Bu hafta, son zamanlarda hekimlere yönelik fiziki saldırıların artmasıyla birlikte sıkça duymaya başladığımız bir kavram üzerine düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Öncelikle şunu hemen itiraf etmeliyim ki, ekmek parasını ahlak felsefesi, etik ve tıp etiği konularında araştırma yapıp ders vererek kazanan birisi olarak, birazdan sözünü edeceğim kavrama yabancı literatürde bizde kullanıldığı şekli ile hiç rastlamadım. Bu yazıda ele almaya çalışacağım konu, “Hekim Hakları”.
Konu üzerine neler söylendiği ve yazılıp çizildiğini araştırdığımda bu konuda ülkemizde bir dernek bile kurulduğunu öğrendim. Dernekler ve sivil toplum örgütleri demokratik toplumlarda önemli görevler üstlenirler. Dolayısıyla varlıkları her zaman önemlidir. Ancak, “Öğretmen Hakları Derneği”, “Hemşire Hakları Derneği”, “Maden İşçileri Hakları Derneği” veya “Polis Hakları Derneği”nin olmadığı bir ülkede hekimlerin ‘haklarına’ vurgu yapan bir derneğin varlığı da doğrusu dikkat çekici olmaktan uzak değil.
Bizim camiada hekim hakları kavramını, uluslararası tıp etiği ve tıp hukuku literatüründe var olduğu şeklinden uzak da olsa, seslendiren akademisyenler 5-6 yıldır var olsa da, başlangıçta da belirttiğim gibi, tıp etiği veya tıp hukukunu kendine meslek edinmeyen hekimler ve akademisyenler arasında hekimlerin fiziksel saldırılara uğraması sonrasında daha sık olarak duymaya başladık. “Uluslararası tıp etiği ve tıp hukuku literatürde var olduğu şeklinden uzak da olsa…” ifadesini biraz açmak gerekirse; Bütün ahlak felsefesi, siyaset bilimi ve hukuk literatüründe var olduğu üzere, ‘haklar’dan bahsedilen her yerde bunu takiben ‘sorumluluklar’dan söz edilir (rights and responsibilities). Dolayısıyla, bu konuya ilişkin yapılan ciddi yayınlarda ve tartışmalarda bu iki kavram hep peş peşe gelir. Oysa bizde ilk ortaya çıktığı günden bu yana ‘hekim hakları’ hep tek başına ve ‘hasta hakları’ karşısında mağdur olmuş bir meslek gurubunun feryatları şeklinde sunula geldi.
Bu yazının çerçevesinde, biyoetik alanında doktora yaptığım enstitüde 2 sömestrlik bir ders olan (Rights-I ve Rights-II) haklar konusunu tartışmam mümkün değil ancak şu kadarını herkes bilir ki, bir kişi veya bir grubun ‘haklarından’ söz ederken, birbirine denk olmadığı varsayılan kişi veya gruplar arasındaki eylemler sırasında daha zayıf/korumasız/dezavantajlı (vulnarable) olanı korumak adına ortaya konulan kural ve ilkelerden bahsedilmektedir. Örneğin, erkek karşısında kadın (Kadın Hakları), insan karşısında hayvan (Hayvan Hakları), çoğunluk karşısında azınlık (Azınlık Hakları), yetişkinler karşısında çocuklar (Çocuk Hakları), işveren karşısında işçiler (İşçi Hakları), devlet karşısında vatandaş (Vatandaşlık Hakları) ve sağlık çalışanları karşısında hastalar (Hasta Hakları) gibi. Bu yüzden hiçbir yerde ne Erkek Hakları, (Hayvanlara Karşı) İnsan Hakları, Çoğunluk Hakları, İşveren Hakları, Devlet Hakları, Yetişkin Hakları, ve dolayısıyla da Hekim/Hemşire/Laborant Haklarından bahsedilir, ne de bu konuda dernekler kurulur. Zira, güçlü/hâkim/avantajlı konumda olan kişi veya grupların, haklarından ziyade sorumluluklarından söz etmek makuldür.
Ülkemizde gerek alanımızın akademisyenlerinin yıllardır dile getirdiği şekli ile, gerekse 1-2 yıldır farklı disiplinlerden hekimlerin tartıştığı şekli ile ‘hekim hakları’, herhangi bir meslek grubunun (hemşire, öğretmen, polis, maden işçisi, vb.) işvereninden sağlamasını isteyeceği haklardan farklı şeyler değildir. Hekim haklarından söz ederken dönüp dönüp söylenen şeyler şunlar: “Hekimler şiddete maruz kalmasın.”; “Hekimler aşırı iş yükü altında ezilmesin.”; “Adil bir gelir düzeyine sahip olunsun” veya “Hekimler, temel inançlarına ve etik değerlerine aykırı olan görevleri yerine getirmeye zorlanmasın.” Bu isteklerin hangisi herhangi bir meslek grubu için geçerli değildir ki? Bunun için ayrıca dernek kurmaya veya sürekli kamuoyu gündemini meşgul etmeye gerek var mı acaba? Bu tür eylemlerin, söz konusu meslek grubuna toplum nazarında sempatiden ziyade iticilik kazandırma ihtimali her zaman mevcuttur. Sözü edilen konularda hak arayışı ve talebi içinde olmak zaten meslek kuruluşlarının asli vazifeleri arasında mevcuttur. Bunu başka platformlara taşımak korkarım “meslek onuruna” da zarar verebilir.
En büyük yanılgı ve tehlike ise hekim haklarını, hasta haklarından doğan mağduriyeti telafi eden bir şeymiş gibi sunmaktır. “Sürekli hasta haklarından bahsediliyor ama kimse hekimin hakları nelerdir diye sormuyor.” Veya, “Hasta hakları, hasta hakları. Ya bizim haklarımız?” ifadelerini herhangi bir klinisyenden duymak hoş olamasa da anlaşılabilir. Fakat, bunu tıp etiği camiasında birilerinden duymak son derece yadırganası bir durum. Çünkü böyle bir söylem etik açıdan manasız (nonsense) ve yanlış bir şeyi dile getirmektedir.
Son söz: Bugün –ve yıllardır- hekim hakları için “kendini paralayanlar”ın, bir zamanlar bu ülkede hasta haklarının ve hasta özerkliğinin bayraktarlığını yapanların olması da hazin bir tesadüf. Zaman, yıllar önce: “Bakmayın siz bu Batılı biyoetikçilerin dediklerine. Takılmayın onların peşine. Onlarla aynı frekansta olmak adına, ‘bilgilendirmiş olur’ –veya onların deyimiyle, affedersiniz, ‘aydınlatılmış onam’-, hasta özerkliğine saygı ve hasta hakları fikirlerine bu kadar sarılmayın. Bunlar bize 1 numara büyük gelir. Bunları bizim toplumun değerlerine ve birey psikolojilerine uydurarak almak lazım.” diyenleri haklı çıkardı.