Bildiğiniz gibi, çok hızlı bir şekilde değişim gösteren zamana evrensel boyutta ayak uydurabilmek, ayakta kalabilmek ve söz sahibi olabilmek için, gerek üniversite, eğitim sistemi ve politikaları ve gerekse bilim insanı yetiştirme programları hakkında, ilmi ve pratik tecrûbî müktesebatım ışığı altında, sık sık makaleler, kitaplar yazmakta, konferans, panel, toplantı, sempozyum, çalıştay ve TV programlarında fikir beyan etmekteyim. Bunu bir anlamda da, kendime görev addediyorum. Zira, hilkat itibarı ile, bu Kâinatın suyunu içip havasını soluyan her canlının, kendi çapında ve tecrûbesince hayata katkı sağlamak gibi çok önemli bir vazifesinin mevcudiyetine inanıyorum. Bu vazifeyi, ülkemiz ve insanımız açısından dikkate aldığımızda ise, çok daha fazla ehemmiyet taşıdığını, her akl-ı selim sahibi farkındadır.
Benim açımdan, üniversite, bilim insanı, akademik paye kazanımı ve unvanının hakkını verebilme, eğitim, öğretim, evrensel boyutun yanında Ülkeme ve Milletime katma değer sağlayanların yetiştirilmesi, bilim ve teknoloji üretimi gibi çok önemli hususlar olarak telakki edilmektedir.
Uluslararası Bağımsız Değerlendirme Kurumlarınca, çeşitli bilimsel kriterler dikkate alınarak yapılan sıralamalarda, Üniversitelerimizin durumu yürekler acısıdır. Daha da vahim olanı, hakikatte “Üniversite” vasfını taşıyabildikleri bile tartışmalı olanlar bir yana, çok köklü 50-60 yıllık bazı üniversitelerimiz bile, çok matahmış gibi, bu sıralamada ilk 500 ve hatta ilk 1000 içerisine girebildiklerini, reklâm eder gibi, övünerek ifade edebilmektedirler. Kendilerince, fakülte bazındaki yerlerini ise, işlerine geldiği gibi serd etmektedirler. Adı sanı duyulmayan, iğdiş edilen unvanlarla ortalıkta dolanan, ancak ilmi kriterler çerçevesinde hayatta olmayanların(!) istihdam edildiği kuruluşların, mangalda kül bırakmayan beyanatlarını ise, siz kaarilerimin engin ve samimi tefekkürüne tevdi ediyorum.
Öğrenci avına çıkan Üniversiteler, boyalı, cafcaflı ve göz boyayıcı reklamlardan ziyade, uluslararası bilime katkıları, buluşları, ilmî ve ciddî ödülleri, ülke ekonomisine, sanayisine, ticaretine ve özellikle ihracatına faydaları, teknolojik kazanımları, akademik kadrolarının, hocalarının(!) ilmî potansiyelleri, mezunlarının evrensel başarıları ve sahip oldukları patent sayıları gibi kriterler ile arz-ı endam etmeleri gerekir. Öğrencilere bir şekilde, çeşitli hedef ve mülahazalarla sadece bir diploma vermek gibi gayesi olup da, hayata katkı sağlamaları gibi bir mottosu ve kaygısı olmayan kuruluşların “Üniversite” ismini kullanmaya hakkı olmamalıdır! Yoksa, liseyi bitiren her öğrenciye, lise diploması yanında bir de “Üniversite Diploması(!)” vermek sureti ile, aileleri bu külfetten kurtarmak mümkündür! Gerçi, lise eğitimi de yürekler acısı ya… Neyse.
Karamsarlığa düşmeden, kendimizi bir an önce toparlayıp, hedef belirlemek lazımdır. Özellikle YÖK, acilen gerekli önlemleri almalı ve değişiklikleri gerçekleştirmelidir. Bu hususta neler yapılaması gerektiğini yıllardan beri, söylüyor ve yazıyoruz.
Tabii ki, örnek alınabilecek Üniversitelerimiz ve fakültelerimiz de yok değil. Kötü, asla örnek teşkil etmemelidir! En azından iyi bir örnek olması açısından, “takdir anlamaktır” düşüncesi ve İbn-i Sina’nın “Bilim ve San’at Takdir Edilmediği Yerden Göç Eder” (her ne kadar yıllar önce bir beyanatımda bu ifadeleri kullandığım için üniversitede hakkımda soruşturma açılmış olsa da,) özdeyişi ile, takdire şayan bir örneği paylaşmak istiyorum.
İstanbul’da, Bahçeşehir Üniversitesi Tıp fakültesi Dekanı Sevgili Prof. Dr. Türker Kılıç’ı, her zaman planlı ve programlı çalışmaları, hayata ve bilime katkısı, ilmî prensiplerinden ödün vermeyen tavrı ve onurlu duruşu ile hep takdir ve teşvik etmişimdir. Kurucu Dekanı olduğu Tıp Fakültesini, Dünya çapında bir Fakülte yapabilmek için, hem çok iyi hekim ve hem de çok iyi bilim insanı yetiştirebilmek adına, bizzat yaptığı mülakatlarla, daha ilk sınıflarda öğrencileri tercihlerine göre yönlendirmekte, klasik eğitimin yanında, kendisinin ihdâs ettiği “Bilim İnsanı Seçme Programı” ile de Tıp Eğitimine yeni bir vizyon getirmiştir. Lise sınıflarından bizzat giderek, çalışkan ve istikbal vadeden öğrencileri alıyor, ameliyathanelere ve laboratuvarlara sokup zehirlemekte(!) ve geleceğin müstesna-müstakbel hekim ve bilim insanlarına ışık olmaktadır. İstihdam edeceği akademisyenlerde, “olmazsa olmaz” şartları belirlemiş, objektif ilmî bir kriter olan “H Faktörü”nden asla taviz vermeden, kadrosunu oluşturmuş ve yakinen şahit olduğum üzere, bütün bu açılımlarında Mütevelli Heyetin desteğini hep arkasında bulmuştur.
Örnek alınabilecek bir Fakülte, yönetici, bilim insanı ve vizyon sahibi olarak telakki ettiğim için bu makalemde bu hususu zikretmekten de kendimi alamadım. Bundan sonra, bize düşen de bu olmalıdır.
Her zaman kötümser de olmamak lazımdır. İyiler takdir, standartları tutturamayanlar teşvik, ya da tecziye edilmelidir.
Yine, “Rubâiyyât-ı Bircis”den bir rubâimizle bitirelim.
HİCRÂN MI BULUNMAZ
— — • / • — — • / • — — • / • — —
(Mef’ûlü, Mefâîlü, Mefâîlü, Feûlün)
Sabreyle, senin derdine derman mı bulunmaz.
Her dem şakıyan bülbüle, hayran mı bulunmaz.
Ah eyleyerek kendine zülm etme, cefâdır.
“Bircis” isen ey dil, sana “Hicrân” mı bulunmaz!