleceğe taşıyamadıklarından, Zelodion kabile ise içe kıvrılıp, toplumsal değişimi gerçekleştiremedikleri için yok olmuşlardır.
Bugün tüm toplumların karşı karşıya bulunduğu, gençlerin kendi toplumsal değerlerine yabancılaşma olgusuna karşı sosyologlar, psikologlar, siyaset bilimcilerinin inanç, ahlak ve hızlı gelişen iletişim teknolojileri arasında ilişkiler kurarak, toplumların geleceği konumundaki gençlerin yer kürede farklı zenginlikleri temsil etme yeteneklerinin yaşatılması yönünde çalışmalar yapması gerekir. Aksi halde kaçınılması mümkün olmayan pek çok toplumsal sorunları beraberinde taşıyacak olan gelişmeler, yerkürede varlıklarını sürdürmeye çalışan toplumlar, farklı renk ve desenlerini, zenginliklerini kaybederek başkalarının empoze ettiği tek bir elbiseye bürünmek zorunda kalabilirler.
Yukarıda ifade edilen sıkıntılı süreci aşabilmek için, söz konusu ettiğimiz bilimsel disiplinlerin tespitleri temelinde genç nesillerin sorumluluklar üstlenmesi gerekecek ve kendi toplumsal değerlerine bağlı olduklarını hissederek geleceğini planlamaya çalışan gençlik, bir taraftan mensubu olduğu toplumun değerlerini korumaya çalışırken, diğer taraftan toplumsal değerlerine artı değer sağlayabilecek yeni gelişmeleri yakından takip ederek kendi kültürel değerlerinin zenginleşmesine katkı sağlayabilecekler ve tarih sahnesinden silinmedikleri gibi, tüm dünyaya yeni zenginlikleri tanıtma imkanını bularak, yığın ya da kalabalık olmaktan kurtulabileceklerdir. Bu tip gençlik özelliklerine sahip toplumlar bir gün istilaya, dijital saldırılara ve işgale uğramış olsalar dahi, varlıklarını koruyacaklardır. Hatta bu donanımlara sahip bir gençliği hazırlayan toplumlar, uygarlık ve kültürel özellikler açısından tüm öteki toplumlara model olabileceklerdir. Çünkü bir toplumun diğerlerinden farklılık gösteren birleştikleri ve ayrıldıkları temalarının, sanat anlayışlarının olması gerekir. Bu anlayışlar doğrultusunda tutum ve davranış geliştirebilen toplumlar, farklı bir uygarlığın temsilciliğini gerçekleştirebilirler.
Voltaire’nin “Gençleri bırakınız, dünyayı hayal ettikleri gibi görsünler; büyüyünce nasıl olsa olduğu gibi göreceklerdir.” söylemi önemli olmakla beraber, yeniden oluşlar ve değişmeler evresini deneyimleyen genç kuşakları, deneyimsiz ve yanılmalara en açık oldukları dönemde onları yalnız bırakmak, yukarıda belirtilen tehlikelere karşı maruz bırakmak anlamına geleceğini de belirtmek gerekir.
KAYNAKLAR
[1] Eyüpoğlu, İsmet Zeki, Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğü Sosyal Yayınlar, İstanbul 1998, 275.
[2] Redhouse, ed. Roberty Avery- Serap Bezmez, Sev Matbaacılık, İstanbul 2001, 12-1149.
[3] Baymur, Feriha, Genel Psikoloji İnkılap, İstanbu, 1994, 63.
[4] Şemin, R. U, Gençlik Psikolojisi İÜEFY, İstanbul, 1984, 119.
[5] Hökelekli, Hayati, Din Psikolojisi TDVY, Ankara, 1993, 267
[6] Arvasi, Ahmet, Türk-İslam Ülküsü Burak Yay., İstanbul, 1991, 3/106; A.Yörükoğlu, Gençlik Çağı Özgür Yay., İstanbul, 1993, 17-21.
[7] Wach, Joachim, Din Sosyolojisi çev: Ünver Günay, Erciyes Üniversitesi Yay., Kayseri, 1990, 272.
[8] Şemin, Gençlik Psikolojisi, 10.
[9] Gökçe, Birsen, Gecekondu Gençliği Hacettepe Üniversitesi, Ankara, 1971, 15.
[10] Türkdoğan, Orhan, Bilimsel Değerlendirme ve Araştırma Metodolojisi M.E.B. Yay. İstanbul 1995, 163.
[11] Toynbee, Arnold, Uygarlık Yargılanıyor, çev. Kasım Yargıcı-M. Ali Yalman, Örgün Yayınevi, İstanbul 2016, 180.
6 yorum
Sevgili hocam. Diyanet ”GEÇERKEN” adında bir gençlik dergisi çıkartıyor. Oraya da bu yazinizi ya baska yazilarinizi gönderebilirsiniz.
Yazının tamamı çok haklı yerlere parmak basmış hocam kesinlikle katılıyorum çocuklarımızı geleceğe hazırlarken hem geleneklerimizi hemde yenilikleri yakalamaları gerektigini çok guzel anlatmışsınız.
güzel bir çalışma olmuş emeğinize sağlık hocam. fakat günümüze gençliğin hayaleride malesef yok oluyor bir genç olarak söylüyorum dünya sandığımızdan hızlı değişiyor..
Sorunlarımızı hep birlikte çözmeye çalışacağız, herkes bir yerinden tutabilmeli, yorumlar için teşekkürler.
Hocam cok güzel açıklamışsınız.emeğinize sağlık.Ahmed hocama katiliyorum…Dunya cok hızlı değişiyor…..Yetişmek icin koşmak yetmiyor âdeta..
Genç kuşaktan belli bir tayfa şuan fenersiz bir mağara da , onların ihtiyacı temelde sevgi ve ilgi bu boşluk genişledikçe oraya çokta hoş olmayan kendilerine zarar veren yönelimlere başvurabiliyorlar özellikle yukarıda değindiğiniz bağımlılık mevzusu kanayan bir yara, geleceğimizi ne kadar ışıklandırırsak onların ihtiyaçlarına cevap vererek girdikleri mağara da fenersiz kalmazlar inşeAllah diye düşünüyorum bu güzel anlatımlı makaleniz bir kez daha bazı değerler hakkında düşünmemizi sağladı emeğiniz için teşekkür ederiz sayın hocam.