Holistik bir bakış açısı içinde insanı ve dünyayı kavramak önem taşımaktadır. Bu bağlamda Tanrı (mutlak hakikat), insan ve çevre (tabiat) arasındaki dolayımsız ilişkilere özenle dikkat çekmek gerekmektedir. Burada iki tür ilişki biçiminden bahsetmek mümkündür. İlki, Tanrı ile insan ve insan dolayımıyla tabiat arasındaki dikey ilişki. Bu ilişki bir yandan taraflar arasındaki mahiyet farkına göndermede bulunurken, diğer yandan Tanrı’nın (mutlak hakikat) konumlan(dırıl)masına bağlı olarak insan ve tabiat ilişkilerinin biçimlenmesinde belirginlik kazanmaktadır. İkincisi, insan-insan ve insan-tabiat arasındaki yatay ilişki.
Daha önce hakikatle ilgili yazdığım iki yazıdan ilkinde, hakikati Tanrı’yı ifade edecek şekilde kullandığımı belirtmiştim. İkinci yazımda ise eşyanın tabiatı ve özniteliği anlamında kullanmış ve analizlere girişmiştim. Şimdi de arada kalan boşlukları doldurmak üzere bu yatay ve dikey arasındaki ilişkileri birkaç probleme atıfta bulunarak ele almak istiyorum. Bu bağlamda temel tezimiz, bugün sosyal ve tabi alanda şikayet edilen birçok unsurun dikeydeki hakikat kayması (Tanrı’nın konumunun değiştirilmesi) ve eşyanın tabiatındaki dönüşümlerle yakın bağlantısı vardır. Bir başka deyişle, sorunların temelinde paradigma krizi yatmaktadır.
Şimdi örneklerle meseleyi açımlamaya çalışalım. İnsanın kendisi de dahil olmak üzere dünya, evren ve tabiat verilidir; yani oluşumunda bizzat insanın müdahalesi yoktur. İnsan kendi yetileri (akıl, sezgi vb.) ile insan-dünya ve tabiatın anlamı ile aralarında var olan ilişki ve ilkeleri ortaya koymaya çalışır. Doğrusu, nihai anlamda bilimsel faaliyetin temel hedefi de budur. Dolayısıyla eşyanın anlam ve ilişkilerini keşfetmeye çalışmakla ona kendi tabiatına uygun olmayan anlamlar yüklemek farklı şeylerdir.
Bu bağlamda önce Tanrı-insan ilişkisindeki anlam ve düzenek dağılmış, insan Tanrı’nın yerine ikame olmaya çalışmıştır. Her şeyden önce fani bir varlığın böyle bir teşebbüsü kendi tabiatı ile tezat teşkil ettiği gibi bir hadsizliktir de. İnsandan dünyada istenen şey kendi yetilerini en uç noktaya kadar geliştirmektir. Bunun için insan kendisini keşfedecek, kendisine güvenecek ve o yetileriyle eşyanın tabiatını bozmadan imar etmeye çalışacaktır.
Burada, karşılaşılan iki problemden bahsedebiliriz. İlki, insanın yetilerini geliştirmeye teşebbüs etmeksizin zihin ve beden kapasitesini körleştirmesi, bunun doğal sonucu olarak da kendi mükellefiyetlerini Tanrı’ya yüklemesidir. Şu anda Müslüman toplumların genel durumu budur. İkincisi ise yetilerini geliştirmek adına giderek müstağnilik, yani kendi kendine yeterlilik duygusu ve tavrı kazanmasıdır. Kur’an-ı Kerim’in ilk inen ayetlerinde “insan kendi kendine yeterlilik duygusu kazanarak haddi aşar” (96/Alak, 6-7) ifadeleriyle buna bir dikkat çekmeyi hemen görürüz. Mesela, insan farklı güç enstrümanlarına kavuşunca rızkı kendisinin verdiği duygusuna kapılabilir. Kendisini kerameti kendinden menkul bir kişi olarak düşünür. Yine GDO’lu ürünlerle eşyanın ve gıdanın tabiatını bozar. Nitekim ekmeklerin, sebzelerin vb. bozulduğundan şikayet ediliyor. Şimdi “köy”le ilintisi kurulan ürünler daha fazla fiyat verilerek elde edilmeye çalışılıyor. Çünkü birçok şeyin tabiatı değiştirildi.
Medyada ailenin dağılması, şiddetin artması, mağduriyetlerle ilgili sürekli haberler geçmektedir. Erkekle kadını insan ortak paydası altında bir bütünün yarısı olarak gören ve birbirlerine ihtiyaçlarını dile getiren islami dil ve söylem, şimdi yerini kadınla erkek arasında rekabet ve kıyasıya yarışı içeriklendiren bir dil ve söyleme terketti. Böylece, bir yandan erkekle kadın arasını tezat konsepti ile kuran, hatta giderek erkek ve kadın dünyasını ayıran bir perspektif yoğunluk kazanmaya başladı. Ayrıca, burada hem kadın hem de erkeğe kazandırılmaya çalışılan “müstağnilik” tavrını da gözden kaçırmamalıyız.
Feminist söylem, erkekle kadın arasında barışçıl bir dil geliştirmek yerine radikalleşerek erkek ve kadın dünyalarını birbirinden bağımsızlaştırıyor. Halbuki “Sükunet bulmanız için size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranıza sevgi ve rahmeti koyması O’nun âyetlerindendir” (30/Rum, 21) ifadesi, bir yandan kadın ve erkeği kendi başına ontik bir kategori olarak görmezken, diğer yandan kadınla erkek arasında barışçıl bir dil inşa etmektedir.
Egemen feminist söylem ve özellikle postmodern versiyonu, bir “erkek”lik ve “kadın”lık tabiatının olmadığından bahisle, son kertede aralarındaki farkı sıfırlamaya çalışıyor. Halbuki dünya ve insan gibi verili olan kadın ve erkeğin de bir tabiatı vardır. Bir erkeğin dünyaya baktığında gördüğü ve öncelediği şeylerle kadınların gördüğü ve önceledikleri farklıdır ve bunun böyle olması tabidir. Bu farklı görüşler arasında bir hiyerarşi olmaz. Çünkü insan hayatının devamı, bu iki farklı bakış ve görüşün bir araya gelmesini gerektirmektedir.
Kur’an, “Allah size geceyi bir elbise ve uykuyu dinlenme; gündüzü de yeni bir hayat ve çalışma vakti kıldı” (25/Furkan, 47) derken gece ve gündüzün tabiatlarından bahsetmektedir. Fakat daha çok büyüme ve tüketim illüzyonu bu tabiatı bozmak için elinden geleni yapıyor. Öte yandan, şu anda “gece kaim, gündüz saim” trendi özellikle gençlerde hızlanmış görünmektedir. Tabii bunların hepsi bir başka verimsizlik ve yeni sorunlar olarak insana geri dönmektedir. Hasılı gündelik hayatın içinde yaşadığımız birçok sorun, bir hakikat krizini ifade etmektedir. Nitekim insanlar “artık dünyanın çivisi çıktı” derken örtük olarak buna atıfta bulunmaktadırlar.
İşte gerek Tanrı’nın konumu, gerekse insan ve eşyanın tabiatına yönelik her türlü değiştirmeler “hakikati kaydırmak” demeye gelmektedir. Bazıları hakikat kayarken (sanal gerçeklikler inşa edilirken) mutlu bir gelecek ütopyasını insanlığa yedirmeye çalışıyorlar. Halbuki bir distopyayı yaşamaya devam ediyoruz. Belirtmeliyiz ki, hakikat kayması yıldız kaymasına benzemez. Onun için de hakikat kayarken dilek tutulmaz.
Göz boyama almış başını gidiyor. Fakat Firavun’un bütün tehditlerine rağmen sihirbazların bile bir müddet sonra “hakikat”i teslim ettikleri asla unutulmamalıdır. İnsanlık için ümidim tam da bu noktadadır.
1 yorum
” insan ve eşyanın tabiatına yönelik her türlü değiştirmeler “hakikati kaydırmak” demeye gelmektedir. Bazıları hakikat kayarken (sanal gerçeklikler inşa edilirken) mutlu bir gelecek ütopyasını insanlığa yedirmeye çalışıyorlar. Halbuki bir distopyayı yaşamaya devam ediyoruz. Belirtmeliyiz ki, hakikat kayması yıldız kaymasına benzemez. Onun için de hakikat kayarken dilek tutulmaz.”
Çok değerli tespitlerde bulunmuşsunuz teşekkür ederim. Fark edilmesi ümidi ile..