Daha önce bu köşede "Büyüklere Masallar" üst başlığı ile yayınladığım yazı dizisini okuyanlar hatırlayacaktır. Bu yazılarımda 18. yüzyıl Batı bilim tarihçilerinin kasıtlı olarak Batı dışındaki dünyayı dışlayan bir bilim tarihi yazarak bütün bilimsel gelişmelerin Batı kaynaklı olduğu gibi bir yalanı irtikâp ettiğini yazmış, bunu yaparken de İslam Dünyasını özel bir negatif ayrımcılığa tabi tuttuğunu iddia etmiştim.
Bu yazı oldukça olumlu tepki almıştı ve hâlâ da bununla ilgili mesajlar almaktayım. Bugünkü yazımda, ortaya koyduğum iddiaya deliller sunmaya çalışacağım. Bunu yaparken çerçevemi sadece tıp alanı ile sınırlı tutacağım, ancak bütün bilim alanları hakkında bilgi sahibi olmak isteyenler için Prof. Fuat Sezgin’in yeni çıkan kitabı "Yitik Hazinenin Kâşifi"ni şiddetle tavsiye ederim.
Batı Tıp Tarihi kitaplarına baktığınızda, hatta ülkemiz patoloji hocalarına sorduğunuzda size patolojinin "babası"nın, yani hastalıkların doğasını doğru olarak tarif eden ilk kişinin İtalyan Anatomici ve Patolog Giovanni Battista Morgagni (1682-1771) olduğunu söyleyecektir. Oysa Endülüslü cerrahlardan İbn Zühr (1091-1161) plörezi, tüberküloz ve perikarditi, Ebul Kasım el-Zehravi (936-1013) hidrosefali ve başka konjenital anomalinin patolojisi (hastalığın doğasını)’ni doğru olarak tarif etmiştir.
Alman hekim Paul Ehrlich (1854-1915) bakterileri tanımlayan ve onlarla mücadele için ilaç tedavisinin öncülüğünü yapan kişi olarak bilinir. Oysa 10. yüzyılda yaşayan Ebubekir el-Razi gibi Müslüman hekimler uyuzda sülfürü, topikal antiseptik olarak civa bileşiklerini kullanmışlardı.
Cerrahi müdahalelerde devrim niteliğinde kabul edilebilecek olan "solunum anestezisini" ilk kim kullandı diye sorsanız, bu işi bildiğini söyleyenler emin olun size Amerikalı hekim ve eczacı Crawford Williamson Long’un adını verecektir (1815-1878). Oysa onlar bilmez ki, Long’dan 700-800 yıl önce İbn Zühr ve el-Zehravi Endülüs hastanelerinde narkotik madde emdirilmiş sünger ile uyguladıkları "solunum anestezisi" yöntemi ile yüzlerce büyük ameliyat yapmaktaydı.
Halk sağlıkçılar "karantina" kavramının 14. yüzyılın sonunda Venedikliler tarafından geliştirildiğini söyleyecektir. Oysa 7. yüzyılda İslam Peygamberi veba ile ilgili olarak karantinayı emretmişti. Venediklilerin bu kavramı Müslümanlardan aldıkları o kadar bellidir ki, Müslümanlar için özel bir anlam taşıyan 40 gün (quaranta giorni) boyunca izolasyon uygulamışlardır.
Mesleğe başladığım ilk yıllarda ben de tıp fakültesi öğrencilerine bilimsel cerrahinin "babası"nın Fransız Cerrah Ambroise Pare (1510-1590) olduğunu öğretiyordum. Onun daha öncekiler gibi kanamayı durdurmak için yaraya kızgın yağ dökmeyi reddettiğini, onun yerine damarı bağladığını "ballandıra-ballandıra" anlatıyordum. Meğerse Pare’den 500 yıl önce el-Zehravi, ince dikişlerle damarları bağlıyor, kedi bağırsağını dikiş ipliği olarak kullanıyor (Cat Gut: Kedi bağırsağı. Cerrahi ipliği kat küt’ün buradan geldiğini biliyor muydunuz?), kanayan yaralara balmumuna batırılmış pamuk uyguluyormuş. El-Tasrif adlı 30 ciltlik en meşhur eserinde koruyucu hekimlikten beslenmeye, ilaç tedavisinden cerrahi tekniklere, anestezi uygulamasından ameliyat sonrası bakıma kadar tıbbın her alanına ilişkin bilgiler yer almaktaydı. Bu kitabın son cildinde el-Zehravi çoğunu kendisinin icat ettiği cerrahi aletlerin resimlerine yer vermektedir. Dolayısıyla böylesine yüksek bilgi, eğitim ve tecrübeye sahip el-Zehravi yerine aslında berber olan, katıldığı savaşlarda yaralı askerlerin "anasını ağlatarak" cerrahi öğrenen Pare’ye "cerrahların babası" demek ihanet değilse, kesin cehalettir.
Bu konuda vereceğim son örnek, yalanın "en kuyruklusu" hakkında olacak. Kime sorsanız bilir; kan dolaşımını (küçük dolaşımı) İngiliz William Harvey (1578-1657) bulmuştur. Ne kadar yanlış bir bilgi! Harvey’den 500 yıl önce el-Razi venöz sistemi en ince detaylarına kadar anlatmış, toplardamarların kapak sistemlerinden ve işlevlerinden bahsetmişti. 13. yüzyılda yaşamış olan İbn-i Nefis ise kan dolaşımını tam olarak açıklamış, kalbin fizyolojisini ve kapaklarının fonksiyonlarını doğru olarak izah etmiştir.
Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Ancak bu kadarın meramımı anlatmaya kâfi geleceğini tahmin ediyorum. Meramım ne diye sorulacak olursa; Batı medeniyeti sanal bir gerçeklik üzerine bina edilmiş. Şu an aktüel (actual-gerçek-) gibi görünse de, bir hayal üstüne bina edildiğinden en ufak bir sarsıntıda yıkılma tehlikesi ile karşı karşıya. Benim amacım da bu sarsıntıya katkıda bulunmak.
Müslüman âlimleri örnek vermem sadece onları kendime daha yakın hissetmem. Benzer örnekler Çinliler, Hintliler ve Mısırlılar için de verilebilir. "Kalmasın Allah\’ım âlemde hiçbir hakikat nihân"