İlginç bir başlık olduğunun farkındayım. Böyle bir başlığı bir Kur’an filozofu Râgıb el-İsfehânî’ye borçluyum. O, “sâis” (siyasetçi/yönetici) kelimesinin bir anlamının da “gölge” olduğunu belirtir. Gölgenin nesnesiyle gölgenin kendisini karşılaştırarak hoş bir betimleme yapar. Buna göre gölgenin kendisi olan nesne eğri iken gölgenin düzgün olması imkânsızdır. Yönetici sınıf, ehil, doğru ve liyâkat sahibi değil ise yönetilen toplumun da doğruluk üzere olması imkânsızlaşır. O, yasaları ve kamu yönetimiyle ilgili hususları içselleştirmeden dahası yeterli bilgi ve deneyim kazanmadan yönetim görevini üstlenmeye ehil olunamayacağını özellikle vurgular. Çünkü kamu adına yönetenlerin makul, ehil, doğru ve âdil tasarrufları toplumun da benzer bir eğilime sahip olması için önemlidir. Bu nedenle bir toplumda en fazla yardıma muhtaç olan kesim kamu adına karar vericilerdir. Hata ve yanlışların minimize edilmesi, sorunların kalıcı zarara dönüşmeden çözümü, gerekli düzenleyici adımların atılması için eleştiri ve rehberlik bir toplumda temel kaide olmalıdır. Hata yapma ve günaha girme riski fazla olan mevkilerde görev yapan kimselerin uyarılması ve gerektiğinde dinî bağlamıyla tövbeye yönlendirilmesi sosyal huzur/refah için gereklidir. Suçlar ertelenemez, günahlar örtbas edilemez, hatalar silinemez temel ahlakî düstur olmalıdır. Şu halde sorumluluk sahibi yönetici erkin karar ve tasarruflarıyla yüzleşebileceği, geriye dönük iç muhasebenin yapılıp ileriye dönük ıslah edici işlemlerin yasal ve ahlakî karşılığı din dilinde tövbedir. Tabi burada tövbenin konuya özel olarak sınırlandırıldığı da itiraf edilmelidir. Ayrıca yasal müeyyidelerin dışında bir de tövbenin işlevi açısından meseleye yaklaşıldığı belirtilmelidir. Pişmanlık, yüzleşme, kararlılık ve telafi odaklılık tövbenin en aslî unsurlardır. Ebû Tâlib el-Mekkî’nin, “insan muslih olmadıkça tâib olamaz”, sözünde bu anlam açıkça görülmektedir. Çünkü günah tebdil edilmedikçe kötülüğün te’kidi kaçınılmaz bir durumdur. Bu nedenle günahı takip eden ıslah edici işlemler, değişim ve dönüşümün en önemli unsurudur. Zira her günah/suç bir fesad (bozma) ise tövbeden doğan her sevap da (asla dönüş) yani bir ıslahtır. Ayrıca o, “kulun tövbesinin, mâsiyetinin zıddı” veya “sebep olduğu fesadın zıddı” olması gerektiğini ısrarla vurgular. Kötünün zıddı iyilik; fesadın zıddı ıslah; zararın zıddı fayda ikileminde tövbe hep ikinci kısmın tesisine yönelik bir süreçtir. Diğer taraftan tövbede “bazı şerlere karşı biraz iyilik, pek çok şer/kötülük için de pek çok iyilik” gerekli olabilir. Özellikle kamuyu ilgilendiren ve topluma sirayet edici özelliği olan hataların telafisi zıddı eylemler var edilmediği sürece makbul bir tövbeye dönüşmez. Örneğin liyakat dışı bir tasarruf ya da kamu malına yönelik ihlaller ancak zıddı fiillerin varlığı halinde geçerli tövbeye dönüşür. Böyle bir durumda adalet, her hak sahibinin hakkını garanti eden düzenleyici işlemlerin temini için aslî unsurdur. Allah ve insanla güvene dayalı olan fakat suçla bozulan ilişkinin yeniden tesisi ancak işbirliği içerisinde zararların tazmini ile mümkündür. Böyle bir durumda herkes görevini yerine getirmelidir. Yasalar, suç unsurunun neden olduğu hak kayıplarını yasal zeminde önleyici adımlar atmalı, görevi nihayete eren yönetici erkin malî kazanımlarının denetimi için müsâdere usulü benimsenmeli, ilmiye ve dinî sınıf savunma tutumu yerine ıslah ve inşâ edici yönlendirmelerde bulunmalıdır. Böylece insanların haklarının Allah’ın haklarından önce geldiği özümsenebilir ve Allah’a ait olduğu iddia edilen bir hakkın insan haklarını ihlal etmek için asla kullanılamayacağı ruhlarda kökleşebilir. İnsan hakkını savunmanın Allah’ın hukukunu savunma dışında bir anlam taşımadığı idraki oluşabilir. Bu açıdan hiçbir toplum, kendisini yönetenleri ve tasarruflarını bütünüyle savunmak zorunda değildir. Fakat yönetenler, haklar müeyyidesiyle daima topluma hesap vermek zorundadır.
Güvene dayalı bürokratik görevlerin kamu hukukunu ihlal edecek şekilde kötüye kullanılması görevin ifasının artık mümkün olmadığı anlamına gelir. Nitekim varlığı akıl ve din özdeşliğiyle anlamaya çalışan Mu’tezile, tövbe etmeyi gerektiren (kötücül) fiillerin güvene dayalı görevleri sona erdiren bir nitelikte olduğunu vurgular. Çünkü kamu adına sorumluluk, kamunun tamamına hesap vermeyi zorunlu kılan bir yetkidir. Bu nedenle yetki sahipleri kendi karar, fiil, tasarruf ve mülk edinimlerinin sürekli denetimini yapmak zorundadır. Sahih bir tövbe de ancak bu tahliye (arındırıcı denetim) sürecinden sonra oluşacak telafinin varlığı halinde gerçekleşir. Kamuya yönelik ihlallerin oluşturduğu zararların tazmin ve telafi süreci, tövbenin sosyal menfaate uyumu için önemlidir. Dinî bir motivasyonla yapılan ihlallerde ise hiçbir yetkili organ Allah’ın hakkını savunma uğruna insanların hukukunu çiğneyemez ve en temel hakları ihlal edemez. İnsanlara karşı yapılan haksızlıklar yani onların sahip oldukları hakların ihlali, her zaman en âdil şekilde yürütülecek tazminin varlığını gerekli kılar. Daha doğrusu suçun niteliği ne ise tövbe de aynı nitelikle olmalı, suçun şekline uygun olarak gerçekleşmelidir. Örneğin, iftira durumunda iftiranın gerçek olmadığı ifade edilmeli, kişinin yitirdiği saygınlık yeniden tesis edilmeli; yanlış ve yanıltıcı bilgiler verildiyse kamu doğru olanla aydınlatılmalı; haksızca elde edilen bir malın aynıyla veya misliyle iadesi gerçekleşmeli; liyakat ilkesi ihlal edildiyse hak sahibinin hakkı verilmelidir. Böyle bir durumda sözel af beyanı, vicdanı rahatlatmaya dönük bağışlanma terapileri ya da ahirete ertelenecek af beklentisi tövbenin kabulü için yeterli neden değildir. Çünkü tövbe, bireyin zihninden geçmişi ve var olanları silmeyi değil, geçmişle yüzleşip günaha yönelik farkındalık ve kaçınmaya dönük kararlılık halinin gösterilmesidir. İslâmî bağlamıyla da ardışık beş hareketin birlikteliğiyle gerçekleşen bir süreçtir.
- Günah veya kabahatin idrak edilmesi/içsel onayı
- Günah veya kötü davranıştan kaçınılması
- Samimi pişmanlık gösterilmesi
- Değişiklik kararı, bu kararın telafi ve tazmin süreçleriyle uygulanması
- Oluşan değişimin sürdürülmesi.
Buna göre arınmanın idrak ve eylem boyutu da şu esasları kapsar:
- Suçun varlığını önemsemek
- Samimi pişmanlık duymak
- Etkilenen insanlardan özür dileyip telafi için çaba harcamak ve kararlı tutumu sürdürmek.
Bunun anlamı geçmişin ciddi bir denetimini yapmak, kamuya etkileyen günah ve hatalardan pişmanlık duyup kamuyu bu hususta aydınlatmak, oluşan zarar için tazmin ve telafi sürecini talep etmektir. Dolayısıyla günah işleyen birey, başka çaresi kalmadığı düşüncesiyle tövbeye yönelmemelidir. Günah işlemeye engel olan durumların sona ermesi gibi bir kayıtla sınırlanmamalıdır. Bu nedenle tövbe, özellikle kamu ihlallerinde günahın varlığı halinde ertelenmeksizin gerekli yasal ve ahlakî prosedürün işletilmesidir. Çünkü bir toplum kendisini çevreleyen kötülükleri ivedilikle yok etmedikçe gelişemez, zamanla hataları göremez, zarar verici tasarrufların sayısı giderek artar ve bunlar, kötülük için bir teşvike dönüşür. Bu durumda insanın düşünce ve eylem olarak gelişimi, ancak engelleyici faktörlerin izale edilmesine bağlıdır. Bu nedenle kötü olanı terk etmedikçe ve kötülüğün etkisini tersine çevirecek adımlar atmadıkça bir insanın gelişmiş/arınmış olması düşünülemez. Şu durumda gerçek bir gelişim için geri dönüş ve arınmanın fayda yönlü katkısı ise:
- Artma, bereket ve gelişim.
- Arınma, temizlenme.
- Düzeltme/değişim
- Yücelik, erdem ve fazilet
- Bir şeyin iyi/hayr olan yönünün tesisi.
Anlaşıldığı kadarıyla bireysel ve toplumsal değişim, mevcut olumsuzlukları idrak edip, zıt yönde davranış tarzları ve pratikleri üretmekle mümkündür. Buradan hareketle günah nedeniyle oluşan suçluluk; sorumluluk, farkındalık, önemseme, üstlenme, telafi ve kontrol gibi bir dizi yapıcı süreçleri var edebiliyor ise dinin tövbe olarak ifade ettiği arınma aşamaları bireyin hayatında kendisini göstermiş demektir. Bu aşamada durumu kabullenmek, vicdânî muhasebeyi sürdürmek, tasarrufların denetimini canlı tutmak, zarar verilen kişilerden özür dilemek, benzeri davranışlardan kaçınma kararlılığında olmak doğru bir yaklaşım şeklidir. Kısacası samimi tövbede kişi, kendisini, sahip olduklarını ve sebep olduklarını sürekli denetim altında tutmalıdır. Nitekim Mu’tezilî bilgin Kâdî Abdülcebbar kamuya sirayet eden geçişli günahlarda takip edilmesi gereken yasal ve ahlakî prosedürü şu şekilde tasnif eder:
- Diğerinin hakkı aynıyla teslim edilmelidir.
- Mal ile ilgili tazmin gerçekleşmelidir.
- Kararlılık ve samimi arınma oluşmalıdır.
- Helalleşme ve özür beyanı sağlanmalıdır.
Bir devlette kamusal yetki sahiplerinden beklenen görev ve sorumluluklar ise üç başlık altında özetlenebilir:
- Yasaları ve kamu politikası kararlarını doğru ve sadakatle uygulamak
- Yolsuzluk ve yozlaşmayı önlemek
- Kamu menfaatini muhafaza etmek.
Yasalara uyma, zararı engelleme ve kamu menfaatini gözetme tövbenin hedeflediği ilkesel davranışlardır. Örneğin yolsuzluk olgusunun yaygınlığı, kamu yöneticilerinin sahip oldukları yetki ve kaynakları, başkalarının taleplerini ya da şahsî çıkarlarını önceleyecek şekilde tahsis etmeleriyle ilişkili bir durumdur. Devlet malını gasp eden biri, binlerce kez tövbe etse dahi elinde bulundurduğu malı hak sahiplerine iade etmedikçe tövbesi geçerli olmaz. Öyle ki Mu’tezile Okulu, bu hususta esaslı kaideler belirler. Onlar açısından insan hukukunu savunmak en öncelikli ödevdir. Çünkü Allah, kendi hakkını savunmak isterse hiç kuşkusuz buna kâdirdir. Bir başkasının yetki gaspına ihtiyacı da yoktur. Samimi tövbe de ancak hak sahiplerinin haklarının gözetilmesiyle gerçekleşir. Dolayısıyla kamusal mal, “yasa dışılığın kaldırılması veya eski haline getirilmesi” gerekenleri ihtiva ediyor ise bu takdirde tövbe geçerli olur. Bu yönde yapıcı/onarıcı kararlar alınamıyorsa yasaların çiğnenmesi, insan hak ve onurunun ihlali, yasaların işlevsel kılınmaması ve Allah’ın adl ilkesine aykırı durumların varlığı her daim olasıdır. Bu doğrultuda Spinoza, kamu gücünü elinde bulunduranların, kamu malını çarçur ederken konulan yasaları açık açık aşağıladıklarına işaret eder. Ona göre böyle birinin yasaların yüceliğini koruması artık imkânsızdır.
Sonuç olarak zulüm ve haksızca kazanç elde etme riski taşıyan yetkilerle donatılmış bireyler, kararlarını ve mal varlıklarının yasal statüsünü takip etmelidir. Tövbenin geçerli sayılması için zararın tazmini veya hak kaybının eski haline (adl) getirilmesi yasal, dinî, ahlâkî yönleriyle zorunlu ödevdir. Tövbe etme, yetkili birinin bir iş ya da faaliyette hatalı, başarısız olduğunun ve bunun sonucunda ne yapması gerektiğinin idraki içerisinde olmasıdır. Negatif sonuçları tersine çevirmek için nedenlere gitmek ve onarıcı bütün programı yeniden tasarlamaktır. Zira bilinçli ve düzenleyici olmayan fiillerle sonuçları tersine çevirmek mümkün değildir. Tövbe bir farkındalık ve yapısal değişim için de ilahî bir lütuftur. Burada temel kaide, kamuya geçişi olan suçlar ertelenemez ve göz ardı edilemez. Ya da ahirette yüksek bir af beklentisiyle kanıksanmaya bırakılamaz. Kaldı ki insan hakları ihlallerinde telafi ve tazminin yeri, dünyadan başka bir yer değildir. Hukukî boyutuyla yasalar, dinî yönüyle tövbe, ertelemeyi değil, önlemeyi ve ıslah etmeyi içerir. Allah kendi hukukuna taalluk eden hakları her zaman affedebilir. Örneğin namaz kılmayan biri insan haklarından ziyade Allah’ın hukukunu ilgilendiren bir sorunla karşı karşıyadır. Fakat insan haklarını ihlal eden günahkâr biri, toplumsal barışa ve işbirliğine zarar vermiş, değerler sistemini alt üst etmiştir. Bunun yeniden imarı ahirette değil, ancak dünyada mümkündür. Mu’tezilî nazarında kendisini ıslah etmeden ölen bir günahkârı sonsuza kadar iyiye dönüştürecek bir müdahale söz konusu değildir. Dolayısıyla sahip olduğu yetkiyle kamunun hukukunu ihlal eden kötü bir şahsın, gerekli tahliye ve tövbe sürecini gerçekleştirmeden sonsuzluk içerisinde iyi birine dönüşmesi mümkün görülmez. Yani alternatif vehimler veya vicdanı rahatlatacak onaylar günahkârın aldatıcı hissinden başka bir şey değildir. Ne var ki hakikatler bir gün kendilerini mutlaka anlatacaktır.
Detaylı Bilgi İçin Kaynakça
Atif Khalil. “Atonement, Returning, and Repentance in Islam”. Religions 14/168 (2023): 1-9. https://doi.org/10.3390/rel140 20168.
Atif Khalil. Early Sufi Appoaches to Tawba: From the Qur’an to Abu Talib al‐Makki. (Unpublished Doctorate Dissertation). Canada: University of Toronto, 2009.
Baruch Spinoza. Siyaset İncelemesi. Ankara: Dost Kitabevi, 2009.
Bilal Eryılmaz – Hale Biricikoğlu. “Kamu Yönetiminde Hesap Verebilirlik ve Etik”. İş Ahlakı Dergisi 4/7, (2011): 19-45;Humeydî, Tezkiyetü’n-nefs fi’l-İslâm ve fi’l-felsefâti’l-uhrâ, 28
Ebû’l-Abbas Ahmed b. Abdilhalim b. Teymiyye. fi-Tezkiyeti’n-nefs. Thk. Fevaz Muhammed el-İvazî, Kuveyt: Mektebetü’n Nehci’l-Vâzıh, 2018.
Hussein Rassool. “Sins Tawbah and The Process of Change”. International Journal of Islamic Psychology 4/1 (2021): 26-33.
Hüseyin Maraz. Mu’tezile’de Erdemli Arınma. Ankara: Fecr Yayınları, 2023.
Kâdî Abdülcebbar, Ebû’l Hasen Ahmed b. Abdilcabbar el-Esedabâdî. el-Muğnî fî-Ebvâbi’t-Tevhîd ve’l-Adl. thk. Muhammed Hıdr Nabha, Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2012.
Khaled Abou el-Fadl. “Islam and the Challenge of Democratic Commitment”. Fordham International Law Journal 27/1 (2003): 52, 56.
Maurice A. Pomerantz. “Mutazil Theory in Practice: The Repentance (tawba) of Government Officials in the 4th/10th century”. A Common Rationality: Mutazilism in Islam and Judaism, Ed. Camilla Adang -Sabine Schmidtke-David Sklare, (Würzburg: Ergon-Verlag GmbH, 2016.
Râğıb el-İsfehânî. ez-Zerîa ilâ mekârimi’ş-şerîa (İslâm’ın Ahlak İlkeleri). Çev. Abdi Keskinsoy, Trabzon: Beşikçi Yayınları, 2003.