Değerli meslektaşlarım, köşemin adından da anlaşılacağı üzere ben, insan yaşamını mevsimlere benzetiyorum. Bahar, çocukluk ve gençlik; yaz, yetişkinlik; güz, ikinci bahar yani yaşlılık arifesi; kış ise yaşamın son dönemidir. Nasıl güze ve kışa yazdan hazırlanıyorsak, yaşlılığımıza da genç ve yetişkinlik dönemimizden hazırlanmaya başlamamız gerektiği kanısındayım. Yaş, anne karnında oluşan zigotla başlayan ve ölümle duran, bir ömür birimidir. Ömür, sperm ovumun başarılı buluşması ile başlayan biyopsikososyal özellikler taşıyan dinamik bir olgu olup; bebeklik, çocukluk, yetişkinlik ve yaşlılık dönemleri ile büyüyen, gelişen, değişen, süren ve gerileyen bir süreçtir. Kısaca yaşlılık, temelde biyolojik yıpranmanın fizyolojik, psikolojik ve sosyal işlevlerde yarattığı gerileme, yetersizlikler olarak tanımlanabilir.
Biz, yaşlılığa hazırlıksız yakalanan bir ülkeyiz. Çünkü politikacılarımız ve uzmanlarımız, bilgi çağının getirdiği teknolojik ve tıbbi ilerlemelerle insan ömrünün uzadığı ve buna bağlı olarak bugün için, ülkemiz nüfus piramidinin tabanını gençler, tepesini yaşlılar oluştururken; yakın bir gelecekte (örneğin 2025’te) piramidin tersine dönüp tabanını yaşlı popülasyon oluşturacağı gerçeğini gözardı etmişlerdir.
Uluslararası Yaşlılık Fonu ve Nüfus Fonu’nun düzenlediği ve birçok ülke profesyonellerinin katıldığı toplantılarda kişi, kurum, kuruluş ve devlet politikaları olarak yaşlılık ve sorunlarını ele alan, tartışan ve çözen ülkeler sıralamasında Nijerya, Ürdün ve kapı komşumuz Balkan Ülkeleri’nden bile geride olduğumuza, üzülerek tanık oldum.
Türk kültüründe büyüklere/yaşlıya saygı, kuşaklararası birleştirici önemli bir değerdir; geniş aile yapısının çekirdek aileye miras bıraktığı; yaşlılarla ya da dede-ninelerle genç ve torunların birlikteliği günümüzde sürdürülmeye çalışılmaktadır. Oysa ki geniş ailede bakıcı rolündeki kadın, günümüz çekirdek ailesinde çalışan kadın rolünü de yüklenmiştir. Çekirdek ailede çalışan kadının çocuğunun bakımı nasıl sorun ise, yaşlı ana-babasının/dede – ninesinin bakımı da aynı şekilde sorun oluşturmaktadır. Fakir ve sağlıksız ailelerdeki büyüğe saygı ve sevginin azaldığı durumlarda maddi ve manevi destekten mahrum yaşlılarımız, devlet koruması da yetersiz ise yalnız ve zor durumda kalacaklardır.
Bu görüşlerimi sayılarla somutlaştıracak olursak, endişemi daha iyi dile getirmiş olacağım. Bugün ülke nüfusu 70 milyon olup kabaca %5’ini 60 yaş ve üstü nüfus oluşturmaktadır. Bu grubun %50’si evlerinde yalnız yaşayan yaşlı karı-kocalar, %1’i huzurevlerinde, geri kalanı da çocuk ve akrabaları ile yaşayan yaşlılardır. Yaşlıların %5’inde (yaşlılıktaki fiziksel yetersizlik ve hastalıklara ilave olarak) bilişsel yetersizliğin etkin olduğu Demans ya da onun bir çeşidi olan Alzheimer hastalığı bulunmaktadır.
Bu verilere göre; Türkiye’de ortalama olarak 3,5 milyon yaşlı vardır, bunların yarısından fazlası evlerinde yalnız yaşarken ancak 35 bini sınırlı sayıda ve koşullarda yaşlı kabul eden huzurevlerinde yaşamaktadır. 175 bin bilişsel yetersizliği olan yaşlı ise başta aile olmak üzere, huzurevleri kabul sınırlarını zorlar durumdadırlar.
Sözün özü; yaşlılarımız ve yaşlılığımız için kurumsal, yasal ve profesyonellik düzeyinde yetersizliğimiz apaçıktır. Sağlık temel bir hak ve sosyal bir amaçtır. Yaşlılıkta yalnızca geriatrik tedavi, bakım, emeklilik ve huzurevi güvencesi gibi yeterliliği tartışılır sağlık ve sosyal güvencelerle destek yetmez. Birey aile kurum, kuruluşlar ve hükümetler olarak işbirliği içinde geleceğimiz olan yaşlılığı ivedilikle ele almalıyız. Gelecek yazılarımda bazı ülkelerin yaşlıya hizmet çalışmalarından örnekler vererek yaşlılık okulu projemden söz edeceğim.
Yarınlarımıza güvenle bakma, sağlıkla ulaşma ve YAŞLILIĞIMIZI HOŞCA BULMA umuduyla…