Güneş mi doğmadı? Şark mı değişti? Garp mı? Nasları okuma biçimi dün olduğu gibi bugün de oldukça bulanık… Karanlıkta dolaşan insanlar gibiyiz. Gökyüzünde bulutlar mı var, sis mi kaplamış her yanımızı, güneşi göremiyoruz… Yoksa gözlerimiz mi görmüyor? Kulaklarımız mı işitmiyor? Kalplerimiz mi çalındı? Fıtratımız mı bozuldu? İslam dünyası bugün kıvranıp duruyor. Mürekkep cehalet…
Naslar, tarih boyunca akan bir nehir gibidir. Fırat ve Dicle nehri gibi aktıkça akar. Bütün beldelerden ve köylerden geçer. Herkes bu sudan istifade eder. İçtikçe içer. İnsanlığa gönderilen bir nehir… Kur’an ve Sünnet. Bu din suyu, her çağın derdine derman, her bireyin aşkına fermandır.
Yoksa nasları miyop bir gözle mi okuyoruz? Acaba hep dar açı problemlerine mi alıştık? Dik açıyla kendimizi temize mi alıyoruz? Bilir kişi raporu gibi desene… Desene matematikçiyiz. Oysa dünya; geometri ve istatistiki matematik dünyası olmuş gibi. Öyle ki geometrik bir düzlemde yaşıyoruz. Sosyal olaylarda iki kere iki dört mü ediyor, bilemiyorum. Yoksa on eder desek faizden mi sakınıyoruz? Bir üçgenin iç açılarının toplamı 180 derecedir. İster dar ister dik ister geniş açı olsa da üçgenin dışına çıkamadığımız sürece işlem hacmimiz 180 demektir. Ama unutma ki bir üçgenin dış açılarının toplamı 360’dır. Yine unutma ki dünya, iç ve dış açıların toplamı kadar geniş ve bu kadar da genişlemiş ve farklılaşmıştır. Tarım, sanayi ve bilgi toplumu… Dijital dünya insan kalabilmek oldukça zor olacağa benziyor. Desene uzaya yolculuk başlasın artık.
Nasların yürürlüğü dün olduğu gibi bugün de adeta tefrika sebebi olmuş gibi. Öyle ki mahiyetleri bir olsa da dillerin yapısı, kavramların kalıbı gibi farkındalık ortada. Yoksa aynı şeyleri farklı dillerle kavramlarla mı ifade ettik? Acaba kavramlara farklı elbiseler mi giydirdik? Bugün kardeş kardeşi tanıyamaz oldu. Keza kardeş, kardeşi kavram kargaşasıyla dövüyor. Bünyamin, Yusuf’u tanıyamamış galiba… Kimin kimi dövdüğü belli de değil. İmkan desen Müslüman, olasılık desen kafir mi oluyor insan? Miyop gözlük mü kullanıyoruz, yoksa hipermetrop mu? Gözleriniz miyop mu, yoksa hipermetrop mu?
Tarihten günümüze mutlak doğrunun tarafları her daim ola gelmiştir. Ebu Cehiller, Ebu Süfyanlar, Ebu Lehepler… Vay mutlak doğrunun sahibi… Desene Tanrı yeryüzüne inmiş. Müşrikler Allah’a inanırlar, kendilerinin mutlak doğru olduğunu sanırlardı. Babalarımızı, atalarımızı bu yolda bulduk derlerdi. Bu yönüyle Peygamberi de dinlemediler. Kendilerinin mutlak doğru olduklarını iddia ettiler ve şirk koştular. Günümüzde insanlar da çağdaş putlar edindiler, çok da sofi göründüler. Oysa biz Müslümanlar, isabet edersek Allah’tan, hata edersek kendimizden bilirdik. Musavvibe, muhattıa… Ama bugün mutlak doğrunun temsilcileri türemiş gibi. Hmmm… Hariciler, Mutezileler… Hristiyan dünyasının Katolik, Ortodoks ve Protestan ahlakı… Müminlere bu taun hastalığı mı sıçradı? Taundan nice beldeler göç etti. İnsanlık öldü. Rabbim tekrar diriltti. Yoksa Matematik değil, geometrik bir felsefeye mi ihtiyacımız var? Yoksa felsefemiz mi yok? Yollar 7 metre olsun bakalım… Neden mi? Peygamber öyle buyurdu. Desene şekilde ve zamanda donduk. Buz dokuz olduk. Aşık mı olamadık? Felsefe âşık olmak derlerdi. Sevgiyle yoğrulmak, ağıtlar dökmek, türküler yakarak sevgisini izhar etmekti. Vay felsefe mi yapamadık?
Müslümanlar, Kur’an’ın hükümlerinin katî ve zannî olduğuna bakmaksızın vahyolunduğu dönemden kıyamete kadar geçerli ve evrensel olduğuna inanırlar. Keza Müslümanlar, Kur’an intizamının gerçekleşmesinin temel rüknü bu nasların anlaşılmasında yattığına da inanırlar. Bütün problem, bu nasların doğru anlaşılması, doğru yorumlanması ve doğru uygulanmasıdır. Sosyal hukuk alanındaki nasların; doğru anlaşılması, yorumlanması ve uygulanması hiç kuşkusuz ayrı bir metodoloji ve üslubu gerektirir. İlk dönemlerde naslardan yapılan kıyaslar üzerinde ciddi bir tartışma başlamıştı. Kıyası oldukça geniş tutarsan problemleri çözersin denmişti. Kıyas kavramı yerine istihsan kavramı kullanılınca kıyamet kopmuştu. Dine akil girmiş sapık olmuştu. Üstüne üslük bir de daha geniş bir form istislah kavramı çıkınca artık dünyanın sonu gelmişti. Kavramlar dövüşü o günlerde başlamıştı. Daha sonra sosyal hukuk alanında yürürlük sağlamak için kitaplarımızı nesihle doldurup bindikleri dalı kestikleri halde nesih kavramını bir süre sonra kendi evlatları gibi sevdiler. Zaman sonra bu kavrama da alıştılar. “İllet değişince hükümler değişir” ilkesini esas alarak; İslam hukukuna yürürlük sağlamak için kolları sıvadılar. Bu taktirde lafız ve mana çatışması doğdu. Mekasıtçılık bir kurtuluş simidi oldu ona sarıldılar. Endülüs kendi işiyle, kendi canıyla uğraşırken, cami avlusuna bırakılan bir çocuk misali Şatıbiyi de sevdiler. O da zaman sonra bize çok sevimli gelmişti. Daha sonra tarihsellik ve evrensellik yöntemiyle İslam hukukuna yürürlük sağlamak isteyenler çok oldu; fakat buna cesaret edemediler.
Mustafa Öztürk hocamız da ben de tarihselliği cami önünde bir çocuk gibi buldum, baktım. “Kimse ona sahip çıkmıyor, bari ben sahip çıkayım dedim” diyor. Tarihte pek çok bilgin örf ve adetle İslam hukukuna yürürlük sağlamak istemişler. Öylesine ki Kuran’daki hükümlerin ekserisinin örf ve adet üzerine bina kılındığını, örf ve adetin değişmesiyle bu hukuki hükümlerin değişebileceğini söylerler. Gördük ki hemen her bilgin farklı kavramlarla, İslam hukukuna yürürlük sağlamaya çalışmışlar. Bütün problem demek ki bu yürürlük meselesinde olduğu anlaşılmaktadır. Ancak kedi fareyi yakalıyorsa renginin önemi var mıdır, bilmem. Karanlıkta her biri diğerine sille sallıyor gibi. Karanlıkta kavram dövüşü halen sürmektedir. Kavramlar değişse de aynı gaye için farklı kavramlarla farklı yumruklar atmışlar. Bugün Kur’an’ın hiçbir ahkamının fiili uygulamasından pratikte söz etmeyen; icraya gayret göstermeyen Müslümanlar, bu yürürlük yöntemleri alanda birbirlerine daha fazla yaralamaya yönelmişler. Kur’an’ın özel ve genel hükümlerinin bilinmesi ayrı bir derinlik ve donanım ister. Öyle ki Buhari, sahihinde yolların yedi zira yapın hadisini zikreder ki Hz. Ömer’in yolları on zira yapınca bazıları ehlisünnet yolunu terk ettiğini, bidata saptığını o gün söylerler. Desene ibadet ve sosyal hukuk alanı ayrımı toplumların problemi olmuş. Keza özel ve genel hukuk ayrımı farkındalığı fark edilememiş. Klasik taklit anlayışı… Sloganlarımız hep bir ağızdan “Yaşasın padişahım!”… Desene gelin hep birlikte aynı sloganı atalım. Geçmişimiz onurumuzdur, biz geleceğimize bakalım. Mazi beşerin çocukluk dönemidir. Hep çocuk mu kalalım. O halde başlasın kavram düğüşü… Ben ehlisünnetim sen bidatci, ben evrenselim sen tarihsel, ben makasidciyim sen lafizci, ben Müslümanım sen sapık… Kıyamet alametleri desene bunlar. Yetmedi Biat, ehlisünnet, ehlü’l hal ve’l akd, demokrasi. Ama biz yine de “Yaşasın Cumhuriyet!” diyelim. Bizim oğlan bina okur, döner döner bir daha okur. Değişime direnenler, değişimi reddedenler… Sordum sarı çiçeğe… Dinleyelim bakalım… Plağı başa çevirelim.
Saygılarımla.