Kasım ayının ortasından Aralık ayının ortalarına kadar acil servislerdeki hasta sayısı normalin iki katı oldu. Kesin rakam belli olmasa da, tahminen bu ek başvuru sayısını birkaç milyon olarak hesaplamak mümkün. Nedeni ise influenza A salgını. Salgının ilk başlangıcından bu yana ulusal düzeyde başarılı bir yönetim izlendi. Sağlık Bakanlığı konunun uzmanlarından oluşan bir Bilim Kurulu ile günbegün gelişmeleri takip etti ve yapılması gerekenleri duyurdu, uyguladı, yatırımlar yaptı; ta ki aşıya gelinceye kadar her şey yolunda idi.
Bu ilk atak sonrası Ocak veya Şubat aylarında ikinci bir dalga bekleniyor. Bizler geçen ayın tecrübesi ile hazırlıklıyız ama toplum hazır mı? Değil. Çünkü halen aşılanma oranı çok düşük. Grip aşısı ile ilgili çok sayıda ülkede de benzeri polemikler yapılsa da gelen hastalardan aldığımız izlenim aşıya ve yapılan açıklamalara olan güvensizlik. Peki, nereden geldik bu noktaya?
Halkın hekimlere ve sağlık hizmetine olan güveni tüm dünyada giderek azalıyor. Bu güven kaybının tek sorumlusu olarak hekimlerin görülmesi bizi çözümsüzlüğe götürüyor. Çünkü çok sayıda faktör bu güven kaybının nedeni olarak karşımıza çıkıyor. Hastaların aldıkları hizmetten memnun olmaması güven kaybını artırıyor. Beklentiler yükseldikçe kurum ve kaynakların yetersizliğinin sonuçları hasta memnuniyetini azaltıyor. Örneğin; çok sayıda hastanın aynı saatlerde acil servise başvurması durumunda, bilimsel olarak kabul edilebilir bile olsa bazı hastaların beklemek zorunda kalması, acil servis çalışanlarına ve verilen hizmete karşı tepkiyi doğuruyor. Limitleri üzerinde çalışan acil servis personelinin üzerinde yaratılan baskı ve hekimin, hemşirenin hastası için yeterli zaman ayıramaması ile ortaya çıkan istenmeyen sonuçlar hastaların hem memnuniyetsizliğini artırıyor hem de güvenini sarsıyor.
Özellikle acil servisler ile ilgili basında çıkan ve hep olumsuz olan haberler sonucu halkımız acil servislere ciddi bir güvensizlik ile başvuruyor. Bu güvensizliğin nedeni yanlış tanı ve tedaviler mi veya yapılan uygulama hataları mı? Hayır, en önemli nedenlerin bunlar olmadığını biliyoruz. Ülkemizde milyonlarca kişi acil servislerde uygun tıbbi bakımı alıyor. Ancak medyaya yansıyan ve olayların detayları irdelenmeksizin hep tek taraflı görüşlerin yer verildiği haberler, halkın acil servislere başvururken yakınması ile ilgili kafasındaki soru işaretinin daha da büyümesine neden oluyor.
Zaman içinde gördüğü ve duyduğu olumsuz haberler ile toplumda ön yargı yerleşiyor. Mesela ne tip haberleri görebiliyoruz? Bakanlar, valiler medya ve toplum önünde hekimleri ve başhekimleri azarlayabiliyor; hasta ve yakınlarının her şikâyetinde inceleme yapılmaksızın sağlık çalışanı suçlu ilan ediliyor; münferit sayılacak olaylarda hemen özel kurumlar kapatılabiliyor; hekimler için "İğne yapmayı bile bilmiyorlar" "Sadece ceplerini düşünüyorlar" diye suçlamalar yapılıyor
Bu birikim ile de hekimlere ve sağlık çalışanlarına güven kalmıyor, sağlık çalışanlarının ve hizmetin itibarı yok oluyor. Güvensizlik ve ön yargı kemikleşiyor. Siz istediğiniz kadar güncel bilimsel bilgiler ışığında, tüm becerikliliğinizle, sistemin aksayan yönlerini hastaların bakımına yansıtmaksızın hizmet vermeye uğraşsanız da kalıpları kıramıyorsunuz. Onurlu, ulvi diye nitelendirdiğimiz mesleğin itibarı yok oluyor. Bu güven kaybı hizmetin en uç noktasından en tepesine kadar ilerliyor ki, aşı da olduğu gibi Bilim Kurulunun açıklamalarına rağmen tıp alanında hiçbir ehliyeti olmayan kişilerin sözleri ile doğrular uçup gidiyor.
Görülüyor ki, doğru şeyleri yapmak, süreçleri iyi yönetmek her zaman yeterli değil. Çalışanların, yöneticilerinin kendilerini desteklediğini, arkalarında olduğunu bilmesi ve hissetmesi gerekir. Lider yöneticiler emir ve cezalarla işleri yapmak yerine, çalışanlarına vizyon kazandırıp motive ederlerse sağlık hizmeti de iyileşecektir. Hep olumsuz haberler yerine başarılı hizmetler de duyurulur ve başarının oluşmasında rol alan tüm kişiler ödüllendirilirse toplumun hizmeti asıl uygulayanlara güveni artar. Mesleki itibarımız yükselir. Sonuçta yarar gören yine hastalar olur. Ama sadece piyonların çabaları ile topluma bu güveni aşılamak mümkün olamaz; şahlar, vezirler ve kalelerin sürekli desteği ile olur.