Yıl 1977, mekân New York. Kahramanımız nevrotik komedyen Alvy Singer (Woody Allen), sevgilisi Annie Hall (Diane Keaton) ile Marcel Ophüls’ün “The Sorrow and the Pity” isimli iki bölümlük belgeselini izlemek için sinemada bilet kuyruğundayken, arkalarında bekleyen bir başka çift, Kanadalı İletişim Bilimci Marshall McLuhan hakkında konuşur. Alvy başlangıçta bu derinliksiz entelektüel sohbetten rahatsız olup kendi kendine söylenir. Hatta Annie’ye, arkasındaki adamı kastederek “İçinde at pisliği olan büyük bir çorapla vursam mı ki?” der.
Sonunda dayanamaz ve kameraya yaklaşarak, “Böyle bir adamla aynı sırada olsanız siz ne yaparsınız? Neden fikrimi söyleyemiyorum, burası özgür bir ülke!” diye bağırır. Arkasında duran adam yanına yaklaşarak cevaplar, “Söyleyebilirsin. Bu kadar yüksek sesle söylemek zorunda mısın?”. Alvy Singer daha çok sinirlenir, “Bu kadar iddialı olduğun için utanmıyor musun? Komik olan Marshall McLuhan hakkında hiçbir şey bilmemen”. Adam çıkışır, “Columbia Üniversitesinde ‘TV, medya ve kültür’ dersleri veriyorum, McLuhan hakkındaki görüşlerim oldukça geçerlidir.” der ve filmin efsanevi sahnesi gerçekleşir. Alvy bu çokbilmiş kulak ulemasını, “Sahi mi? Komik. Çünkü Bay McLuhan benimle birlikte geldi” diyerek susturur, Marshall McLuhan’ı elinden tutarak paravanın arkasından çıkarır.
Marshall McLuhan tarihe geçecek repliğini söyler: “Sizi duydum, çalışmalarım hakkında hiçbir şey bilmiyorsunuz. Benim argümanlarımın yanlış olduğunu ima ettiniz. Bu kadar inanılmaz bir şeyi nasıl okutuyorsunuz siz?”
Keşke nevrotik komedyenimiz Alvy Singer’ın (Woody Allen) söylediği gibi hayat böyle olsaydı. ‘Global köy’, ‘araç mesajdır’ gibi savlarıyla 60’larda ve bunu izleyen yıllarda büyük ilgi görmüş bir iletişim bilimcidir Marshall McLuhan. İletişimin teknolojik yanını bütün bir akademik yaşamı boyunca ‘teknolojik belirleyiciliğe’ varacak derecede vurgulamıştır. Akademik çevrelerce en çok eleştirildiği nokta da bu olmuştur. Gutenberg Galaksisi (1962) isimli eserinde ‘global köy’ü şöyle açıklar: “Kesin olan bir şey var ki, o da elektromanyetik keşiflerin bütün insani ilişkilerde ‘eşzamanlı alanı’ yeniden yaratmış olduğudur; öyle ki, insan ailesi artık ‘küresel bir köy’ koşulları altında yaşamaktadır. Şu anda biz kabile davullarıyla çınlayan tek bir büzüşmüş uzayda yaşıyoruz.”
Derslerimizi ‘bilgisayar ve internet teknolojisi’ sayesinde uzaktan eğitimle gerçekleştirdiğimiz şu günlerde, pandemi aracılığıyla insan ve toplum ilişkilerinin metamorfoza uğradığı bir dönemin bizzat ve şahsen tanığıyız. Dünya tarihinin kırılma noktasına tanıklık ettiğimiz için belki de şanslıyız. Uzaktan eğitim ile ilgili tartışmaları duyduğumda, kendimi Broadway’de bilet kuyruğunda bekleyen Alvy Singer gibi hissediyorum; arkamda bekleyen kimse olmadığı için şanslıyım.
Artık günümüz dünya düzeninde ‘liyakat’in tanımını yaparken ‘insan ve teknoloji’ ilişkisine mutlaka değinmeliyiz. İnsanlığın ortak dili haline gelen dijital medya teknolojilerine uyumlu bireyler, kabile davullarıyla çınlayan tek bir büzüşmüş uzayda yaşayabilen liyakat sahibi insanlardır.
Marshall McLuhan’a göre yazılı iletişim insanları birbirinden uzaklaştırmıştır, elektronik iletişim ise bunu değiştirmiştir. Toplumdaki iş bölümü ‘küresel köy’ haline gelen dünyada artmıştır. McLuhan’ın bu görüşleri yanlış toplumsallaşma anlayışına dayanan “teknolojik iyimserlik” olarak akademik çevreler tarafından değerlendirilip eleştirilmiştir. Çünkü toplumsal yapı değişmeden yalnızca teknolojinin gelişmesiyle insanlar arasındaki ilişkilerin değişmesi beklenemezdi. Ancak günümüzde öyle mi? Uzaktan eğitim teknolojileri, öğretim elemanları ve öğrenciler arasındaki ilişkileri pandemi sürecinde hızla değiştirdi ve geliştirdi.
Artık eğitimin sınırları kampüsleri, derslikleri aştı. Uzaktan eğitim teknolojileri sayesinde ulaştığımız öğrencilerimizle yeryüzünün her köşesi bizim dersliğimiz. Hiçbirimiz bir küçücük yeşil online simgesinin bizi ve öğrencilerimizi bu kadar mutlu edebileceğini tahmin edemezdik. Elvis Presley edasıyla dersliklere daldığımız, projeksiyonun kumandasını bulamadığımızda “oğlum en uzununuz sıranın üzerine çıkıp açsın” dediğimiz, yağmurda çamurda fırtınada karda gözümüz yollarda öğrenci beklediğimiz, “ders notlarını sınıf temsilcisi tüm sınıfa dağıtsın” diye seslendiğimiz günler geride kalmış gibi görünüyor. Çalışmasını göstermek için bize doğru yaklaşan öğrencimizin elindeki flash bellekten Jaws görmüş gibi kaçmamıza da gerek kalmadı. Öğretim elemanının öğrenciye nerede olursa olsun ulaşması, ders notları dâhil her türlü materyali ulaştırabilmesi, sunumunu yapabilmesi, ölçme ve değerlendirmeyi gerçekleştirebilmesi, ders videolarının zaman sınırlaması olmadan öğrenciye ulaşması (özellikle çalışan öğrencilerimiz için) uzaktan eğitim teknolojilerinin başlıca faydaları arasında.
Bu yüzden, söz konusu teknolojiler yüz yüze eğitime dönüldüğünde bile terk edilmemeli. Tüm öğretim elemanlarının ‘kutsal powerpoint tapınaklarının kapılarını’ elleri titremeden öğrencilerine açtığı şu günlerde hepimiz birer McLuhan ‘balığıyız’. “Kıyıya vurmadıkları sürece balıklar suyun farkında değildirler” der Marshall McLuhan, Gutanberg Galaksisi (1962) isimli eserinde. İnsan ve teknoloji ilişkisini, Küresel Köyde Savaş ve Barış (1968) isimli eserinde de metaforik biçimde tanımlamaya devam eder ve şöyle söyler: “Balıkların tam olarak hakkında hiçbir şey bilmediği şey sudur; çünkü içinde yaşadıkları elementi algılamalarını sağlayacak bir anti-çevreye sahip değillerdir.”
Tanıklık ettiğimiz çağda teknolojinin esiri olmadan önce onu keşfetmeli ve ona hâkim olmalı, uyum sağlayarak nimetlerinden yararlanmalıyız; güncel liyakat anlayışını da böyle tanımlamalıyız. Siber uzaya 27 yıl önce, Amerikalı hard rock grubu Aerosmith’in MTV’de haftalarca liste başı olan video klibi ‘Amazing’ ile tanık olduğumuzda, geleceğin bu kadar yakın ve ‘amazing’ olduğunu ummazdık.
Pandeminin, grubun solisti Steven Tyler’ın vokali ile başlayıp Joe Perry solosu ile devam ettiği şu günlerde, bilmeliyiz ki tıpkı şarkıda bize seslenildiği gibi, “Her neredeyseniz hatırlayın, tünelin sonundaki ışık belki de sizsiniz”.