Güven, güvenmek ve güvenilmek, beşeri mutluluğun, başarının, huzurun, özgüvenin, yaptığı işten haz almanın, mesleğini sevmenin, mesleği ile barışık olmanın, “Ah bir mesai bitse de eve gitsem! ” ya da “Bu lanet yerden kurtulsam!” diye düşünmemenin, “Nasıl etsem de şu performans denen bilimsel ve iş ahlakımı zedeleyen, ancak çoluğumun, çocuğumun ekmek parası için mutlaka gerekli olan ve ruhumla uyuşmayan, bazen de gerçekçi olmayan, gerçekçi olsa da, sağlam temel ve endikasyonlara dayanmayan, kriterimi yüksek tutsam” fikrinin akıldan geçmemesini sağlayan temel taşların en önemlisidir.
Kişilere güç kazandırdığı kadar, meslekler ve kurumlara da, güven denen haslet, güç, şahsiyet, haysiyet ve onur kazandırır. Güvenilir olabilmek, uzun bir süre içerisinde kazanılmasına ve elde edilmesine rağmen, çok kısa bir sürede kaybedilebilen bir değerdir. Bazen kelimelerden bile daha tesirli olduğuna inandığım davranışlar da, sözlerin ötesinde, güven ve güvenirliliğin kazanılmasında etkin rol alır.
Güvenin özünde de özgürlük duygusu vardır. Özgürlük de yaratıcılığın, ufki düşünebilmenin, proje üretebilmenin bütün sınırları aşıp, evrende her ne var ise onlarla hem dem olup, paylaşabilmenin, faydalı olabilmenin ve art niyetli olmadan, etik dışı davranışlara tenezzül etmemenin kapılarını açar. Ancak güven, yanılma, suistimal edilme, kullanılma ve aldatılma riskini de ihtiva ettiğinden, çok hassas ve kırılgandır.
Güveni kurumsallaştırabilen toplumlarda olduğu gibi, meslek gruplarında da karşılıklı bağımlılığı ve ortak akıl ve bilgi çerçevesinde iş birliği imkânlarını arttırarak medenileşmeyi, her alanda çağı yakalamayı ve gelişmeyi mümkün kılar.
Bir toplumda güven yoksa, bir meslek grubu güvenini yitirmiş ise, o toplumun bireyleri, o mesleği icra eden kişiler sıradanlaşır, itilmişlik sendromu girdabına kapılır, kendini karantinaya alınmış hisseder, tükenmişlik sâri bir hastalık olarak kol gezer, meslektaşlarının kuyularını kazma faaliyetleri artar, göğsünü gere gere “Ben hekimim” diyemez duruma gelinir, artık endikasyonlar sıradanlaşır, ucundan köşesinden tutulacak bir yer buldu mu bisturinin ucu arz-ı endam eder, protezler, titanyum, rodlar, demirler, çiviler, stentler, anjiyolar, şantlar, laparoskopiler, endoskopiler, navigasyonlar, endovasküler cerrahlar(!), pahalı pahalı ilaçlar, lüzumlu-lüzumsuz radyolojik tetkikler, sayfalar dolusu laboratuvar tahlilleri hastalara göz kırpar, “Aman çok dikkat etmelisin, bu hastalık ihmale gelmez, çok sık kontrole gelmelisin, yoksa aniden felç olursun, infarktüs geçirirsin, ölürsün” gibi moral bozucu uyarılar, “Kurt dumanlı havayı sever”, “Korku dağları bekler” misali, bazı hekimlerin dillerine pelesenk olur.
Güvensizlik organlarımıza bütün gücü ile nüfuz edince, her birey kendi yetişme tarzı, kültür, bilim ve ahlaki değerleri çerçevesinde, kendine en uygun pozisyonu seçer ve o yolda yürümeye devam eder. Yollardaki tuzaklara ve işaretlere dikkat etmezse de sonuçlarına katlanır.
Değişik açılardan bakıldığında, her şahıs kendi tatmini için bir dayanak ve bir destek arayışı içerisinde olur. Çıkar yol bulmakta zorlananlar, bütün umut kapılarının üzerlerine kilitlendiğini hissedenler ve tükenmişlik yaşayanlar, bazen de çıkış olarak, cinnet noktasında, intihar yolunu tercih(!) ederler. Bunun vebali de, hiç şüphesiz, buna sebep ve destek olanların, bu ortamı oluşturanların, güven ışıklarını söndürenlerin, hekimlik mesleğini karanlığa itenlerin ve kendi haysiyet ve onurlarına ihanet edenlerin boynunadır.
Bütün bunları fırsat bilerek, hekim olmadığı halde, “Dr…” rumuzu ile kendini hekim gibi gösterip, “Kedi ulaşamadığı ete murdar der” özdeyişini bir kez daha ispatlar tarzda, aşağılık kompleksi ile kendi ismini kullanacak kadar dahi medeni bir cesareti kendinde bulamayıp, uygun(!) bir müstear isim seçerek, hekimlik mesleği ile ilgili aşağılayıcı yorumlar yapan aşağılıklara, tüm meslektaşlarım adına verilecek cevabın “Sizlere söyleyebileceğimiz yegâne şey, hiçbir şey söylemeyeceğimizdir”, olduğunu akıllarından(!) çıkarmamalarını öneririm. Anlayabilirler mi acaba…
“Arif olan anlar”dan vazgeçtik, zekâ düzeyi Hak getire…
Konuyu değiştirip, bir rubaimizle, biraz da olsa duygusallaşalım… Ne dersiniz!
KOKLASAYDIM NEFESİ
Hangi ummanda saklı, canımın can tanesi.
Müntehir hicranımı inleten kimin sesi.
Gölge olup sarsaydım, bedenini hasretle,
Yüz sürüp toprağına, koklasaydım “Nefes”i.