İnsanoğlu, kâlû belâ (bezm-i elest)’da o ağır yükü kabul ederek, ruhlar âleminden insan elbisesi ve içinde taklidi mümkün olmayan mucizevi cihazlarla donatılarak yokluktan varlığa gönderildi. Akıl eline ve kalp (gönül) sandukçasına bir program ve katalog verildi. Gönül yuvasını canlı tutan ve akıl nimetini tüm insanlığın hayrına sevk eden, bu yaratılış programına uygun bir hayat tarzıdır.
Ebede müştak ve ebed için yaratılan insan, elbette bu fani dünya misafirhanesinde kendisine ahiret ticareti için verilen sermayesini (hiçbirine değer biçilemeyen akıl, ruh, kalp, göz, kulak gibi maddi cihazlar ve onların donanımı olan tatmak, sevmek, ağlamak, koklamak, hissetmek gibi sayısız manevi cihazlar) bu programa uygun harcamalı ve ticaretini yapmalıdır.
İnsanlığını yitiren veya vazifesini ihmal / terk edenler çoğunluk haline gelince, ikazat-ı ilahiye nevinden ilahi tokatlar geliyor. İhmalin veya terkedilen vazifenin büyüklüğü nispetinde afadlar ile insanlık yeniden dizayn ediliyor (Nuh kavmi, Ad ve Semud kavimlerine gelenler belalar gibi). Ancak Rabbimin buyurduğu gibi, “Gökleri ve yeri yaratan, gökten su indirip onunla size rızık olarak türlü türlü ürünler çıkaran Allah’tır; izni ile denizde yüzüp gitmeleri için gemileri emrinize veren, nehirleri sizin için faydalı olacak şekilde yaratan O’dur. Düzenli seyreden güneşi ve ayı sizin için yararlı kılan, gece ile gündüzü faydalanacağınız biçimde yaratan O’dur. O size istediğiniz her şeyi verdi. Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız başa çıkamazsınız. Şu bir gerçek ki, insanoğlu çok zalim, çok nankördür! (İbrahim suresi:32-33)”
İşte bu nankörlük ve meyveleri olan merhametsizlik, hodgamlık (bencillik), sevgisizlik, menfaatperestlik, inadına tarafgirlik, hased, ölümü ve kabre yalnız gireceğini unutmak / unutturmak gibi şeytani hasletler, gönüllerimizi kurutup, aklımızı insanlık / insaniyet için körleştirdiğinde vay halimize!
Gözle göremediğimiz ve hükmetmekte aciz kaldığımız o mikroskobik canlılar bizleri perişan ettiği gibi; bilakis günümüz çağında öyle zulümler var ki, milyonlarca mazlumu musibet davetçisi yapmış. Sahillere vuran insan bedenleri, kan ve gözyaşı üzerine kurulan düzenler, partiperestlik yüzünden bir araya gelen şeytanlar ve daha niceleri… Mazlumları (mazlumun dili, dini olmadığı gibi, zalimin de kim olduğunun önemi yok!) koruyanların yanında değil de tarafgir olduğumuz zalimin yanında duranların yanında durmak veya sessiz kalmak zulmü katmerleştiriyor sonuçta, ikaz adına gönderilen bela ve musibetler de katmerleşiyor.
Koronayı bile aratacak öyle şeyler var ki… Sanki her uyuduğumuzda uyanmak elimizde gibi, güneş doğmak, tavuk yumurta, inek süt vermek, yağmur yağmak zorunda gibi. Aldığımız her nefes en kıymetli meta iken bedava gözükmesi gibi; sıradanlaşan nimetler. Rabbim bizden bu nimetlerin devamı için anlık ve günlük şükür istiyor. Ola ki asi olanlar unutur diye her nefesine “hu” dedirterek, nefes nimetinin ve hayatın devamını sağlıyor, hem de bedava. Oysa şuurlu teşekkür, insaniyetin ve nimetin devamı için elzemdir!
Bakın hele yağmur gelmiyor, getiremiyoruz. Gönül kuraklığımız onu durduruyor! Onu (Rahmeti) davet edecek, ona layık olan(liyakat kesbeden) gönüller azaldığından, bu musibete davetiye çıkardık. “..yağmursuzluk bir musibettir ve ceza-yı amel bir azaptır. Buna karşın, ağlamakla ve hüzün ve kederle, niyaz ve hazinane yalvarmakla ve pek ciddi nedamet ve tevbe ve istiğfar ile karşılamak ve sünnet-i seniye dairesinde, bidalar karışmadan, şeriatin (Kur’anın) tayin ettiği tarzda dergah-ı İlahiyeye iltica etmek ve dua ve o hale mahsus ubudiyetle (ibadetle) mukabele etmektir. Hem böyle umumi musibetler, ekser nasın (insanlığın) hatasından geldiği cihetle, o insanların ekseri (kısm-ı azamı) tevbe ve nedamet ve istiğfar etmekle def olur (EL.33)…”.
Dua ve duaya yakışır haller içinde olmak ve bunu da ekser insanlık olarak yapacak hale gelmezsek vay halimize; daha bu kuraklık ve musibetler devam edecektir. “Mûsâ tayin ettiğimiz vakit ve yerde bulunmak üzere kavminden yetmiş adam seçti. Onları o müthiş deprem yakalayınca Mûsâ dedi ki: “Ey rabbim! Dileseydin onları ve beni daha önce helâk ederdin. İçimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden bizi helâk edecek misin? Bu iş, senin imtihanından başka bir şey değildir; onunla dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletirsin. Sen bizim velîmizsin. Artık bizi bağışla ve bize acı! Sen bağışlayanların en iyisisin (Araf:155).”