Geçen yılın son ayında New Scienist’de bir makale yayımlandı: Genetik hatalara yer yok (“No room for genetic errors”, Newscientist, 01.02.2010,Nr.2789). Genel olarak Amerika Birleşik Devletleri’ndeki durumla ilgili sorunları ele alan yazının, birazcık düzeltmelerle Türkiye’ye de uygulanabilir nitelikte olduğu kanısına vardım. Daha doğru bir ifade ile bizdeki başıbozukluğun düzeltilmesi aşamasında hangi konulara dikkat etmemiz gerektiğine dair elimize önemli bir reçete geçmiş olacağı için bu yazının üzerinde durmaya değer buldum ve o nedenle sizlerle paylaşıyorum.
Geçen yıl yine üç aşağı beş yukarı aynı konuyu ele alan bir yazı daha yazmıştım (“DNA testi ve babalık testi. Medimagazin, 13 Eylül 2010). Orada da sözü edildiği üzere DNA dizilemesi ya da Genom Projesi’nin gerçekleşmesinden sonra ortaya çıkan olağanüstü gelişme bir taraftan yeni yeni çok güçlü ve duyarlı aletlerin kullanılmaya başlamasına ve bir taraftan da her bireyin kalıtsal açıdan farklı olduğu esasına dayanan “kişisel genomiks” (“personal genomics”) diye bir genetik dalının oluşmasına neden olmuştur. Yani, kabaca söyleyecek olursak, aynı hastalık için her insana yazılacak reçete aynı değil, farklı farklıdır. Çünkü aynı ilaç bireysel farklılıklardan dolayı her insanda aynı etkiyi yapmamaktadır. İşte konunun buraya gelmesiyle birlikte, gebelik aşamasında babalık testi ya da patarnite testi yapılıp da anne adayının gebeliği sonlandırması durumunda yapılan genetik testin güvenilir olup olmadığı sorusu gündeme gelmektedir. Amerikan Gıda ve İlaç İdaresi (“FDA”) ile genom analizi yapan ticari firmalar arasında hâlâ çözülmemiş olan genetik testin FDA onayı alıp almaması konusu madalyonun bu yüzüne bakınca ayrı bir önem kazanmaktadır. Yani yapılan genetik analizlerinin tam ve güvenilir olması gerekmektedir. Dolayısıyla tüketici dernekleri gibi sivil toplum örgütlerinin yanında devletin de bu işlemlerin yapılış biçimi ve endikasyonları konusunda gerekli düzenlemeleri hazırlamış olması gerekmektedir.
Sözün burasına gelince Türkiye’deki durumu zorunlu olarak ele almak ya da hiç değilse birkaç kalın fırça darbesi ile yetkili ya da sorumlu çevrelerin dikkatini çekmek ihtiyacı ortaya çıkmaktadır.
Gerek devlet gerekse özel sektörde yapılan genetik testlerin kontrolü ve izlenmesi “mevlam kayıra” özdeyişiyle tıpa tıp örtüşmektedir. Hele şu hizmet satın alma modası çıktıktan sonra özel sektörden şikâyet ederken devlet sektörü ondan bin beter hale gelmiş durumdadır. Artık herkesin aklını başına alıp sonuçlarının güvenilir ve doğru olduğundan emin olduktan sonra raporunu vermelidir. Aslında Türkiye’de tanısal amaçlı olarak yapılan genetik testlerin güvenilirliğini bir kenara bırakırsak, yapılan analizler maalesef ticari kaygının galebe çaldığı bir uygulama haline gelmiştir. Konuyu hem özel sektör hem de üniversiteler artık gelir kaynağı olarak görmeyip işlerini doğru dürüst yapmalıdır. İşin daha Türkçesini söylemek gerekirse üniversiteler yalnızca genetik analizlerde değil, tüm sağlıkla ilgili uygulama çalışmalarında ticareti bir kenara bırakıp kendi asli görevine dönmelidir. Üniversitede ders ücreti ve yaptığı işten dolayı performans gibi adlar altında bir öğretim üyesinin ücret alması kurumun adı ile bağdaşan bir durum olmasa gerek. Fakat devlet fazladan çalışan öğretim üyelerinin emeğini de karşılamanın daha makul yollarını bulmak zorundadır. Bu işler pek çok Batı ülkesinde yıllardır uygun yöntemlerle uygulanıp gelmektedir; örneğin; İngiltere. Diğer yandan devlet de bu özel, bu resmi ayrımı yapmadan yanlış yapanın tepesine binmelidir. Daha doğrusu yanlış yapılmasını önleyecek önlemlerini aşama aşama uygulamaya koymalıdır.
Yeni bir konuda buluşuncaya kadar esen kalın, sağlıklı kalın.