İnsanlarla ilişkileri düzenleyen modern kitaplar içerisinde Thomas Hobbes’un Leviathan adlı kitabının kendine özgü bir konumu vardır. Çünkü Hobbes bu kitabını yayınladığı 1651 yılından önce İngiltere’de 1646 yılında meydana gelmiş olayları dikkatli bir şekilde izleyip değerlendirmiştir. Kişisel gelişim bakımından türü ne olursa olsun diğer toplumsal felsefe eserleri genellikle bir kişinin kendi deneyimlerini genelleştirmesine dayanmaktadırlar. Hatta örneğin Niccolò di Bernardo dei Machiavelli’in The Prince’ı başta olmak üzere Francis Bacon’ın New Atlantis’i, Jean Jacques Rousseau’nun The Social Conract’ı ve başka bazı kitaplar genellikle bir kişinin kendi kişisel gelişiminin ürünü kitaplardır. Hobbes’un kitabı ise başka birçok insanın deneyimlerinin birbirlerine göre nasıl göründüğünün gözlemci katılımcı bir kişi tarafından yorumlanmasına dayanmaktadır. Hobbes’un kitabının muadilleri John Stuart Mill ve John Rawls tarafından kaleme alınmışlardır, ama neredeyse hiçbiri insanın nasıl bir canlı olduğuna Leviathan seviyesinde gerçekçi yaklaşmamaktadır. Hobbes, püritenler (parlamenterlerin taraftarları) ile şövalyeler (Kralın taraftarları) arasındaki sivil savaşı insan kavramının nötr ve koşullardan bağımsız içeriğini anlayabilmek için incelemiştir. İnsan gereksinimleri olan ve söz konusu gereksinimleri nedeniyle serbest doğada kötülüğe daha eğilimli olan bir canlıdır.
21. yüzyılın ilk çeyreğinin bitiminde en merak edilen soru, para sahiplerinin mi yoksa insanların davranışlarını ve yönelimlerini doğru ve sabırla yönetenlerin mi daha güçlü olduklarıdır. Yani iktisat mı daha önceliklidir, yoksa psikoloji mi daha önceliklidir? İktisat İngiltere’nin ve psikoloji bazılarına göre Almanya’nın bazılarına göre de Rusya’nın icat ettiği bir bilimdir. İktisat ve psikoloji arasındaki insani gereksinim ve etkinlik rekabeti iki alanın uzmanlarını ilgilendirmekle beraber her ikisinin içeriğinin birbiriyle ilişkisine dair toplumsal deneyimler felsefeyi yakından ilgilendirmektedir. Hobbes’un kitabı John Locke’un mülkiyet tarifi ve David Hume ve Adam Smith’in sermaye-merkezci yatırım analizlerinden çok önce yayınlanmıştır. Bacon’ın bilim, Hobbes’un insan ve Locke’un mülkiyet tarifi olmasaydı muhtemelen Hume ve Smith’in analizleri de mümkün olamayacaktı. Bunun nedeni üretimi ve üretimin kullanım ve değişim değeri olarak parayı var kılan failin insan olmasıdır. Üretim düşünce ve tasarıma da dayansa, fiziksel kuvvet ve organizasyona da dayansa insan zihninin yaşama dair ilk öğrendikleri ve alıştıkları belirleyicidir. Bunu yeterince öğrendiği ve tarihin Büyük Britanya ile başlamasını dilediği için Locke insan zihninin “boş levha” (tabula rasa) olduğunu kabul etmiştir. Bütün insanlık kendini İngiltere ile birlikte öğrenmeye başlayacaktır. Aydınlanma İngiltere’nin deneyiminden mülhemdir. Boş levha için öncelikli olan deneyimleyerek öğrenmek, ardından öğrendiklerini organize etmek ve nihayet emek vererek ürettiklerini söz konusu öğrenimine göre pazarlamaktır. İngiliz kapitalizmine göre insanlar kendi deneyimlerinden başka bir şeyi pazarlamazlar. Sözgelimi komisyoncular ancak geçici zamanlarda kavşakları pazarlarlar. Bu çerçevede psikoloji ekonomiden önce gelmektedir. Çünkü insanlara gereksinim, korku, acı, sevgi, nefret, güç, alışveriş, hukuk, ahlak, inanç, bilgi, yönelim ve davranışların öğretilmesine göre insanlar şu veya bu şekilde organize olup emek üretebilirler veya üretemezler. İbn Rüşd’ün Tehâfütü’t-Tehâfüt adlı kitabında insanların insan olmayı sonradan ve taklitle öğrendiklerini içeren görüş müthiş bir görüştür. İnsanlar insan olmayı öğrendikten sonra ekonomi, finans ve paranın bir geçerliliği, işlevi ve anlamı olabilir.
Hobbes, Leviathan adlı kitabında, gücün iyi gibi görünen gelecekteki bir şeyin elde edilmesine yönelik araç olduğunu belirtmektedir. Doğal ve araçsal olmak üzere ikiye ayrılan gücün talihle elde edilmişleri birinci gruba, davranışlar ve emekle elde edilmişleri ikinci gruba dâhil olmaktadır. İnsanların deneyimli ve zeki olanları arasında doğal güçler pek hayranlıkla karşılanmamaktadır, çünkü bunlar bir insanda bulunup da endişeye sevk edici mesajlar yayan güçlere işarette bulunmamaktadır. Doğadan edinilmiş güçlerle davranan insanlar tasarlama, planlama ve üretmeyi bilmezler. Araçsal güçler bütünüyle kişilere bağımlı geliştikleri için insanlar arasında rekabet ve fark yaratanlar bunlardır. Bu güçlerin elde edilmesini sağlayan emek, organizasyon, disiplin, sağduyu, temyiz kabiliyeti, sabır ve zamanlama özellikleri bütünüyle alışılmış algılara ve zihinsel eğilimlere bağlı kaldığı için psikoloji ekonomiden daha öncelikli bir güçtür. Devletlerde, kurumlarda, ailelerde ve kişilerde psikolojik gücün içeriği ekonomik gücün içeriğinden daha belirleyici ve önceliklidir. Bu nedenle güven yatırım ve paranın temelidir.
Çin ile ABD arasındaki fark, ilkinde kas ve nispeten ekonomik gücün, ikincisinde psikoloji ve ekonomik gücün bir arada bulunmasından gelmektedir. Dünyada para özellikle belirli çevrelerde toplanmışa benzemektedir. Zihinsel ve psikolojik yönetim gücü hangi tarafta ise insanlığın yönelimi bağlamında daha avantajlı olan bu taraf olacaktır. Ekonomi ile psikoloji arasında kalındığında sıfırdan üretimi başlatabilmek için psikolojik manevra bilgisinin ekonomik sermayeye kıyasla daha güçlü olduğu söylenebilir. Dolayısıyla gücün kaynağı para değil psikolojidir. Eğitim, kültür ve sanat bu nedenle önemlidir. Çünkü her üçü de insanların kendi psikolojik süreçlerini doğru kararlaştırıp verimli ve etkin yönetebilmelerini öğretmektedir. Bununla birlikte neyi niçin öğrendiğini bilmeyen insanlarda eğitim, kültür ve sanat sadece birer gösteri etkinliğine dönüşebilmektedir. Belki bu insanlar için para psikolojiden daha öncelikli bir güç kaynağı olarak görünebilir.
Psikolojinin ekonomiden daha büyük bir güç olduğunu kanıtlayanlar aslında Peygamberlerdir. Çağdaş dini akım ve inançlardan ayrı olarak sadece deneyimlerin tanıklığına başvurularak denilebilir ki, Peygamberlerin etkinlikleri ve kalıcılıkları başka toplumsal örneklerden fazla olmuştur. Bunun nedeni insanların sevk ve idaresinin onlara öğretme etkinliği ile birlikte başlıyor olmasıdır. Claude Lévi-Strauss ve Leo Strauss’un çalışmaları da bunu teyit etmektedir. Pragmatistlerin felsefe ve psikolojiye kazandırdıkları eğitim ve öğretim analizlerinden de –eğitim felsefesi ve eğitim psikolojisi- bu anlaşılabilmektedir. Peygamberler tarihinde deneyimleri ve geride bıraktıkları insanlık için en hayranlık verici ve esin kaynağı niteliğinde olan Hz. Muhammed’e (S) aittir. Lesley Hazzleton’ın The First Muslim: The Story of Mohammad adlı kitabından anlaşılabilen de budur. Hazzleton’ın kitabı dünya ve insanlık tarihinin en güçlü karakteri olarak İslâm Peygamberini anlatmaktadır. Bunun nedeni psikolojinin ekonomiden daha büyük bir güç olmasıdır. Bu vakıayı Ebû Nasr el-Fârâbî’nin Peygamberler ile filozoflar arasındaki karşılaştırmalı incelemede yeterince vurgulayamamış olması günümüzde ilginç görünmektedir. Ona geri dönen bir soykütüğünden konuşan Baruch Spinoza da benzer bir eksikliği devam ettirmiş gibidir.