Bazen, çok önemli bir hususta kafanızı bir türlü toparlayıp karar veremediğiniz, bir kördüğümün içine düştüğünüzü hissettiğinizde bir çıkış, bir ışık ararken, hiç ummadığınız bir anda hiç beklemediğiniz birinden öyle spontan bir fikir çıkar ki, sizi o tenakuzlar yumağı içerisinden çeker çıkarır. İşte tam da böyle bir tesadüf mü dersiniz, tevafuk mu dersiniz bilmem, bir durumu sizinle paylaşmak istiyorum.
Yakın bir zaman önce, gerek meslek hayatımda ve gerekse paramedikal yaşantımda karşılaştığım bazı insan demeye bin şahit gereken kişilerin yaptıklarını, tutum ve davranışlarını, yetki ve erk ellerine geçtiği zaman gösterdiği kişiliklerini, şu ya da bu yolla parayı bulup ne oldum delisi illüzyonu içerisinde kapitalist hegemonyanın esaretine girenlerin, küçük dağları ben yarattım havasında olanların, yediği kaba çok affedersiniz, tükürenlerin, büyük-küçük tanımayanların, bir türlü aşağılık kompleksinden kurtulamayanların durumlarını izah etmekte ve tıbbi bir çerçeve içerisinde isimlendirmede ikilem yaşıyor ve karmaşık münfesih kişiliklerine, özellikle makale ve konuşmalarımda kullanmak üzere, ad bulmakta zorlanıyordum. Çünkü bunların nev-i şahıslarına mahsus olan durumları hiçbir sınıflamaya uygunluk göstermiyordu.
Bayram münasebeti ile Trabzon’a gittiğimde, on yaşında, engin hayal gücüne sahip bir delikanlı olan Ahmed Bircis Bey ile uzun uzun konuşma fırsatı buldum. Bir büyük adam gibi projelerini anlatıyor, kendi sınıfında okuyan arkadaşlarını, hatta öğretmenlerini bile analiz ediyor ve onların tutum ve davranışlarını kendince izah etmeye çalışıyordu. Özellikle arkadaşlarının yaramazlıklarını ve umursamazlıklarını değerlendirirken, çok heyecanlı bir şekilde konuşmasına kendisini kaptırıyor ve onlara vasıflayıcı bir isim bulmaya gayret ediyordu.
Birden bana, “Bunlar normal değil. Bunların genetikleri ile oynanmış, genetiği değiştirilmiş çocuklar.” demez mi! Çok enteresan ve yaratıcı buldum bu ifadeyi ve sanki ben de, yukarıda tanımlamaya çalıştığım kişileri sıfatlandırabilmek için, aradığımı bulmuş gibi sevindim!
Şimdi… Düşünüyorum da, acaba global olarak toplumumuzun da, insanların ahlaki, psikolojik, adam olabilme (ÂDEM OLMAK) ve erdem genleri ile oynandığı gibi, toplum mühendisliği aracılığı ile genetiği ile oynanarak değişime uğratılmış mıdır, diye bir zehaba kapılıyorum! Hayır, hayır… Kapılmıyorum, inanıyorum da, siz muhterem okuyucularımın engin tasavvur kabiliyetlerine saygısızlık olabilir endişesi ile “zehab” ifadesini kullanıyorum.
Yeri gelmişken, Ziya Paşa’nın, tefekkür yüklü şu beytini zikretmeden geçemeyeceğim.
“Âdem’e Âdem gerektir, Âdem etsin Âdem’i,
Âdem, Âdem olmayınca, Âdem netsin Âdem’i”
Bu beyit, modern bilimin aciz kaldığı yerde nasıl da imdada yetişiyor!
Aksi takdirde, yaşanan bunca dejenerasyon, aslına bu denli yabancılaşma, hatta tarihine küfredebilme eblehliğini gösterebilme, bırak dedesini, babasının dilini bile anlamada zorluklar yaşayan ve bundan da sözde çağdaşlığın arkasına sığınarak, gurur duyan cehalet ve zulmet batağındaki bir güruhun durumunu, hangi ilmi parametreler kullanılarak izah etmek mümkün olabilir ki?..
Bakalım bu rubaîmizin konu ile münasebeti var mı?
İBN-İ MÜLCEM GİBİSİN
İbn-i Mülcem gibisin, ihanette rakipsiz,
Hangi dine mensupsan, cemaatsiz, rahipsiz.
”İyilik yaptığının şerrinden sakın” derler.
Sahibi Allah olur, her kim ise sahipsiz.
Not: İbn-i Mülcem, kim mi? Zahmetsiz nimet olmaz. Biraz araştırmak, biraz ter dökmek gerek.