Hakim ve savcıların maaşlarında 155 milyon lira ile 275 milyon lira arasında artış sağlayan yasa Resmi Gazete’nin 23.5.2004 tarihli sayısında yayımlandı. Yasa, 15 Mayıs’tan geçerli olmak üzere yürürlüğe girdi.
Anayasa Mahkemesi’nin 42. kuruluş yıldönümü dolayısıyla 27 Nisan 2004’de düzenlenen törende konuşan Anayasa Mahkemesi Başkanı Mustafa Bumin, özetle, yargının artık hakim bulmakta zorlandığına, AB raporlarına göre 4742 hakimin yoksulluk sınırının altında yaşadığına dikkat çekti. Bumin, Şayet hakim, asgari ihtiyaçlarını karşılayacak gelire sahip değilse, ne kadar iyi niyetli olursa olsun, kendisini ruhi bakımdan işine veremez.
Hakimlik, artık arzulanan meslek değil. İyi yetişmiş ve yabancı dil üzerine eğitim görmüş hukuk fakültesi mezunları artık hakimlik ve savcılık mesleğine girmeyi düşünmemektedir. Çok üzücüdür ki, hakimlik sınavı mülakatı sırasında adaylara neden yargıç olmak istedikleri sorulduğunda, birçok kamu kurumu sayıldıktan sonra, oralarda çalışma olanağı bulamadıkları için hakimliğe geçmek istediklerinin beyan edildiği görülmektedir.
Yoksulluk konusunda AB’den gönderilen iki uzmanın, birçok hakim, savcı, avukat ve hükümet yetkilisiyle konuştuktan sonra Türkiye hakkında düzenlediği raporda, 10 yılını doldurmamış 4742 adet hakimin, aldıkları maaşlarının azlığı nedeniyle yoksulluk sınırının altında yaşadıkları açıklanmıştır. 1998-1999 Adli Yıl açılışını yapan o günkü Yargıtay Başkanı Sayın Mehmet Uygun’un, … vicdanı ile cüzdanı arasında sıkışan hakimin kararının tam ve en sağlıklı olacağını düşünmek insan aklına ve doğasına ters düşer…’ sözcüklerini karikatür konusu yapanların, AB uzmanlarınca hazırlanan bu rapora ne diyeceklerini merakla bekliyorum. Şayet hakim, asgari ihtiyaçlarını karşılayacak gelire sahip değilse, ne kadar iyi niyetli olursa olsun, kendini ruhi bakımdan işe veremez.’ dedi ve hükümet de zammı Meclis’ten bir çırpıda geçiriverdi.
Peki hekimlerin durumu hakimlerden farklı mı? Hekimler yoksulluk sınırında değil mi? Hekimlerin koşulları daha da ağır değil mi? Enfeksiyon, radyasyon riskleri, gece nöbetlerinin oluşturduğu ruhsal ve fiziksel travma, zor ve kısıtlı koşullarda cerrahi girişim yapma mecburiyeti, saymakla bitmez. Köylerde ve ücra köşelerde, mahkemeler yok, ama sağlık ocakları var. Tarama için, aşı için, acil için sağlıkçı her zaman, hastasının ayağına gitmek durumunda kalmıyor mu..? Oradaki sağlıkçıların yaşam koşullarını siz düşünün.
Alet ve tıbbi cihaz eksiklikleri, kan ve kan ürünü sorunları, ilaç bulamama gibi sorunların yanında, sizden hizmet bekleyen güç durumdaki hasta yakınlarının feryatlarının, biz hekimlerin feryatlarına karışması. Hakim ve savcılara el kaldırmaya çekinen halkımız, iş hekimlere gelince döverde vururda. Daha ne sayayım. Bizler onlardan daha uzun eğitim görürüz. Ancak, çok daha kolay itilip kakılırız.
Tüm bunlarında ötesinde onların seslerini duyuracakları, Adalet Bakanlığı, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Yüksek Hakimler Kurulu, Danıştay ve Barolar gibi seçkin kurumları ve o kurumların başlarında da, konuşmaları her zaman çok ses getiren büyükleri var. Onların söyledikleri dinleniyor ve yapılıyor. Ne acıdır ki, sağlıkçıların sorunlarını dile getirebilen, bir bakanlığımız bile yok.
Sayın Sağlık Bakanımızın, en haklı isteklerle dahi kendisine gelindiğinde yaptıklarına bir bakın. Sanki doktor ve diğer sağlıkçılar Bakanımıza düşman. İki lafından biri doktorlar aleyhine sözlerle dolu. Zam istekleri karşısındaki olumsuz tutumu, daha belleklerden silinmedi. İşte bu olumsuzluklar nedeniyle, iş bırakma eylemleri olmadı mı?
Eh böyle olunca da, bu kafalarla, sağlıkçılar zam yerine ancak nasihat alıyorlar. Sayın Sağlık Bakanımızın, son hakim zammında birazcık olsun vicdanı sızlamadı mı acaba?
Sayın Bakanımızın, ya doktorları düşman gören kafası değişmeli, ya da kendisi.
Saygılarımla.