Herkesin, çeşitli konularda değişik merakları var. Sizlerin olduğu gibi, doğal olarak benim de meraklarım var. Örneğin; yayımlanan kitaplarımı meslektaşlarım değerli buluyorlar mı, diye hep merak ederim. Çaktırmadan, alıp almadıklarını ya da okuyup okumadıklarını sorgularım. Yayınevinden bizzat kendim satın alıp, okuyup yararlansınlar diye asistanlara dağıtırım.
Geçenlerde bir ilaç şirketinin pazarlama müdürü, İstanbul’dan Ankara’ya geldiğinde, fakültede ziyaretime gelmişti. Kendisiyle ilk kez karşılaşıyorum. Konuşmamızda, “Hocam sizi şimdiye kadar hep merak etmiştim. Zira İstanbul’da ziyaret ettiğim ve benden bir isteği olup olmadığını sorduğum pek çok asistan ve uzman, istek olarak çoğunlukla sizin kitaplarınızı almamızı talep ediyordu. Bu yüzden merakımı mazur görün.” dediğinde yüreğimin yağları eridi demesem yalan olur.
Hiçbir zorunluluğu yokken, basımevine şöyle bir uğrayıvermek. Orada, çalışanlarla birlikte çay içmek, dizgici, grafiker arkadaşlarla olan didişmeler… Kitabın boyutu, dizaynı, sayfa numaralandırması gibi pek çok konuda anlaşamama…
Çoğunlukla öğle aralarında yaptığım basımevi ziyaretlerine, müsait olan asistanlarımdan birini de götürerek, onların da bu türden işler konusunda meraklarının uyanmasını sağlamaya çalışırım. Kapak, arka kapak, boş sayfa muhabbetleri… Orada, çalışanların öğle yemeklerine misafir oluşum… Ekip hâlinde yeni çıkan kitapları almaya gidişimiz… Matbaadan yeni gelen kitap kolisinin açılması, ilk elime aldığımda, o dayanılmaz mürekkep kokusu…
Bazen internette ikinci el siteleri ve sahafları tararım. Benimkiler ikinci ele düştüler mi, diye merak ederim. Eh, birkaçını görmüşümdür. Eski kitaplar da eski dostlar gibidir. Onlar da, biz insanlar gibi yaşlanır. Onlar da, zamana meydan okusalar da, yıllar geçtikçe hırpalanır. Kapakları eskir, ciltleri dağılır.
Geçenlerde bir sitede, ilk kitabım olan “Jinekolojik Onkoloji”nin 1994’teki ilk baskısının hem de bir hocamıza hediye ettiğim imzalısını gördüm (bk. www.nadirkitap ). Normali dört lira, imzalısı on dokuz lira. Bilmem ağlasam mı, yoksa gülsem mi?
Kitapların, evde elden geçirildiği özel durumlar vardır. Bir evde boya ve tadilat işleri yapılırken, evdeki kitaplar da etkilenir. Onlar da, yapılan işlerden nasibini alır. Bazısı gözün görmeyeceği ücra köşelere atılır, bazısı kutulara doldurulur, balkona, çatıya ya da bodruma kapatılır. Bir kısmı eşe dosta verilir, bazısı da şu veya bu şekilde yok edilir.
Kitabımın nasıl olup da sahaflara düştüğünü düşünüyorum. Büyük olasılıkla, ev taşırken ya da badana, boya işlerinden sonra evi yeniden düzenlerken çöpe atmışlardır. Hani yollarda kâğıt, karton, gazete toplayan çocuklar var ya, işte onlar da bulup, sahaflara ulaştırmışlardır.
Epeyce oluyor, bir gazetede bu çocuklardan biriyle yapılan ilginç bir röportaj yayımlanmıştı. “Şu mahallelerin çöpü çoğunlukla sulu çıkar, şuralardan dergi, gazete, kitap çıkar.”diye bir bir anlatıyordu. Çöpte bulduğu yarısı çürümüş elmanın nasıl yenileceğini, topladığı kitapları merak edip boş zamanlarında okuduğunu, küçük deposunda istiflenmiş gazete ve kartonların arasında nasıl kütüphane oluşturduğunu, hangilerini sahaflara sattığını bir bir anlatıyordu.
İşte onlar, toplumumuzun göze batmayan, üstleri başları pejmürde, elleri kirli, gönülleri zengin çöp toplayanları. Kimileri, sokakta karşılaşınca onları küçümser, kimileri arabasına sürtmesinler diye endişe eder. Onlarsa, sadece kendi işlerini yaparlar. Kimseden dilenmezler, tiner, bali kullanmazlar.
Lütfen, okuyup da, atmaya karar verdiğiniz gazeteleri, kitap ve dergileri onlara verin. Sobada, şöminede yakıp da heba etmeyin. Bir kitabı yaktığınızda, yaydığı sıcaklık belki birkaç dakikada yok olup gider. Ancak, başkalarına verdiğinizde, başka ellerdeki ışıltısı belki yıllarca sürer.
Hiç merak etmeyin. Onlar, gazete, kitap, karton toplayıcıları. Topladıkları dergi ve kitapları mutlaka bir yerlere ulaştırırlar.