Bu köşede en son yazdığım “Grev mi? Sakın ha!” başlıklı yazı bir hayli ses getirdi. “Ses getirdi.” derken kendime bir değer atfetmek niyetinde değilim. Sadece, bazılarının hassas noktalarına fena dokundu, onlar da feryat ettiler demek istiyorum.
Yazının altındaki yorumları okuyan bazı dostlar; “Bu kadar saldırı ve hakarete nasıl tahammül ediyorsun?” diye soruyorlar. Çok da kolay olmuyor ama ne yaparsınız, “Gülü seven, dikenine katlanır.” ‘İçi boş yazılar’ yazmayı göze alamayan, bu eleştirileri işitmeyi göze alacak. Bugün yazacaklarım bir cevaptan çok, sağduyulu bazı yorumcuların beklentilerine ve sorularına cevap niteliğinde olacak.
Ama daha öncesinde şunu tekrar belirtmek isterim. İktidar partisi ile hiçbir resmi veya gayriresmi bağım bulunmamaktadır. Siyasetle ilgim seçimlerde oy kullanma düzeyindedir. Mevcut Sağlık Bakanı veya müsteşarlarını hiç tanımam. Kendileri ile tek karşılaşmam 30 tabip odası başkanı ile birlikte yenilen bir yemekte olmuştur ve bu toplantıda ‘zat-ı âlilerine’ ve ekibine oldukça ağır eleştirilerde bulunmuştum. Bakanlığın bazı politikalarına ilişkin görüşlerim Ana Muhalefet Partisi sözcüsü tarafından ismim ve Medimagazin dergisi zikredilerek TBMM genel kurulunda 15 dakika süreyle okunacak kadar açık ve aykırıdır. Yani bazı ‘kör ideologların’ iddia ve/veya tahmin ettiği gibi ne milletvekilliği ne de Sağlık Bakanlığı gibi bir ideal veya beklentim bulunmamaktadır, en azından önümüzdeki 5 yıl için.
Bana yöneltilen bazı soru ve eleştirilerden en önemli ve anlamlı bulduğum şuydu: “Gidişattan memnun musun? Grev yapmayalım diyorsun, o zaman ne öneriyorsun?”
El-cevap: Gidişattan memnun değilim. Hekimlik, ülkemizde tarihinin en kötü günlerini yaşıyor. Hekimin hem mesleğine hem meslektaşına hem de halka karşı sevgisi, güveni ve saygısı en alt düzeyde. Hekimlik sadece para için yapılan, mesleki mücadelesi akçeli zeminlerde yürütülen ve toplumda saygınlığı giderek azalan bir hal aldı. Bazı meslektaşlarımızın kazancı oldukça düştü. Artık hastanelerde ve polikliniklerde ‘hâkim/efendi’ olan hekimler değil, hastalar ve hasta yakınları. Sağlık çalışanına yönelik her türlü şiddet arttı. Meslek içindeki ‘tükenmişlik sendromu’ günden güne artıyor. Hekimler büyük bir ‘dava edilme baskısı’ ve ‘idareci hegemonyası’ altında eziliyor.
Bu kötü durum son 6-8 yılda ortaya çıkmış ve/veya daha belirgin hale gelmişse bunun sorumlusunu ararken gözler doğal olarak yürütme organına çevrilmekte. Benim de sadece bu köşede değil, daha pek çok ortamda son 4 yıldır dile getirdiğim gibi mevcut durumun sorumlusu ve çözüm mercii Sağlık Bakanlığı ve Hükümet’tir. Ancak bazıları ile ayrıldığımız nokta, Sağlık Bakanlığı ve Hükümet’in ‘hal-i hazırın’ tek sorumlusu olup olmadığı ve bu sorunların nasıl dile getirilip çözüm yoluna gidileceği.
Benim kanaatim, mevcut durumun ‘tek’ sorumlusunun Hükümet ve Sağlık Bakanlığı olmadığı. Bunda, biz hekimlerin ve onun yıllardır ‘başından atamadığı’ mevcut TTB zihniyetinin büyük rolü bulunmaktadır. ‘Zihniyet’ derken şunu ifade etmek istiyorum; hekimlik var olduğu günden bu yana toplumlardaki en asil, en aristokrat ve en seçkin meslek grubu olagelmiştir. Ancak sözünü ettiğim ekip, bu meslek örgütünü 30 yıldır marjinal bir işçi sendikası gibi yönetmektedir ve bu durum yalnızca kendilerini ‘sözleri dikkate alınmayan’ bir sivil toplum kuruluşu yapmakla kalmamış, aynı zamanda hekimlik mesleğinin toplum ve yöneticiler nazarındaki itibarını da yerle bir etmiştir.
Bu yüzden “Hekim Grev Yapmaz!” diyorum. Hâkim de, üniversite hocası da grev yapmaz. Hele petrol, metal, nakliye ve deri işçileri ile kol kola girip hiç yapmaz (3 Nisan 2011 “Güvencesiz Çalışmaya Son!” Mitingi/http://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/3nisan-2546.html). Bu meslek gruplarını küçümsediğimden değil, her iki meslek kümesi (hakim-hekim-üniversite hocası ve petrol-metal-nakliye-deri işçileri) arasındaki toplum algılamasından bahsediyorum. Eğer siz kendi değerinizi ve toplumsal statünüzü böylesine örselerseniz toplum da size öyle davranmaya başlar ki, o zaman söyleyecek sözünüz kalmaz.
En son TTB Başkanlar toplantısında “Hekim Grev Yapmaz!” dediğimde bana Yunanistan, İsrail ve başka yerlerdeki ‘zıpçıktı hekim örgütlerinin’ yaptığı grevleri örnek verdiler. Unutulmamalıdır ki, burası ne Yunanistan ne de İsrail. Oradaki halkın ‘hekim’ algısı ile ülkemizdeki halkın ‘hekim’ algısı bir değil.
Evet, “Bi’şeyler yapmalı!” ve yapılacak çok şey var. Ancak bunu yapacak ekip bu ekip değil ve bunun yolu Grev olmamalı. Bu yoldan gidilecek olursa bundan hekimlik mesleği ve birey olarak hekimler zarar görecektir. Bu uyarıyı, tarihe not düşmek ve mesleki ve ahlaki sorumluluğumu yerine getirmek adına yapıyorum. Amacım ne ‘grev kırıcılık’ veya ‘hükümet yandaşlığı’ ne de ‘farklı bir çıkış yapma’ çabası.
Bu yazı, TTB’nin “G(ö)rev Günü” olarak ilan ettiği 19-20 Nisan tarihinden bir gün önce yayımlanacak. Dolayısıyla 3 gün sonra “Takke düşecek kel görünecek.” Kim haklı, kim haksız belli olacak. Ben burada olacağım. Adını yazma cesareti gösteremeden, rumuzların ve baş harflerin arkasına sığınarak bana tehdit ve hakaret gönderen ‘sevgili okurlarım’ bakalım nerede olacaklar…