Göçebe milletizdir vesselam. Yüzyıllar öncesinde başlamış göçebeliğimiz. Koyun, keçi, at, deve, büyükbaş-küçükbaşla birlikte, çadırlar, kılıç-kalkan, etrafta ne varsa, “Yerimiz dar yenimiz dar” denilerek, binlerce kilometre göçmüşlüğümüz vardır.
Rumeli’ye geçişimiz bile, Anadolu’nun batısında denize dayanıp da, artık batıda gidecek yer kalmadığındandır. Eğrisi doğrusu bu, milletimizin genlerinde vardır göçebelik.
Çoklarımız, bir türlü olduğu yerde duramaz. Çat orada, çat burada. Eskiden, bir tek memurlar çok sık yer değiştirirdi. Bu yüzden memur çocukları, sırayla gidilen yerlerde pek çok okulda okurlardı. Tayin çıktığında denkler düzülür, balyalar yapılırdı. Şimdi işler çok daha kolaylaştı. Evden eve taşıma şirketleri, her bir malzemeyi, eşyaların tümünü, sizin elinize dokundurmadan taşıyorlar.
Taşınma işleri böyledir. Oturdukları şehri değiştiremeyenler mahalleyi, mahalleyi değiştiremeyenler apartmandaki dairelerini, mekânları değiştirirler. Bir o mahalle bir bu mahalle, bir o ev bir bu ev diyerekten, dolaşır dururlar.
Birilerine boş bulunup, “Ahmet Hoca Van’da değil miydi?” tarzında bir soruyu asla sormamak lazım. Önce literatürü yakından takip etmediğiniz için sizi kınarlar. Ardından bir bir anlatırlar. “Ahmet Hoca bundan iki yıl önce Adana’ya, oradaki fakülteye gitti. Ardından bir yıllık bursla falanca ülkeye gitti, bir ara geldi de, dosyasını hazırladı. Profesör olduktan sonra, falanca şehirdeki bir özel hastanede çalışmaya başladı. İki ay önce de yeni kurulan falanca tıp fakültesine tayin oldu.” Başım döndü be.
Perifer üniversiteler, atanacak olan hocanın orada ancak çok kısa, yani geçici bir süre kalacağını bile bile lades diyerek bir çırpıda kadro açarlar. Eşinin işi, evi barkı, çoluğu çocuğu her bir şeyi aslında geldiği yerdedir. Ancak işlem öncesinde, hatırlı birileri araya girmiştir. “Artık dönmek olmaz” denilerek kadro isteği yapılır. YÖK zaten dünden razıdır kadro vermeye. On beş falanca üniversiteye, yirmi iki filancaya, otuz beşi bir diğerine denilerek, ulufe gibi dağıtılır kadrolar. Cep telefonlarına bile, çıkartılan tüm kadroların birer özetini bir bir gönderiyorlar.
Hep münafık birileri olmuştur aramızda. “Kardeşim, zaten var orada iki doçent, dört yardımcı doçent. Dersleri, eğitimi zaten onlar yapıyor, hastane henüz açılmadı, geçici olarak başka yerde idare ediyorsunuz. Öğrencileriniz falanca şehirde başka fakültede eğitim görüyor” diyenler hep olmuştur. Olmuştur da, el cevap ağızlarının payını hemen alıp susmuşlardır. Adama, “Sana ne ulan, maaşlarını sen mi ödüyorsun? Senin önüne de getirelim bir prof. iki doç., gör bakalım” deyiverirler. Bu bakımdan şimdilerde, durup dururken, “Yeter bize bu kadar öğretim üyesi” demek, hiç doğru kaçmaz. “ Olmaz efendim olmaz. İlle de bize prof. kadrosu lazım” derler.
Kadro çıktı işte. Düşer miyiz yollara. Maksat spor olsun, işe adam, adama tayin işleri bir iki aya kalmaz kotarılır. İş çalışmaya geldiğinde, haftanın belli günleri için üniversite misafirhanesi, öğretmen evi, polis evi, ne de olsa geçici bir süre için denilerek kalınır. Yatılı okullardaki evciler misali, çoluk çocuğu görmek, çamaşırları yıkatmak bahanesiyle, perşembeden gidilirse salıya dönmek, ancak nasip olur.
Torpilli ve idareye yakın olanlar aslında bu zahmete bile katlanmazlar. Zaten Ankara, İstanbul’da yerleri, kadroları, şeflik (o da kalktı ya), başhekimlik, yardımcılık her bir türlü kadroları her bir daim vardır. Ne yapalım, ver elini 14. madde, olmadı 38, belki 45. maddedir. Maddelerle pek işim olmadığından yanılmış da olabilirim. Onu da, iş bu hülleleri yapanlara sormak lazım.
İş bu madde işlerini beceremeyenler, ikamet ettikleri şehirlerdeki tıp fakültelerine, olmadı Bakanlık eğitim hastanelerine, bilgi ve görgülerini arttırmak için geçici görevle tayin çıkarttırırlar.
Kısa bir süre sonra da asli memleketlerine dönüverirler. Vatan görevi, doğu hizmeti ne derseniz deyin, görev tamamlanmıştır.
Gerisi ise alınan unvanları kullananlarca bilinir ve de uygulanır.