Tüm kültürler için dinin değeri dışlanamaz.
İnsanın/insanların kutsal saydığı Allah/Yaratıcı değer, gerçek boyutlarıyla algılandığında, ‘vahyi haber’ olarak tanımlanan yaratıcıdan insana/insanlara ulaşan bilgilerin, yaşam tarzına dönüştürülmesiyle yapılanan sosyolojik süreçler, İslâm dini olarak algılanmalıdır. Kültürel temelli var sayılan ‘dinlerin’ doğaldır ki bir tanrısı vardır ve de olmalıdır. Tapınma yaklaşımı olmayan bir yaklaşım tarzı dini nitelik taşımaz.
Ne var ki, tapınma olgusu yaratıcı bir tanrıya mı olacak?
Yoksa gücü elinde tutanlar, egemenlik iddiasında olanlar, tek otorite yaklaşımını insanlığa dayatanlar, insan kaynaklı kitaplar, insan kaynaklı mekanlar olarak kabul edilen mabetler, soyut ya da somut odaklar mı tapınılacak değerler olmaya devam edecek?
İnsanlığın kadim sorunu budur ve devam etmektedir.
İslam için sorun yoktur. Çünkü İslâm’ın Yaratıcı niteliği olan ve tek olan, tek Allah’ı vardır. Uygulamalar için kitabı vardır. Ve tüm insanlığı ve insanları kapsamı alanına alan evrensel mesajları vardır.
Daha da önemlisi, dinin sahibi Allah’tır ve insanların Allah’ın dinine uymalarını isteyende odur.
Bu bağlamda şu hükme varılabilir: ’’ALLAH’IN İSTEDİĞİ DİN İSLÂM’DIR’’.
Bunun dışındaki din olarak sunulan tüm söylem ve eylemler ‘Kültür’ olarak algılanmalıdır. Ve de insanların ürettiği değerler olarak geliştirilerek, değiştirilerek, dönüştürülerek kullanılabilir ve de kullanılmalıdır.
Kültürünü din edinen toplumların Allah’ın/Yaratıcının diniyle bağlarının kesik olduğu düşünülmelidir.
Son tahlilde kıymet hükmü konulacaksa, yaratıcı tek olduğu gibi, dininin de tek olması doğal karşılanmalıdır.
Bu makalenin hedeflediği mesaj, Müslüman kimliği taşıyan insanların yaşadıkları coğrafyalarda, kültürünü din edinen toplumların, tevhit, vahdet ve adalet paradigmasına uygun, kuranın hedeflediği toplum yapısının oluşamaması sorununa açıklık getirmeyi amaçlamaktadır.
Kuranın hedeflediği toplum yapısı, bireysel olarak tevhidin, toplumsal olarak vahdetin, yönetimsel olarak adaletin hedef gösterildiği bir toplumsal yapılanmadır. Bu yaklaşım medeniyetin tekliğini, hukukun, insan haklarının/haklarda eşitliğin, ahlakın, yönetimin, eğitimin ve ailenin evrenselliğini; kültürün, devletin, milliliğini önemser.
Evrensel niteliği olan İslâm’ın toplumsal yapısının temel ilkeleri, değerleri, yapılanması gereken kurumları açıkça insanlığa sunulmuştur.
Bu ilkeler, kurumlar ve değerler dışında var olan veya var olacak olan yapılanmalar İslâm toplumu kapsamı dışındadır. Bu tür toplumlarla, adalet ve ilkeler bağlamında ikili ilişkiler ve antlaşmalarla komşuluğa, yardımlaşma ve dayanışmaya devam edilir.
İslam’da toplumun doğal yapısı belirlenmiştir (NAHL 112):
- Güvenlik (amineten)
- Huzur (mutmeineten)
- Ekonomi/ rızık (rızkuha reğeten)
- Barış (İslam)
Bu nitelikler somut ve soyut olarak korunmalıdır.
Güvenlik korunmazsa toplumda korku duygusu üremeye başlar, Rızık korunmazsa açlık korkusu egemen olmaya başlar. Bunlara bağlı olarak huzursuzluk topluma hâkim olmaya başlar. Bu sayılan riskleri taşıyan toplum patlamaya hazır ‘’sosyal, biyolojik ve fiziksel’’ nükleer patlamaya adaydır.
İslam’da esas olan barıştır. Savaş zorunlu bir durumdur.
Saldırıya uğramadıkça savaşmak söz konusu olamaz.
İnsanların hakkını arama felsefesi taşımayan saldırı ‘cinayet’ tır.
Günümüzde Müslüman bir toplum olduğunu söyleyen ve tüm insanlığa da kabul ettirdiği bu kimliği kendi topraklarında yaşarken, topraklarını işgal ederek güvenlik boyutunu ortadan kaldıran, bireysel ve ailesel huzurunu tehdit altında tutan, kuşatma ve ambargolarla rızkını kesmeye çalışan bir ‘komşu’ toplumun,’’ hala 70 yıl süren zulmünü kınamalarla geçiştirmeye çalışan ‘egemenler’, şimdilerde açıktan soy kırım denebilecek bir katliama destek vermeyi ‘meşru’ görmektedirler.
Savaşmak hak arayışı kökenli ise onurlu bir mücadeledir.
İnsan, mekân, imkân bağlamında toplumların hak arayışları gerçekleşene kadar zulümle savaşmak doğal bir durumdur.
70 yıllık ‘kınama’ söylemleri ile oyalanan bir toplumun mekan olarak ayrı bir devlet, insan olarak Filistin Halkı, İmkan olarak komşu toplumla haklarda eşitlik ilkelerine bağlı bir barış (İslam) hayata geçirilmelidir.
Ve ardından Birleşmiş Milletler, evrensel ahlak ilkeleri, evrensel insan hakları ve evrensel hukuk felsefesi ile yeniden düzenlenerek Doğal Dünya Düzeni Sürecine girilmelidir.
Yolumuz aydınlık olsun.