İşte tam da o gün, Ankara’da 52 yaşında bir kadın hastalıkları ve doğum uzmanı kalp krizi sonucunda vefat etti. Aynı hastanede çalışan bir hekim arkadaşının ifadelerini paylaşıyorum….
Hasta olarak başvuranların insanlık düzeyini ortaya koyuyor. Çok acı çok…
“Bugün, Zekai Tahir Burak EAH Çayyolu Semt Polikliniği-Gebe Polikliniğinde çalışan Dr. Sami Erbay işe gelmedi. Telefonundan arandığında açan kişi MI geçirdiğini ve hastanede olduğunu belirtti. Organize olup, yanına gidecek birkaç kişi ayarlanırken, az sonra tekrar arandığında maalesef vefat ettiğini öğrendik. Hepimiz daha 52 yaşında olan meslektaşımıza çok üzüldük. Her hastasına vakit ayırır, USG’de bebeği gösterir ve anlatırdı.
Kendisine MHRS’den randevu almış olan ve sürekli takip ettiği hastalardan sadece üç dört kişi ağladı ve çok üzüldü. Geri kalanlar işleri hallolmadığı için bozuldu. Bir kişi bağırdı. Kendisine ‘Durumdan hiç üzüntü duymadınız mı?’, deyince, ‘Ama bizim de muayenemiz vardı.’ dedi. Hepimizin randevuları dolu olduğu için 2. basamak USG’ye geleceği güne, cumaya tekrar randevu verildi. ‘O gün muayene olamazsam sorarım size.’ dedi.
Gün boyu doktorlar ve hemşireler hastalarımıza ağlayarak baktık. Hepimiz; probun ucunda teknisyen, spekülumdaki el, reçete yazan kalemden başka birşey olmadığımızı bir kez daha acıyla anladık.
Neden biri şifa bulmaya gelen, öbürü şifa vermek için hayatını harcayan insanlar birbirine düşman olsun?
Ama, halkla tüm sağlık çalışanlarının birleşerek bu büyük soruna çözüm bulması şart.
Ayrı ayrı hiç bir zaman olmadı, olmayacak. Maganda demek, sorunları çözümsüz bir yere bağlamak olur ve öyle oluyor.
Gelin, hep birlikte sorunlarımızı ortaya döküp, hep birlikte çözüm üretelim.
Yoksa hepimiz ölümle burun buruna kalacağız üfürükçülerin elinde.”
Meslektaşımız Dr. Halil Pak’tan alıntıdır…
“Kıymetli Hocam,
Hasta arrest; resüsitasyona almış, entübe etmiş CPR yapıyoruz. Sırtımdan oluk gibi ter akıyor. Dışarıda bir hasta (Durumla ilgili kendisine bilgi verilmiş olmasına rağmen) ortalığı birbirine katıyor. ‘Bir hemşire yok mu yav? Bir “ENJEKTÖRÜM(!) var (Dodex Amp.) yok mu yapacak biri?’
Anı hayal edin.. Ekip duman çıkartıyor acilde, vatandaş enjeksiyon derdinde. Olaydan haberdar olmasına rağmen her türlü hakaret. Yok, daha bitmedi… Yapılan tüm müdahaleye rağmen dönmeyen hastanın yakınları çıkıyor bu kez sahneye; kapı, cam, çerçeve iniyor. Küfürler, hakaretler, darplar…
Allahaşkına bizim mesleğimizin adı ne? Suçu ne?
Son yaşadıklarımız, yıllar önce Denizli Devlet Hastanesinde görev yaparken yaşadıklarımı anımsattı. Hastane doğum servisi, sadece şehrin değil, tüm vilayetin tek doğum kliniği. Günde 25-30 kadar doğum oluyor. Merhum arkadaşım Dr. Dilek Tola ile birlikte haftalık nöbetleşe olarak hizmet veriyoruz. Hemen her gece acil ameliyattayız. Yine böyle zorlu bir nöbet ertesi, görevli personel elime bir sarı zarf tutuşturdu. Açıp baktığımda, o sabah imzamı atmamış olmam nedeniyle savunmam isteniyordu. Kalktım, başhekime gittim. O gece sabaha karşı beşe kadar ameliyatta olduğumdan bahsedecek oldum. Başhekim ‘Ne yapalım, sen de kadın-doğumcu olmasaydın. Bak, ben nöroloğum. Yılda bir, bilemedin ikiden fazla hastaneye gelmişliğim yoktur.’ demesin mi. Kâğıdı oracıkta yırtarak, bundan sonra hiç imza atmayacağımı söyleyip hışımla dışarı çıktım. İki ay sonra da ‘Artık bu koşullarda çalışmam!’ diyerek istifamı verdim.
Bazı meslektaşlarımızın bile bizi anlamakta zorlandıkları ülkemizde, halkın böyle davranmasına şaşmamalı.
Herkesin derdi, sadece kendi menfaati; gerisi mi, işte o da başka bir hikâye…”