Ahmet orta yaşlarda, fiziksel güç gerektiren zor işlerde çalışan bir inşaat işçisidir. Bir sabah uyandığında sırttan aşağıya beline doğru sinsice ilerleyen bir ağrı hisseder. Başlangıçta, bu ağrıyı sıradan bir yorgunluğun sonucu olduğunu düşünerek önemsemez. Ancak, gün geçtikçe artan ağrısı, günlük yaşamını etkilemeye başlar. Ahmet, artık oturduğu yerden kalkarken bile zorlanmaktadır. Sanki birden hızlıca yaşlanmış hisseder. Ayakta dik duramamaktadır. Çoraplarını eğilip giyememekten şikayetçi olmaya başlar.
Bir gün, çalışma arkadaşı Murat’ın tavsiyesiyle sonunda bir beyin cerrahına gitmeye karar verir. Ahmet, doktorun karşısında otururken, oraya gelene kadar çevresindeki insanlar ve sosyal medyadan öğrendiği olumsuz hikayelerinde tesiri ile çok düşüncelidir. Aklında oluşan soruların ve endişelerin yükü altında zaten iyice ezilmiştir. Ta ki doktorun da bir cümleyle onun dünyasını, daha da çok sarsmasına dek: “Ahmet Bey, fıtığınız patlamış.”
Bu sözler, Ahmet’in kafasında bir dizi korkutucu senaryoyu tetikler. Patlamış bir fıtık ne anlama gelir? Acaba felç olma riski mi var? Eve dönerken bu düşünceler arasında kaybolur, ailesine nasıl söyleyeceğini düşünür. Kendini çaresiz hissetmektedir, bu yeni gerçeklikle nasıl başa çıkabileceğinden pek emin değildir. Bütün bunların yükü altında çabucak bu sorundan kurtulması gerektiğini düşünerek ne söylendiyse kabul etmeye karar verir. Bir an önce fıtığın alınması gerektiği yoksa ona zarar vereceği söylenerek korkutulmuş olduğundan, hızlıca kurtulabileceğine inandırılır. Yeterli süreyle ilaç kullanılmadan sadece bel ağrıları yüzünden kısa süre sonra ameliyat olur. Doktoru ameliyat sırasında belin çok oynaktı, kayma tespit ettiğimiz için platinde taktık, der. Kaç vida takıldı diye sorar, 8 vida takmak zorunda kaldık denilir. Şimdilik şikayetlerinin bir kısmı azalmıştır ancak eskisi gibi değildir artık, vücudunda değişen bir şeyler vardır. Eskiden bacaklarında şikayeti yoktu ama şimdi bacaklarından birinde ağrı ve uyuşması da başlamıştır. Yürüyüşü biraz güçleşmiştir. Doktoru bunun beklenen bir durum olduğunu istirahat etmesi gerektiğini söyler. Bir süre sonra o da her şeyi unutur, yaşantısına devam etmeye çalışır.
Başka bir yerde, Ayşe’nin hikayesi de dramatik bir şekilde gelişir. Ayşe, başarılı ancak yoğun bir kariyere sahip genç bir kadın. İş temposu ve sorumluluklar nedeniyle bedenini zaman zaman ihmal ettiğinin farkında. Bir gün, ani bir hareketle belinde ve bacağında şiddetli bir ağrı hissettiğinde, tüm planlarından vazgeçmek zorunda kalır. Çok doktor dolaşır, hepsi benzer şeyler söylemekte ama çözümler farklı farklı olmaktadır. Sonunda güvendiği doktorun önerilerine uymaya karar verir. Ona doktoru “Fıtığın patlamış” der. Ama hemen ameliyat olmalısın demez. Ayşe de, ilk başta paniğe kapılır. Ancak, doktorunun ve çevresinin önerisiyle konuyu detaylıca araştırmıştır.
Ayşe, sosyal medyada bel fıtıkları ile ilgili pek çok kaygı verici hikaye bulur, fakat bilimsel kaynaklara odaklanarak bu bilgi kirliliğini aşmayı başarır. Doğru egzersizlerle ve yaşam tarzı değişiklikleriyle ağrısını kontrol altına alabileceğini öğrenir. Bu süreçte, sadece fiziksel değil, ruhsal olarak da güçlenir ve bu deneyimin sadece bir sağlık mücadelesinden fazlası olduğunu fark eder. Tedavi yöntemlerinin tek olmadığı hastadan hastaya değişebileceğini fark eder ve basamakları birer birer çıkmaya karar verir. Acele edip verilmesi gereken son kararı ilk olarak uygulamaz. Önce fizik tedavi doktoruna başvurur ve egzersiz programına başlar. Bir ayı geçirdiğinde ağrıları tamamen kaybolmuştur ve normal yaşantısına döner. Doğru kararı onun da eski sağlığına dönmesini sağlamıştır.
Ahmet ve Ayşe’nin hikayeleri, toplumdaki bilgi eksikliğinin ve korku dolu söylemlerin kişileri nasıl etkileyebileceğini göstermektedir. Ancak aynı zamanda, doğru bilgi ve destekle bu tür zorlukların üstesinden gelinebileceğinin de altı çizilmektedir. İkisi de bu süreçten belki öğrenerek çıkmıştır; ancak Ahmet’in vücudundaki değişim, onun gelecek yaşantısını değiştirme riskine sahiptir. Doğal olan çözümler her zaman daha üstünüdür. Ya da doğal olana yakın çözümlerde denilebilir. Tabiki zorunda kalındığında, başka çarenin kalmadığı durumlarda cerrahi bir tamir yapılmalıdır. Ancak asla ilk tercih ve en komplike şekilde bir çözüm olmamalıdır. Çünkü insan vücudunun da doğal işleyiş mekanizmalarında bazı sınırlamalar vardır ve biz cerrahlar yaptığımız cerrahi tamirde o doğal denge sınırını aştığımızda gelecekte olacak yeni değişim için bir başlangıç noktası oluşturmuş olabiliriz. Kısacası doğal olana güvenmek zorundayız ya da doğala yakın çözümlere güvenilmelidir. Bilimsel gerçeklerde bu yöndedir.
Aslında her iki hikaye de, bireylerin kendi sağlıkları üzerinde nasıl kontrol sahibi olabileceklerini ve aldıkları kararlar ile yaşamlarını nasıl etkileyebileceklerini göstermeye çalıştık. Bazen kötü bir tecrübeyi mutlaka yaşamamız gerekmez, böyle geri dönülmesi zor bir duruma düşmeden önce bulunduğunuz şartların iyi değerlendirilmesi gereklidir. Ayrıca toplumumuzda hem yaygın bir bilgi eksikliği hem de ne yazık ki diyeceğim, toplumun devam eden cahilliğinin yarattığı bilgi karmaşası vardır. Ahmet gibi birçok kişi, doğru bilgiye zamanında ulaşamadığı için gereksiz korkular yaşayabilir ve yanlış bir karar alabilir. Ancak Ayşe’nin hikayesi, bilinçli bir yaklaşım ve doğru bilgilendirme ile bu tür sorunların üstesinden gelinebileceğini gösterir.
Son sözler; Bel fıtığı gibi hayati bir tehlike yaratmayan bir durumda, yaşam kalitenizin bozulmaması için doğru bilgiyi edinmek ve uzman görüşlerini çeşitli kaynaklardan almak önemlidir. Bunun toplumda yaygınlaşması, bilgi kirliliğini azaltabilir, bilimsel çözümlerin tercihini artırabilir ve insanların sağlıklarına dair daha bilinçli kararlar almasına yardımcı olabilir. Tabi bu noktada diyeceksiniz ki, toplum cahil ise ilk doktorun suçu yok mu? Kararında acele etmedi mi? Her meslekte olduğu gibi bu meslek grubunda da tecrübe farkları ile farklı kaygılar ne yazık ki vardır, bu yüzden kararlarda acele edilmişte olabilir. Bu yüzden son karar verilirken asla acele edilmemesini ve farklı görüşlerinde alınmasını tavsiye ediyoruz.
Ayrıca yurdumun yaşadığı sağlık skandalı için ne söylenebilir ki? İlk değil son da olmayacak gibi görünüyor. Yazımın konusu da başka bir sağlık durumumuzla ilgiliydi. Ülkemde bilim sürekli ön planda tutulsa, yapılan işler atılan adımlar hep bilime uygun olsa, ne evler yıkılır ne bir şeyler durup dururken patlar, ne de o bebekler yoğun bakımlarda sefil olurlardı. Kaderler çok farklı tecelli ederdi. Sistem bir çok batı ülkesi ile dıştan aynı olsa da sistemin çalışması ne yazık ki aynı değil. Sağlık sistemimizi oluşturan çok büyük imkanlarımız hastanelerimiz var ama halen onları tam verimli kullanamıyoruz. Çünkü çalışmayan çok.. Bu kadar maaşa bu kadar iş diyen çok.. Ya da daha önceki ay vurgulanan konu olan ahlakımız yozlaşmış ve öyle eksilmiş ki böyle bir seyir ortaya çıkıyor. Sistem verimli çalışamıyor. Sağlık gibi önemli bir konu esnafın eline bırakılıyor. Sağlıkla ticaret yapılıyor. SGK’dan zengin olunuyor. Yani olaylarda sadece çetelere ya da kişilere olayları indirgemek ne kadar doğru, toplumsal manada bir otokontrol olsa elbet bu işler olurken o çeteyi şikayet edenler olurdu. Engel olanlar olurdu. Menfaatleri için göz yumanlar çok. Bu kadar büyüyerek çete denilen hale nasıl gelindi? Zincirde bu kadar fazla halka nasıl oluştu? Bu kadar vatandaşımız mağdur olmadan ortaya çıkmaz mıydı? Ama hey hat hepsi de ahlaktan nasip almamış, sadece maddi çıkarlar için yaşayan mahluklar. Kazanılan para insan canından daha mühim. Yani toplumsal öncelikler çoktan değişmiş. Bundan iki hafta önce başka bir olayda bir genç erkek 2 genç kızı katletti kafalarını kopardı. Nasıl bir psikoloji? Gencin yaşadığı yerde çevresinde ailesinde bir kişi onun böyle bir şey yapacağından hiç şüphe etmedi mi? Engel olamadı mı? Nerede şuurlu insanlar? Herkes ekonomik kaygılarla yada farklı mücadelelere düşmüş durumda. Toplum birbirini tolere dahi edemiyor, ufak bir kıvılcımda neredeyse birbirlerini öldürecekler. Her şeyin başı gerçek bir eğitim eksikliği, eğitimin doğru şekilde verilmemesi ve doğru uygulanmamasında. Sorun diplomaların içinin doldurulmamasında. Ben nice diplomalı kırk kat cahil insanla karşılaşıyorum. Bazen de diplomasız ama yaşamı iyi anlamış etrafını okuyan insanlarda görüyorum. Bir de gerçek okullarda okuma fırsatı bulsalar neler yaparlardı. Okumayan insanlarımızın belki fıtık patlamasını Google ile araştırıp okumaları için yazıyorum. Çünkü boş dedikodu dışında sadece sağlık sorunları için okur olmuşlar. Daha çok şeyi merak etmeleri lazım. Soru sormayan sorgulamayan halini kabullenmiş bir toplum.. Yani asıl fıtık beyinlerde, zihinlerde.. Bilimle kalın..
2 yorum
Bel fıtığı sorunuyla ilgili birçok kişi yıllarca sıkıntı çekmekte, ancak farklı bel ağrısı nedenleri hep göz ardı edilmektedir. Maalesef bu durum, hem hastaların hem de başvurdukları hekimlerin eksik yönüdür. Bel fıtığı ve bel ağrısı gibi sorunlar, jinekolojik Hastalıklar hiç ama hiç araştırılmadan tanı konulmakta, özellikle kadınlar yıllarca jinekolojik kaynaklı hastalıklarla yaşarken, yansıması olan bel ağrısı, bel fıtığı ile sizlere başvurmaktadırlar.
Kadınlar jinekolojik hastalıkların bel ağrısına sebep olabileceğini asla düşünmezken, doktorlar da bu ihtimali göz ardı etmektedir. Çoğu kadın, jinekolojik bir sorun olduğunu kabullenmek yerine bel fıtığı veya bel ağrısı teşhisini tercih etmekte/umursamamakta/yok saymakta, doktorlar ise bu tercih doğrultusunda hareket etmektedir. Ancak “vajinal akıntı” gibi basit görülen şikayetler hastalarda yansıyan bel ağrılarının habercisi olabilmektedir. Önemsenmedikleri veya göz ardı edildikleri için ciddi sorunlara yol açabilir. Kadınların jinekolojik sorunum/şikayetim yok demesine asla itibar etmeyin, jinekolojik olarak hasta kadınlar toplumsal baskılar yüzünden sağlıklıyım imajı çizebilirler.
Jinekolojik problemler çözülmeden, omurga sorunları için yapılan müdahaleler de mevcut bel ağrılarını geçiremediği için başarısız olabilmektedir. Hastalara platin takılmasına rağmen şikayetlerin devam etmesi bu eksik değerlendirmelere bağlıdır kanaatindeyim. Peki, bu durum sadece kadınları mı etkiler? Hayır. Jinekolojik problemler yaşayan kadınlarla uzun süre cinsel temasta bulunan erkeklerde de kaçınılmaz olarak “pelvik enflamasyon” gelişebilir, bu da bel fıtığı gibi algılanan benzer bel ağrısı yakınmalarına yol açabilir.
Bu nedenle, bel ağrısı veya bel fıtığı sorunu yaşayan kadın ve erkeklerin yakınları, eşleri, anneleri, kızları veya partnerleri neden “deneyimli bir jinekoloğa” hiç ama hiç yönlendirilmez? Bel ağrısının jinekolojik bir bağlantısı olmadığını mı düşünüyorsunuz?
Tabiki katkınız için teşekkür ederim, bu yazıyı kaleme alma amacım tam da buydu. Yani hastanın bel ağrısı var ama radyolojik olarak tamamen doğal bulgulara sahip ise sorunun kaynağı farklı demek oluyor. Bunun için hastanın doğru şekilde sorgulanması ve yönlendirilmesi gerekiyor. Örnek 2. hastanın belki de böyle sorunları vardı. Bilimle yol alınca herşey kolayca çözülür. Gereksiz bir bel cerrahisi de yapılmamış olur.