Hani her köyün bir delisi olur ya, bizim köyün delisi de deli Ahmet idi. Yanlış anlaşılmasın, akli dengesi bozuk bir meczup değildi. Bilirsiniz, insanlar kendisinden farklı düşünen ve davranan kişileri anlamaya pek yanaşmazlar. Deli Ahmet de öyle birisi idi, hayata ve etrafında cereyan eden olaylara bakışı farklı olduğu için, deli der geçerlerdi. Köyün girişinde derme çatma bir tahta kulübede yaşardı. Ne yer ne içer ne ile geçinir pek bilinmezdi, gerçi kimsenin umurunda olduğunu da sanmıyorum ya, neyse. İlginçtir ki, bizim köyde kimin başı sıkışsa, akıl danışmak için soluğu onun yanında alırdı. Deli Ahmet istişarenin vücut bulmuş hali idi. Köyün akıllıları delinin fikrine muhtaçtı iyi mi.
Benim son günlerde pek tadım yok. Canım sıkkın. Cevabını bulamadığım bir sürü soru var aklımda. Düşün düşün, çıkamıyorum işin içinden. Baktım olacak gibi değil, benim başım kel mi? Uğrayayım dedim deli Ahmet’e. Ne de olsa, boşuna dememişler; akıllı düşününceye kadar, deli çocuğunu everir. Bakarsın, benim sıkıntıma da bir hal çare bulur.
Yanına vardığımda kulübesinin önünde eskimiş beyaz bir plastik sandalyeye oturmuş güneşin batışını izliyordu.
- Hayırdır evlat akşam akşam nedir seni buraya kadar getiren? Diye sordu selamlaşma ve hal-hatır sorma faslı bitince.
- Ahmet amca, sana danışmam gereken bir konu var, onun için geldim, dedim. Bana uzattığı tabureye iyice yerleştikten sonra, ona işyerinde yaşadıklarımdan, kimse tarafından sevilmediğimden, eşimin bile çocuklara iyi bir baba olamadığıma inandığından, etrafımda kimse tarafından sevilmediğimden bahsettim. Ve sonra bana huzur vermeyen o soruları ortaya boca ettim:
- Neden? Ben bunu hak ediyor muyum? Kime ne yaptım ki bana böyle davranıyorlar? Oysa kimseye kötülüğüm yok, kimsenin dedikodusunu yapmam, evden işe, işten eve giden birisiyim, kahvehaneye gitmem, meyhaneye gitmem, çocuklara vakit ayırırım. Ben bunu hak edecek ne yaptım? Haksız mıyım?
- Bu köyde herkesin bir hikayesi vardır, dedi uzun bir sessizlikten sonra deli Ahmet. Bakışlarımdan bu söylediklerinden hiçbir şey anlamadığımı fark etmiş olmalı ki, devam etti:
- Bazen insanlar duydukları bu hikayelerin doğru olup olmadığına karar vermek için çok zaman harcarlar. Durmadan hikâyenin içeriğini irdelerler. Oysa, önemli olan hikâyenin içeriği değil, bizim işimize yarayıp yaramadığıdır diye ekledi.
- Ahmet amca, kusura bakma ama ne demek istediğini anlayamadım, konuyu biraz daha açar mısın? Diye sordum.
- Bak evlat, sen Oğuz Kağan’ın oğullarına verdiği nasihati bilir misin? Hani şu önce bir oku kırmasını söylediği, sonra on oku kırmasını söylediği efsaneyi? O efsanede bahsedilen konu ne? Diye sordu.
- Birlik ve beraberliğin önemi diye cevapladım, ama hala daha konuyu nereye bağlayacağını anlamadım.
- Peki hiç düşündün mü bu rivayet doğru mudur değil midir diye? Hakikaten böyle bir şey yaşanmış mıdır, yaşanmamış mıdır? On ok mu on iki mu?
- Hayır.
- İşte evlat, sana deminden beri anlatmaya çalıştığım da budur. Bizim için hikayelerin içeriğinden ziyade anlamı ve ne işe yaradığı önemli. Aynı şekilde ağustos böceği ve karınca ile ilgili masalda da biz içeriğinin doğru olup olmadığına değil, bize ne anlatmak istediğine, bizim ne işimize yaradığına bakarız. Sonuçta adı üzerinde, masal. Peki söyle bakalım evlat, kendinle ilgili bu anlattıklarının anlamı ne? Bu anlattıkların senin ne işine yarayacak? diye sordu gözlerimin içine bakarak.
- Ne işime yarayacağı var mı? Bilmek istiyorum. Kim haklı ben mi onlar mı? Ben sevilmeyecek kadar kötü birisi miyim? Sence de haksız mıyım yani? diye sordum. Biraz gerilmiştim, belli etmemek için bakışlarımı kaçırdım.
- Kim bilir? Daha doğrusu bundan kime ne? Sana ne? Az önce anlattığım masalların içeriğine odaklanmayıp sonucuna ve bize ne anlatılmak istediğine odaklanmıştık ya hani.. Şimdi senin bu anlattıklarının içeriğini bir kenara bırakırsak netice itibarı ile bana ne demek istiyorsun? Yani ben bu dediklerinden ne anlamalıyım? Ve bu senin ne işine yarayacak? Haklı olsan ne olacak, olmasan ne olacak? Bu seni daha iyi bir baba yapacak mı? Ya da iş yerinde daha çok sevilen birisi olacak mısın? Ayrıca, kime göre doğru, kime göre yanlış? Bu yüzden enerjini hikâyenin içeriğini sorgulamak ya da değiştirmek yerine, hikâyenin sana ne demek istediğine harca. Çünkü, esas mesele, senin bu hikayelere ne kadar inandığın ve bu hikayelerin hayatına ne kadar yön verdiğidir. Peki ya hikayen “Ben asla sevilmeyeceğim” ya da “Yirmi yıldır kötü baba idim ve bundan sonra hep öyle kalacağım” gibi bir şey ile biterse? Ve hayatına bu düşüncelerin yön verdiğini bir düşünsene. Düşüncelerin seni nereye götürdüğünün farkında mısın? diye cevap verdi. Gerildiğimi fark etmiş olmalı ki, ses tonu biraz yumuşadı.
Ayaklarım uyuştuğu için oturduğum tabureden kalktım ve kulübenin önünde ileri-geri yürümeye başladım. O esnada deli Ahmet bana ve kendisine çay dolduruyordu.
- Peki, bu anlattığın hikâyenin içinden değil de dışından baktığında, yani tüm bu anlattıklarını bir bütün olarak gördüğünde nasıl bir sonuç ortaya çıkıyor?
- Bir yerde bir hata var, bir şeylerin değişmesi lazım dedim uzun uzun düşündükten sonra.
- Bu hikâye sana değişmen gerektiğini söylüyorsa, değişim için adımlar atarsın. Belki bazıları başarısız olur, ama sonuçta sen bir şeyleri değiştirmek için uğraşıyor olursun. Ve günün sonunda sevilen bir çalışan ve başarılı bir baba olma şansı yakalarsın. Ama haklı olup olmadığını düşünür ve o düşünceye takılıp kalırsan değişim için hiçbir şey yapmamış olursun ve günün sonunda sevimsiz herifin teki olur çıkarsın. Kimse kaç gün daha yaşayacağını bilmez, kimse geçmişe dönüp hataların oluşmasına engel olamaz. İyi bir baba olabilir misin? Bilemeyiz, sen de bilemezsin. Arkadaşların tarafından sevilecek misin? Kim bilir? Ölene kadar yaşadığın her gün, sana cevabın sadece o günkü kısmını verecek. Karar senin. Ya haklı olup olmadığını düşünür ve takılıp kalırsın ya da değişim için adım atarsın.
Deli Ahmet’in anlattıkları bende farklı bir bakış açısı oluşturdu. Bugüne kadar hep haklı olduğumu ispatlamaya çalıştım. Tartıştım, kavga ettim, küstüm, evden gittim. Kavga eden iki tarafı dengelemeye çalıştım. Sonuçta çoğu zaman yine ya başarısız oldum, ya da ben haksız duruma düştüm. Öfke ve gerginliğimin esas sebebi buydu galiba. Enerjimi haklı olmaya, ‘halletmeye’ ‘çözmeye’ harcadım. Ve bugün geriye dönüp baktığımda bir arpa boyu yol alamadığımı görüyordum. Ahmet amca bana hikayedeki detaylara takılıp kalmamı değil, hikâyeyi olduğu gibi bir bütün olarak ele alıp dışarıdan bakmamı öneriyordu. Hikayenin içinden değil, hikayeye doğru bakmamı öneriyordu.
- İnsanlar doğuştan problem çözmeye, sorun gidermeye programlanmışlardır. Nasıl diyorsunuz siz gençler, bizim olayımız bu. İnsanların işi sorun çözmek. Şimdi senin önüne iki bilinmeyenli bir denklem koysam, sen hiç düşünmeden onu çözmeye başlarsın. Çözemediğin zaman da gerilirsin, çözünce de rahatlarsın. Peki, bak bakalım dışarıya, ne görüyorsun?
- Güneş batıyor, bulutlar var, gök yüzünde uçan kuşları görüyorum. Rüzgârı hissediyorum.
- Peki şu anda aklından hiç bu güneş batıyor ama nereye batıyor? Batmazsa olmaz mı? Acaba güneşin yüzey sıcaklığı şu anda kaç derece acaba? Rüzgâr da çok esiyor canım, nasıl hızını azaltsam acaba? Gibi şeyleri düşünüyor musun? Bu manzarayı çözmeye çalışıyor musun?
- Hayır tabii, saçmalama, ne alaka? Ben bu görüntünün tadını çıkarıyorum.
- İşte evlat, aslında senin karşına çıkan olayların, yani aklından geçen düşüncelerin, geçmiş anıların, gelecek ile ilgili belirsizliklerin hepsini sen refleks olarak çözmeye, halletmeye çalışıyorsun. Bugüne kadar da hep böyle yaptın. Neticede kısa vadede sana rahatlık vermiş olsa da uzun vadede, hele ki bu sorunlar yığınla üzerine-üzerine geldiğinde altında ezilip kaldın. Oysa, bundan sonra farklı bir şey denemeye çalışsan nasıl olur? Aklından geçen düşüncelere, geçmiş anılara, gelecek ile ilgili belirsizliklere gün batımını ve gökyüzünü izler gibi izlesen. Hemen halletmek ve çözmek için uğraşmasan? İçeriğini değil, sana esas vermek istediği mesajı anlamaya çalışsan?
- Çok iyi konuşuyorsun da ben bunu nasıl yapacağım Ahmet amca? Demesi kolay
- Bak evlat, öncelikle kendinle ilgili anlattığın hikayeleri, aklından geçen düşünceleri gereğinden fazla ciddiye alma. Kendini, değer verdiğin kişileri, olan bitenleri çözülmesi gereken bir problemmiş gibi düşünmeyi bırak. Onlara tıpkı gün batımını izler gibi izlemeyi öğren, müdahale etmeden. Bunu her gün yapmaya çalış. Zorlanacağın zamanlar ve durumlar olacak. Bunun için sana daha önce muhtar için yazdığım bir rehberi vereceğim, onu dikkatlice oku. Muhtar geleceğim dedi ve gelmedi, bari bir işe arasın. Yorma beni, al biraz da kendin uğraş. Dedi ve elime bir kâğıt tutuşturdu.
Çok merak ettim ne yazdığını muhtara. Eve gelir gelmez ilk iş o yazıyı okumak oldu. Kendi el yazısı ile aşağıdakileri yazmış:
‘Muhtar, sen de diğer insanlar gibi gündelik konuşmalarında genellikle bazı konuşmalar ve diyalogların içinde bulursun kendini. Bunlar seni zorlar ve adeta hapseder. Senin de aklından geçen çoğu düşünceler seni kendi içine çekip hapseder. Bu konuşmaları ve düşüncelerin kendine has özellikleri vardır. Eğer seni kendi içine çekip hapsedecek olan bu tür düşünce ve konuşmaların farkında olursan daha sağlıklı kararlar alırsın. Seni senden alıp içine hapseden bu düşünce ve diyalogların özelliklerine gelecek olursak:
- Genellikle alakası olmayan şeyleri birbiri ile karşılaştırır, değerlendirir ve yargılar.
- Karışık ve karmaşıktırlar, anlaşılması zordur.
- Bu ilişki neden yürümedi?
- Belki daha dikkatli olmalıydım, aslında dikkatli idim.
- Ya onu ilgim ile boğuyorsam?
- Ben bu ilişki olayını bir türlü öğrenemedim.
- Acaba affeder mi? Affetse de artık bu saatten sonra ne değişir?
- Çok sayıda ‘ama’ içerir.
- Kumarı bırakmazsam işimi kaybederim, eşim çocukları alıp gider, AMA durabilir miyim bilmiyorum.
- Taraf tutmayı gerektirir ve düşmanca bir tutum içerir.
- Bunların hepsi benim hatam.
- Onlar da anlayış göstermedi, beni bu hale onlar getirdi.
- Geçmiş ya da geleceğe odaklıdır.
- Keşke ona borç vermeseydim.
- Geçen sene o arsayı alsaydım, şimdi paraya para demiyor olurdum, aptalın tekiyim.
- Ya haftaya işten atılırsam?
- Ya iflas edersem?
- Sorunun ne olduğu net değildir ve çözümü zordur.
- Bir şeyin tanımlamaktan ziyade nedenini açıklamaya çalışır.
- Kategorize eder.
- Daha önce çok karşılaştığınız konulardır ve bu konularla ilgili geçmiş deneyimleriniz vardır.
- Hep aynı şeyler.
- Bunu daha kaç defa anlatacağım sana?
Karar ver muhtar, haklı mı olmak istersin yoksa huzurlu mu?’
Deli işte, ama yine de dediklerini yapmaya değer. Bakalım hele, sabah ola hayrola diye geçirdim aklımdan yorganı üzerime çekerken.