Konuyu, Tıbbi Deontoloji Tüzüğü ve TTB Hekimlik Meslek Etiği Kurallarına Tabip (veya yargıç) şeklinde eklemeler yaparak açıklamaya çalışacağım.
Tıbbi Deontoloji Tüzüğü
Madde 6-Tabip (veya yargıç) ve diş tabibi, sanat ve mesleğini icra ederken, hiçbir tesir ve nüfuza kapılmaksızın, vicdani ve mesleki kanaatine göre hareket eder. Tabip (veya yargıç) ve diş tabibi, tatbik edeceği tedaviyi (vereceği kararı) tayinde serbesttir.
Madde 7-Tabip (veya yargıç) ve diş tabibi sanat ve mesleğinin icrası dışında dahi olsa meslek ahlak ve adabı ile telif edilemeyen hareketlerden kaçınır.
Madde 13-Tabip (veya yargıç) ve diş tabibi, ilmi icaplara (mevcut yasalara) uygun olarak teşhis koyar ve gereken tedaviyi (yasal kuralları) tatbik eder.
TTB Hekimlik Meslek Etiği Kuralları
Madde 5-Hekimin (veya yargıcın) öncelikli görevi, hastalıkları (suçları) önlemeye ve bilimsel gerekleri yerine getirerek hastaları (suçluları) iyileştirmeye çalışarak insanın yaşamını ve sağlığını korumaktır. Hekim, bu yükümlülüklerini yerine getirebilmek için, gelişmeleri yakından izler.
Madde 8-Hekim (veya yargıç), mesleğini uygularken vicdani ve mesleki bilimsel kanaatine göre hareket eder. Görüldüğü gibi, yukarıdaki maddeler, hem hekim hem de hâkimlere (yargıçlara) uygun düşen maddelerdir ve bu maddelere göre her iki mesleğin bağımsız olması gerektiği açıkça görülmektedir. Hâkimler ve Savcılar Kanunu (2802- 1983)’nun 4. maddesini de (veya hekimler) ilavesi varmış gibi düşünürsek bu görüşümüzün yasal olarak da desteklenmekte olduğu görülmektedir:
Madde 4-Hâkimler (veya hekimler) mahkemelerin (sağlık birimlerinin) bağımsızlığı ve hâkimlik (veya hekimlik) teminatı esaslarına göre görev yaparlar. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere (sağlık birimine ve hekimlere) emir ve talimat veremez, genelge gönderemez, tavsiye ve telkinde bulunamaz.
Hâkimler (veya hekimler), görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler. Ancak bu iki grup meslek mensubu, karar verme özellikleri benzer olduğu halde, yaptıkları işin denetlenmesi yönünden farklı yasalara tabi tutulmaktadırlar. Örneğin hekimler için dikkat eksikliği, özen eksikliği ve ihmal için kullanılan taksirli suç diye bir kavram söz konusu iken, bu kavram hâkimler için söz konusu değildir. Ve hekimin taksirli bir davranışı, maalesef TCK Madde-22’de şoförler ile aynı kefeye konulmuş bulunmaktadır. Sadece beceri eksikliği, mesleki bilgi ve manipülasyon ile donatılmamışlık gibi elastiki kelimelere dayandırarak tıbbi görev taksiri suçuna karar vermek biz hekimleri, hekimlik mesleğini uygulamaktan kaçınmaya itecektir. Çünkü hastada oluşan bir zararda sadece hekim ihmali değil, hekimin yorgunluğu, kendisinin hasta olup olmaması ve sadece görevini aksatmamak uğruna hasta bakmaya devam etmiş olması, idarenin ihmal veya yetersizliğinin olup olmaması, teknik olanakların yeterliliği gibi faktörler de etken olabilmektedir. Bu nedenlerle hekimin ve diğer sağlık çalışanlarının tıbbi çaba yetersizliği suçu ve unsurları, diğer mesleklerden farklı görüşler ve yargıçlar gibi farklı yasal kurallarla sorgulanmalı ve değerlendirilmelidir. Yargıçlıkta, hekimlikte olduğu gibi taksirli bir davranış söz konusu olmamakta ancak yargıçların müfettişler tarafından denetlenmesi ve puanlanması söz konusu olmaktadır.
Hakimler ve Savcılar Kanunu (2802- 1983)
Madde 100-Adalet müfettişleri; hâkim ve savcıların görevlerini, kanun, tüzük, yönetmelik ve genelgelere (Hâkimler için idari nitelikteki genelgelere) uygun olarak yapıp yapmadıklarını ve adalet daireleri ile idari yargı dairelerini denetleme; (…) hâkim ve savcıların ve adalet daireleri personelinin görevlerinden dolayı veya görevleri sırasında suç işleyip işlemediklerini, hal ve eylemlerinin sıfat ve görevleri icaplarına uyup uymadığını araştırma ve gerektiğinde haklarında inceleme ve soruşturma işlemlerini yaparlar. İdari yargıdan atanan adalet müfettişleri sadece bölge idare, idare ve vergi mahkemelerinin denetimi ile idari yargı hâkim ve savcıları hakkındaki soruşturmalarda görevlendirilirler.
Hekimlik (veya hâkimlik) kişisel bir yorum mesleği olduğuna göre aynı eğitimi aldığı halde bir hekimin teşhis ve tedavi (veya bir hâkimin kararı) kanaati farklı olabilecek, bir hekimin (veya bir yargıcın) doğru kanaati, başka bir hekim (veya yargıç) tarafından yanlış olarak değerlendirilebilecektir. Dolayısıyla aynı hastaya (davaya), farklı doktorlar (veya yargıçlar) tarafından farklı teşhis (yorum) ve farklı tedavi (karar) veya aynı teşhis (yorum), fakat farklı tedavi (karar) uygulanabilecek, aynı teşhis ve aynı tedavi uygulaması ise çok nadir olabilecektir. Bilimsel gelişmeyi bu görüş farklılıkları motive ettiği için, bu tür tartışmalar bilimsel toplantılarda tartışılır. Dolayısıyla teşhisi (yorumu) konmuş bir hastalığın (davanın) tedavi girişimine yönelik hekim (veya yargıç) kanaati, adli mercilerce yargılanamaz ve yapılacak eleştiriler iki farklı görüş içereceğinden ve bu görüşler de bilimsel araştırmalarla sürekli bir değişim göstereceğinden, bilimsel düzeyde yapılan bu eleştiriler de yargı kararında temel alınamaz.
Hekimin (veya hâkimin) kanaati bir yorum olduğuna göre de, her farklı düşünen ve yorumlayan doktor (veya yargıç) ile ilgili soruşturma yapmaya kalkılırsa, hekimin (veya hâkimin) karar verme özgürlüğü etkilenir ve bu da doktorlarda (veya yargıçlarda) sürekli bir tedirginliğe yol açar. Böylesi bir tedirginlik, doktoru (veya yargıcı) mesleğini uygulamaktan uzaklaştırır ve ciddi girişim veya riskli tedavileri (davaları) uygulama cesaretini gösterecek doktor (yargıç) bulunmaz hale gelinir. Bu nedenle hâkim yorumu ve kanaati gibi, hekimin de yorumu ve kanaatine göre hastanın teşhis ve tedavisine yaklaşımı soruşturma konusu edilmemelidir. Çünkü doktorluk mesleğinde karmaşık bir tıbbi vakada olduğu gibi, çok karmaşık ve açık olmayan bir hukuk davasını ve sorununu farklı hukukçuların, farklı yorumlamaları, yorum mesleği olan hukuk mesleğinin de bir sonucudur.
Tıp mensubu olmayan hasta yakınları, hekimliğin bu özelliğini bilemeyeceklerinden, mesleki tartışma ve görüş-yorum farklılığını gerçekçi bir şekilde değerlendiremeyebilir ve hekime saldırma gibi tehlikeli sonuçlar doğurabilecek ön yargılar içine girebilirler. Ayrıca meslekten olmayan kişilerce bu tedavi farklılıklarının anlaşılması mümkün olmadığından, eleştiri hakları da olmaması gerekir.
Soruşturulacak olan, doktorun (veya yargıcın) girişiminin maddi bir kazanıma dayandırılıp dayandırılmadığı, yani suistimal olup olmadığı ve/veya yeterli gayreti ve çabayı gösterip göstermediği ve yaptığı girişimsel bir işlem hatası veya ihmal nedeniyle bir zarara yol açıp açmadığı ile sınırlı olmalıdır. İşlemin beklenen komplikasyonu ise soruşturma nedeni olmamalıdır.
Çünkü hekimin ve hâkimin temel hedefi ve prensibi “Kişiye zarar vermeksizin veya en az zararla, en iyi faydayı sağlamaktır”. Hekimin sehven vereceği bir zarar bedensel ve sağlığını, dolayısıyla üretkenliğini etkileyecek bir zarar iken, hâkimin sehven vereceği bir zarar da kişinin özgürlüğünü, üretkenliğini ve dolaylı olarak da yine bedensel ve daha çok ruhsal sağlığını etkileyecek bir zarar olmaktadır. Çoğunlukla da bu zarar, hekimin yol açtığı sağlık zararı gibi telafisi mümkün olmayan bedebnsel ve/veya ruhsal bir zarar da olabilmektedir. Her meslekte olduğu gibi hâkimlik ve hekimlikte de, yapılan yorum ve kanaatte mutlaka belirli oranda bir yanılma payı söz konusudur. Çünkü hiçbir doktor veya yargıç bir kasıt durumu olmadıkça, yanılıp hata yapma durumunu istemez ve en büyük ödülü, doğru karar vermiş olmak ve insana faydalı olduğunu hissetmek duygusudur. Doktor (veya yargıç) da bir insandır ve eksikleri ile ve bu eksiklerini düzeltmek ve bunlardan arınmak amacıyla yaratılmıştır. Yanılgısız ve hatasız insan ruhunun zaten dünyaya gelmesine gerek kalmamış demektir. İnsan aslında hatalarını ancak aza indirebilir, tamamen hatasız olamaz.
Hâkimlik mesleğinde olduğu gibi, hekimlik mesleğinin uygulanması sırasında da hata payı diye bir payın da olması gerekir demiştik. Hakimliğin hataları ve denetlenmesi Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu tarafından ve bir Yönetmeliğe göre yapılmaktadır.
Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu Yönetmeliği’nde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik
Madde 49-Adlî yargı hâkimleri için bu Yönetmeliğe ekli olan (Ek-1), Cumhuriyet başsavcısı ve savcıları için (Ek-2), idarî yargı hâkimleri için (Ek-3) numaralı
“Hâl Kâğıdı” formları doldurulur.
“Kimliği”, “Kişisel ve Sosyal Özellikleri” ve “Meslekî Bilgi ve Çalışması”
bölümlerini ihtiva eden hâl kâğıdı formlarının “Kimliği” ve “Kişisel ve Sosyal Özellikleri” bölümlerine ait bütün hanelerin değerlendirmeye tâbi tutularak doldurulması zorunludur. Hâl kâğıdının “Kişisel ve Sosyal Özellikleri” bölümünün doldurulmasında, bu bölüm altında gösterilen (NOT) kısmındaki açıklama esas alınır.
Hâl kâğıdı formunun “Meslekî Bilgi ve Çalışması” bölümünde ise, sıfat, yetki ve iş bölümüne göre, ilgilinin sadece baktığı işle alâkalı olan haneler değerlendirmeye tâbi tutulur.
Yönetmelikte, yargıcın “Kişisel ve Sosyal Özellikleri” yanında “Mesleki Bilgi ve Çalışması” da denetlenip puanlandırılmakta ve Teftiş Kurulu tarafından son değerlendirme yapılıp nihai puan verilmektedir. Bu nihai puana göre de yargıcın terfileri ile gerekirse uyarma cezası ile meslekten ihraca kadar farklı cezalar verilmektedir. Ancak bunlar arasında mesleki ihmal veya hatalar nedeniyle, biz hekimlerde olduğu gibi, hasta veya yakınlarının hakaretleri söz konusu olmamakta ve TCK’nın 22’nci maddesine bağlılıkları olmadığından davalı veya davacılar tarafından davalar da açılmamaktadır.
Acaba hâkimlerde olduğu gibi biz hekimler için de ihmal ve ilgisizlik sonucu oluşturacağımız sağlık zararlarımız için TCK dışında farklı bir kanun ve ciddi bir denetleme yapacak teftiş ekipleri oluşturulamaz mı? Hekim hata sayısının ve yapılan işin özelliği ve yoğunluğuna göre bu hataların oranının TTB’nin Sağlık Bakanlığı ile ortaklaşa kuracakları Pratisyen ve uzmanlık dalları komisyonları aracılığı ile belirlenmesi sağlanamaz mı? Ayrıca mezuniyet sonrası eğitimler zorunlu hale getirilmeli ve bunların kredilendirilmelerine de önem verilmelidir. Hekimin hata sayı ve oranları puanlandırılmalı ve belirlenen bir puanı aşanların durumu gözden geçirilmeli ve hâkimlerde olduğu gibi uygun müeyyideler (uyarma ile meslekten ihraç etmeye kadar) belirlenmelidir.
Özellikle acil servis ortamlarında hastaya yapılan müdahaleler, savaş hukuku gibi özel hukuk gerektirecek özel şartlara sahiptir. Farklı kurumsal şartlar yanında, her bir hastaya ve hekim önsezisine dayanan bu durumların hukuksal sonuçlarını, bilinen hukuk kuralları ile değerlendirmek, hekimlere yapılmakta ve yapılacak büyük bir haksızlıktır.
Sadece Yargıçlar değil, Basın Mensupları ve Maliye Kontrolörleri de sehven yaptıkları hatalar yönünden farklı kanunlara tabi durumdadırlar ve hataları kendi kurullarınca denetlenip teftiş ile sınırlı bulunmaktadır.
Basın Kanunu-5187
Madde 3-Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.
Maliye Bakanlığı Muhasebat Kontrolörleri Görev ve Çalışma Yönetmenliği (07.06.1989 tarih ve 20188 sayılı Resmi Gazete de yayımlanmıştır)
Madde 53-Raporlarında usul ve esasa ilişkin hata ve noksanlıklara rastlanan Kontrolörler, Grup Başkanları ve Başkanlıkça uyarılır. Uyarma sonucunda görüş birliğine varılamadığı takdirde konu, Başkanlıkça seçilecek iki Kontrolöre incelettirilir. Bu inceleme sonucu Genel Müdüre sunulur ve alınacak talimata göre işlem yapılır.
Çözümü açıkça belli olmayan ve değişik şekilde yorumlanabilecek hususlar,
Kontrolörün hata ve noksanlığı olarak değerlendirilmez.